AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  
Son Konular
Konu
Tarih
Yazan
Yabani Otlar
Bir Kulüp Mü Kuruluyormuş | Bir Tıkla Bakalım!
- Duyuru Panosu -
Işık Tapınağı
Model Değiştirme
Model Başvuruları
Debbie'nin Grafik Galerisi *yeni
' Cuteness s i g n a t u r e s.
La Révolte
Özel Model Başvuruları
Salı Mart 15, 2016 10:01 pm
Ptsi Şub. 22, 2016 12:43 am
C.tesi Ekim 02, 2010 11:08 am
Perş. Eyl. 30, 2010 11:07 pm
Perş. Eyl. 30, 2010 10:04 pm
Perş. Eyl. 30, 2010 6:40 pm
Çarş. Eyl. 29, 2010 8:37 pm
Çarş. Eyl. 29, 2010 8:25 pm
Çarş. Eyl. 29, 2010 6:13 pm
Çarş. Eyl. 29, 2010 4:35 pm












Paylaş
 

 Arayış: İtiraflar

Önceki başlık Sonraki başlık Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Tristan der Ivanëxt

VII. SınıfVII. Sınıf
Tristan der Ivanëxt



Mücadele Tarafı : SD.
Rp Sevgilisi : Olivia
Kan Durumu : Melez.
Patronus : Dağ Aslanı

Arayış: İtiraflar Empty
MesajKonu: Arayış: İtiraflar   Arayış: İtiraflar EmptyC.tesi Eyl. 05, 2009 12:01 am

Arayış: İtiraflar Sdsdsdh


Kurgu: Albert ve Carmlita'nın içtikleri iksirin etkisindeki durumları ve itirafları
Zaman: Ay'ın en parlak zamanı ve kararan havayı aydınlatıyor. Işık gölden yansıyarak çevreyi büyülüyor
Kişiler: Carmelita D’alora, Albert Benjamin Caldwell, Tristan der Ivanëxt


Akşamın gün ışığı etkisini tamamiyle yitirmişti. Gökyüzünde belirgin olan yıldızlar ve dolunay karanlığı boğarak savaşlarını sürdürüyorlardı. Bugün gökyüzü mehtap zamanıydı ve Ay ışığının en parlak olduğu geceydi. Dolunay, ışığını Göl’ün durgun sularına yansıtıyor ve ortamda oluşan havada aşk kokusu vardı. Evet, aşk kokusunun kimlerden geldiğini tahmin edebiliyorsunuzdur. Tristan, çifte kumruları için hazırladığı ortam; Göllün durgun sularının kumsala vurduğu o dalga seslerinin hemen bitişiğinde bulunan iki konforlu koltuk yan yana duruyordu. Koltukların önünde yanan ateş ortama sıcaklığını fazlasıyla etkiliyordu. Ay ışığının göle yansımasından dolayı aydınlanan ortamları onlara ayrı bir enerji veriyordu. Koltuklarının iki yanında bulunana sehpaların üzerinde içecekler ve birer not bulunuyordu. O notta şöyle bir yazı vardı; ”Artık sıkıldığınızı biliyorum, şimdi burada oturun hayatın keyfini yaşayın, eşyalarını merak etmeyin, onlar size bu oyunu kazanırsanız kendiliğinden gelecek ve benim kim olduğumu öğreneceksiniz, şimdilik sizden buraya oturmanızı istiyorum”. Bu yazı onların rahatlamalarını ve düşüncelerinin gün ışığına çıkmasını sağlayacaktı.

Albert ve Carmelita ikilisi geliyordu. Adımları biraz hızlıydı; artık bu işten sıkılmışlardı ve bir an önce bu oyunun bitmesini istiyorlardı. İstedikleri olacaktı; fakat Tristan’ın son istediklerini de yerine getirmeleri gerekecekti. İki kaybolan eşya nelere vesile olmuştu. Şimdi onlar aşklarının en doruk noktasına ulaşacaklardı ve yaşayan iki kalp birleşerek birlikte atmaya başlayacaktı. Hadi gelin hep birlikte onları izleyelim.

İtiraflar başlasın!!!

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Albert Benjamin Caldwell

VII. SınıfVII. Sınıf
Albert Benjamin Caldwell



Mücadele Tarafı : Zıpırlık.
Kan Durumu : Muggle doğumlu.

Arayış: İtiraflar Empty
MesajKonu: Geri: Arayış: İtiraflar   Arayış: İtiraflar EmptyC.tesi Eyl. 05, 2009 1:04 am

İlk önce koridorlarda bir düello, ardından Yasak Orman’da kurtlarla mücadele ve iksir yarışı… Şimdi ise, Göl Kenarı’na ilerliyorlardı; neyle karşılaşacaklarını bilmeden. Hatta ne diye oraya gittiğini de bilmiyordu. Ona gelen notlara neden kulak astığı hakkında hiçbir fikri yoktu; ama gidiyordu işte. Beyni garip sualler ile meşgulken, bedeni, onun bir sonuca varmasını beklemeyerek hareket ediyordu. Aslında tek yaptığı şey, Carmelita’yı takip etmekti. O, kendi eşyasını almak istedikçe, kendisi de istiyormuş gibi görünüyordu. Oysaki yaşananlardan sonra artık o çok önemli eşyanın pek önemi kalmamıştı; manevî değeri hariç.

Göl Kenarı’na vardıklarında, karşılaştıkları tablo ilginçti. Gölün hemen kıyısında iki büyük koltuk duruyordu; onların yanında da birer sehpa. Önünde ise bir ateş vardı, mesafeleri henüz uzak olsa da, sıcaklığı yüzünde hissedebiliyordu. Ay ışığının göle yansıması ise mükemmeldi. Ürkerek, neden ürktüğünü de bilemeyerek, ateşe doğru ilerledi. Attığı her adımda, ufak bir korku vardı. Bir yerlerden bir yaratığın ya da Slytherin’li çocuğun çıkmasını bekliyordu. Fakat bekledikleri gerçekleşmedi. Hiçbir değişiklik olmadı. Manzara, aynı mükemmelliğiyle gözleri büyülüyor, koltuklar ve ateş, anın tadını çıkarmalarını istiyordu.

Ortam her şey için o kadar uygundu ki. Carmelita’ya, onu sevdiğini söylemek, bağıra bağıra, tüm Hogwarts’a haykırırcasına… Ses telleri ona dur diyene kadar, o iki sihirli kelimeyi söyleyemediği bunca zamanın acısını çıkarırcasına. Ama kendine hâkim oluyordu. Romantik bir atmosfer içindeydiler, şüphesiz. Ve bu, genç büyücüyü, Carmelita kadar olmasa da etkiliyordu. İçinde, sanki ona ait olmayan bir ses, ‘seni seviyorum Carmelita’ diye bağırıyordu adeta. Ona ait olan ses ise, hiçbir şey söyleyemiyordu; her zaman olduğu gibi. Ne şaşırtıcı bir tabloydu ama! Bir milyonuncu kez söylemeye niyetlenmek, bir milyonuncu kez cesaret edememek, korkmak! Korktuğu şey neydi ki? İşte beyni, burada da faaliyetini yitiriyordu. Aslında, korktuğu şeyin ne olduğuna emindi. Ama nasıl denir; bu gerçekle yüzleşmekten korkuyordu. Binasının temel özelliği, ruhunun derin bir köşesine hapsolmuş gibiydi. Yine, yine ve yine…

Sehpaların üzerindeki şişeyi ve iki adet bardağı yeni fark etmişti. Şişeyi aldı ve biraz inceledi. Muggle yapımı, eskimiş bir şaraptı bu. Hah, şu Slytherin’li, şimdi de sarhoş olmalarını istiyordu galiba. Öfkesini kontrol altında tutarak, sehpanın üzerinde duran parşömeni aldı. ‘Artık sıkıldığınızı biliyorum, şimdi burada oturun hayatın keyfini yaşayın, eşyalarını merak etmeyin, onlar size bu oyunu kazanırsanız kendiliğinden gelecek ve benim kim olduğumu öğreneceksiniz, şimdilik sizden buraya oturmanızı istiyorum.’ Merlin’in sakalı! Bu çocuğun amacı neydi? Parçalar, yavaş yavaş yerine oturuyordu. Yoksa diye düşündü Albert. Yoksa Carmelita’ya olan hislerimi biliyor mu? Bu düşünceyi uzaklaştırmaya çalıştı Albert beyninden, lakin başarılı olamadı. Ve bir anda gelen cesaret ile dudaklarını araladı.

“Çok güzel… Yani, manzara demek istiyorum.” Onun gözlerinin içine bakarak, güzel olduğunu söylemek istemişti. Yine, lafı bir şekilde toparlayıp, konunun anlaşılmamasını sağlamıştı. Kendine kızarken, şarap şişesini asasının yardımıyla açtı ve bardaklara doldurdu. Kıza koltuklardan sağ tarafta olanını işaret etti; oraya oturdu. Kendisi de sol tarafta olana geçti ve elindeki iki dolu bardaktan birini, Carmelita’ya uzattı. Kız, düşüncelere dalıp gitmiş gibiydi. “Ne düşünüyorsun?” Belki de, dedi kafasının içinde bir ses. Belki de, eğer senden hoşlanıyorsa, o itiraf edebilir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Carmelita D'alora

Şu an Muggle'sınız. Lütfen bir rütbe edinin.Şu an Muggle'sınız. Lütfen bir rütbe edinin.
Carmelita D'alora



Mücadele Tarafı : Redimus.
Kan Durumu : Melez.
Patronus : Su Samuru.

Arayış: İtiraflar Empty
MesajKonu: Geri: Arayış: İtiraflar   Arayış: İtiraflar EmptyC.tesi Eyl. 05, 2009 2:11 pm

Göl Kenarı her zamanki mükemmelliğinden daha farklıydı sanki. Daha özel ve anlamlı. Onlar için hazırlanmış bir ortama eşlik eden dolunay ise büyüleyiciydi. Göle yansıyan görüntü dalgalanıyor ve ardından duruluyordu. Karşılarında kendilerini bekleyen iki koltuk ve bir sehpa bulunuyordu. Sehpanın üzerinde bir içki şişesi ve iki bardak vardı. Ortada yanan ateş etrafı kırmızı-turuncunun büyüsüyle sarmıştı. Gerçekten harika bir ortamdı. Her şey ikisi için özenle hazırlanmış onları bekliyordu. Carmelita ise Albert'ı.

İkisi de büyülenmiş bir şekilde ateşe doğru ilerlemeye başlamışlardı. Alev alev yanan ateş adeta onun Albert'a olan aşkını dile getirmeye çalışıyordu. Bak bana ve iliklerine kadar hisset beni. İçinde yaşat, sonsuza dek. Oğlan anlamıyordu ya da anlamak istemiyordu. Ateşi kızdırmak iyi değildir. Onu ve beni anla. Yanan ateşin dili olmalıydı. Her şeyi Carmelita yerine ona anlatmalıydı ama buna onun da cesareti yoktu. Konuşmadan anlatmaya çalışıyordu her şeyi.

“Çok güzel… Yani, manzara demek istiyorum.”
Gözlerinin içine baktığı anda içinde uyuyan aslan tekrar canlanmış ve kükremeye başlamıştı. ‘Her şeyi anlat ona. Karşılığı ne olursa olsun bunca sene içine attığın tüm duygularını anlat ve hissetmesini sağla. Onu ne kadar çok sevdiğini hissettir ona. Yap bunu!’ Karşı taraftan gelen yanıt ise aynıydı. Sadece boş bir gülümseyiş. Dudaklarını aralama zahmetinde bile bulunmamıştı.
Oğlanı boş gözlerle izliyordu. İçki şişesini açmış ve bardakları doldurmuştu. Ardından kıza sağ koltuğu işaret etti. Kız tek kelime etmeden koltuğa kendini bıraktı. Gözlerini alevlerden ayıramıyordu. Ruhu ise bedeninden çıkıp gitmişti sanki. Bakışları anlamsız, düşünceleri boşluktan ibaretti. Ortamın tadını çıkartmak yerine o kendini ortamdan soyutlamak için her şeyi yapıyordu. Yok olmak. Kaybolup gitmek. Ait olduğum yer burası değil. Albert’ın karşısında oturan insan ben olmamalıyım. Onun sevip, değer verdiği kişi olmalı ve o kesinlikle ben değilim. Kalkıp gitmek istedi ama bu düşünce geldiği gibi uzaklaştırılmıştı. Böyle bir ortamı ikisi de seçmemişlerdi sadece oyuna ayak uyduruyorlardı. Her şeyi başka yöne çekmekte gerçekten başarılıydı. Her zaman olduğu gibi ama bunca şey yalan olamazdı. Her şey o kadar gerçek o kadar güzeldi ki sahte olması imkânsızdı.

Sehpada öylece duran nota elini uzattı ve parmakları arasına alarak okumaya başladı. ‘Artık sıkıldığınızı biliyorum, şimdi burada oturun hayatın keyfini yaşayın, eşyalarını merak etmeyin, onlar size bu oyunu kazanırsanız kendiliğinden gelecek ve benim kim olduğumu öğreneceksiniz, şimdilik sizden buraya oturmanızı istiyorum.’ Hayatın keyfini çıkartmak mı? Albert karşısında otururken ve ona tek kelime söyleyemezken o anın keyfini çıkartmak tam tersine eziyet oluyordu onun için. Eşyaları güvendeydi ve onlara en kısa zamanda kavuşacaklardı ama kız bunu istediğine emin değildi. Eşyalarına kavuşmaları oyunun sonu olduğunu gösteriyordu ve bu bir ayrılık daha demekti. Bunu planlayan kişiyi sonunda göreceklerine memnundu ve ona Albert yanlarında olmadığı bir ara kesinlikle teşekkür etmeliydi. Yaşattığı onca acı yüzünden değil bir arada, birbirlerine yakın olmalarını sağlayabildiği için.

“Ne düşünüyorsun?” Ruhu hızla bedenine geri dönmüştü. Onun o güzel sesini tekrar duymak çok güzeldi. Ne düşünüyordu? İkisini düşünüyordu ve bu oyunları.
“ Seni düşünüyorum. Aslında bizi, ikimizi. Şu saçma oyunları planlayan her kimse ona minnettarım. Seninle bu derece yakın olmak gerçekten güzeldi. Her şekilde yanımdaydın ve ben bunun bitmesini istemiyorum. Bu saçma oyunun sonuna geldik diye gerçekten üzülüyorum.” Neler söylüyordu böyle? Sanki onun yerine başka birisi konuşuyordu ve seyrediyordu. Sadece seyrediyor hiçbir şekilde durduramıyordu. Söylemek istedikleri kesinlikle bunlardı ama kendine yöneltilen soruyu başka türlü yanıtlayacaktı. Kendi haline şaşırmamak mümkün değildi. Önünde duran, içkiyle dolu bardakta geziniyordu parmakları. Bardağı eliyle kavradı ve bir yudum aldı. Ardından gözlerini tekrar oğlana dikti ve onu baştan aşağıya süzdü. “Bir şeyi gerçekten merak ediyorum. Şuan ne hissediyorsun?” Karşıdan gelecek cevap onu ya sonsuza dek kilitli odanın içinde tutmaya devam edecek ya da özgürlüğüne kavuşturacaktı. Ya şimdi ona kavuşacaktı ya da ona sahip olamamanın acısıyla yaşayacaktı. Kısacası her şey Albert’ın dudaklarının arasından çıkacak sözcüklere bağlıydı. Tüm hayatı…
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://sihirdunyasi.roleplaylife.net/lejant-f86/carmelita-d-alor
Albert Benjamin Caldwell

VII. SınıfVII. Sınıf
Albert Benjamin Caldwell



Mücadele Tarafı : Zıpırlık.
Kan Durumu : Muggle doğumlu.

Arayış: İtiraflar Empty
MesajKonu: Geri: Arayış: İtiraflar   Arayış: İtiraflar EmptyPtsi Eyl. 07, 2009 1:03 pm

Kulaklarının işittiklerini algılamakta güçlük çekmişti. Carmelita, Albert’ı düşünüyordu demek. Hayır, diye inatlaşıyordu hâlâ beyni. Hayır, sadece arkadaş olarak düşünüyor. Sadece arkadaş… Ama kızın söylediklerini, başka şeylere yormak çok kolaydı. Özellikle de; Carmelita’nın Albert’ı sevdiği düşüncesi. Bu fikir aklına geldiğinde, içinde oluşan heyecanı engelleyemedi. Ya gerçekse? Ya gerçekten, kız kendisini seviyorsa ve Albert, bunu anlamamakta inat ediyorsa? Yine de, hâlâ buna inanmakta güçlük çekiyordu. İnatla, kızın söylemek istediklerini anlamıyor gibiydi. Veya kendini; Albert’ın Carmelita’yı sevdiği, Carmelita’nın Albert’ı sevmediği düşüncesine çok hazırlamıştı. Bu yüzden, kulaklarına inanmakta zorlanıyordu.

“Bir şeyi gerçekten merak ediyorum. Şuan ne hissediyorsun?” Ay ışığının aydınlattığı göle bakarak, düşüncelere dalıp gitmişti. Carmelita’nın söyledikleri, onu, gerçek dünyaya getirmişti tekrar. Ve o mükemmel ses tonunu yine işitmişti. Ne hissediyordu? Heyecanlıydı ve sırılsıklam âşıktı. Üstelik kimsenin tahmin edemeyeceği kadar... Fakat bunu kıza söyleyebilir miydi? Âşık olduğu kişiye, onu sevdiğini söylemeye cesaret edebilir miydi? Bundan hiç emin değildi. Ama dudakları, beyninden herhangi bir komut almadan aralanıyordu. Tamamen bilinçsizce.

“Âşık olan biri ne hissediyorsa, onu… Tarif etmek pek kolay değil aslında.” Konuşmaya nasıl cesaret ettiğinin farkında değildi. Sesi, sanki kendisine ait değildi; bir başkasının sesiydi. Albert’ın ses telleri ondan alınmıştı; düşünmeden konuşan, aklına ilk geleni söyleyen biri gelmişti. Kız, büyük olasılıkla söylediklerinden şüpheleniyordu. Şüphelenmek mi, dedi kendi kendine. Ona âşık olduğunu anlıyor işte. Buna rağmen, istemeden de olsa, artık bir şeyleri itiraf etmeye başladığının farkındaydı ve bunun devamını getirmeliydi. Evet, artık gerçek bir Gryffindor gibi cesur olmanın zamanı gelmişti.

“Hep korktuğum bir şey var, Carmelita. Senin için hissettiklerimi öğrensen, bir daha benimle asla konuşmazsın diye korkuyorum.” Söylediklerini bir sessizlik izledi. Ne kadar sürdüğünü bilemiyordu; birkaç saniye, dakika ya da saat. Önemli de değildi, ama artık bir cevap bekliyordu. Söylemeye cesaret edebildiği şeyler su yüzüne çıkarken, şimdi gerçeği öğrenecekti. Carmelita’da onu seviyor muydu?
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Carmelita D'alora

Şu an Muggle'sınız. Lütfen bir rütbe edinin.Şu an Muggle'sınız. Lütfen bir rütbe edinin.
Carmelita D'alora



Mücadele Tarafı : Redimus.
Kan Durumu : Melez.
Patronus : Su Samuru.

Arayış: İtiraflar Empty
MesajKonu: Geri: Arayış: İtiraflar   Arayış: İtiraflar EmptyPerş. Eyl. 10, 2009 5:57 pm

O da seviyordu demek ve bunu daha önce söyleyememesinin nedeni korkmasaydı. Ondan uzaklaşmamdan korkmuştu. Aynı benim korktuğum gibi. Duyduklarına inanmak gerçekten zordu. Şimdi ona kavuşabilmiş miydi? Ne olmuştu? İnanması güç bir olaydı. Duygularının karşılıksız değildi. Aşkını, kalbini biriyle paylaşıyordu demek. Aslında bu duyduklarının hepsi o sıradan rüyalardan birine ait olabilirdi. Her zaman aynı şekilde itiraflardan biri olabilme ihtimali gerçekten yüksekti. Carmelita ikisinin bir arada olamayacağını kendisine inandırdığı için gerçek, gerçeği fark etmesi haliyle zor oluyordu. Tüm bu yaşananlar bir rüyaydı. Sadece masum bir hayal. Keyfini çıkartmayı istiyordu. Çünkü hiçbir hayal bu kadar tutkulu ve gerçeksi olmamıştı ama bir hayaldi işte.

“Aslında bende korkuyordum. Seni sevdiğimi öğrenirsen benden kaçacağını ve bir daha asla konuşmayacağını düşünüyordum. Böyle bir durumu ise göze alamazdım. Sensizlik... Sensizliğe katlanamam. Albert, seni seviyorum.” Binlerce kez tekrarlamıştı bunları. Binlerce kez sessizce haykırmıştı ama bu sefer bu büyülü sözlerin dudaklarının arasından kayıp gitmesine engel olamamıştı. Hem neden engel olacaktı ki ikisi de birbirlerini seviyorlardı işte. Neden kusursuz aşklarını güzel sözlerle süslemeyeceklerdi ki? Kimsenin ayıramayacağı güçlü bir bağ ile bağlanmışlardı. Sonsuza dek birlikte olacaklardı demek. Birbirlerine güven verecek ve her anlarında yanı başlarında olacaklardı. Her yeni güne birlikte başlayıp birlikte geçen zamanın tadını doyasıya çıkartacaklardı. Bunların hepsi çok tanıdık gelen tatlardı ama diğerlerine göre en büyük farkları gerçek olmalarıydı. Gerçek…

İçinde bulunduğu aşkın büyüsüyle mutluluktan uçtuğu şu sıralar bu kadar mutlu olabileceğini düşünememişti. Her zaman bir engel bir aksaklık elbet etrafında kol gezinirken şimdi pürüzsüz mutluluğun içinde bulmuştu kendini. Küçükken yaşadıklarını unutması elbet kolay olmayacaktı ama o hep karamsar bir çocuk olmuştu. Küçükken de şimdi de her şekilde olumsuz düşünen kara bir kutu. Hiçbir zaman mutlu olamayacağını küçük yaşta anlamıştı. Hep bir uğursuzluğun içinde bulmuştu kendini. Yeni bir yaşam yeni bir hayat dediği sıralarda hayatının eskisinden de kötüye gittiğini anlamıştı. Onun hayatımı uğursuzdu yoksa kendisimi bunu bilemiyordu ama hayatının en güzel anı Isadora ile tanıştığı o gün olmuştu. Kötü bir aileye evlatlık edinmişti ama orada hayatının anlamı, kardeşi Isadora’yı bulmuştu. Hayatının tek ve ilk mutluluğuydu o.

‘Hey bebeğim. Gün geçtikçe daha da güzelleştiğinin farkında mısın?” İğrenç bir kahkaha tüm bedenini sarsmıştı. Isadora’nın öz abisi, Carmelita’nın üvey abisi yine iki küçüğün yanında belirmişti. Gözleri parlıyor ve ağzından salyalar akıtan kuduz bir köpeğe benziyordu. Yine biricik kardeşini istiyordu. Onu arzuluyordu. O ise küçücük, cılız bedenini abisine teslim etmemek için direniyor ve haykırıyordu.
“Lütfen uzak dur ondan. Lütfen, lütfen rahat bırak bizi.” Küçük elleriyle pis yaratığı kardeşinin üzerinden çekmeye çabalıyordu ama boş bir çırpınıştan ibaretti bu. Üvey abisinin bir darbesiyle yerde bulmuştu kendini. Başını yere hafifçe çarpmıştı ama midesi bulanmaya, ev beşik gibi sallanmaya başlamıştı bile. Kulaklarında ise küçük meleğinin haykırışları çınlıyordu. Her şeyin durması için yalvarıyordu. Bitmeliydi bu işkence. Kardeşinin minik bedeni o iğrenç yaratığın ellerinde çırpınırken hiçbir şey yapamamak çıldırtıyordu kızı. Minik elleriyle onlara yardım edebilecek bir şeyler arıyordu. Yerden destek alarak ayağa kalktı. Sesini duyurabileceği kimse yoktu. Sarhoş annesi boş şişelerinin yerine dolularını almak için dışarıya çıkmıştı. Ona ilk defa bu kadar ihtiyacı vardı. İlk defa sarhoş bir anneden yardım istiyordu ama onun çoktan bir yerlerde sızıp kalmış olduğunu tahmin edebiliyordu. Pes etmeyecekti. Bir şekilde yardım edecekti kardeşine. O anda gözüne sehpanın üzerinde duran boş içki şişeleri ilişti. Hiç düşünmeden boş bir şişeyi eline aldı ve üvey abisine doğru ilerlemeye başladı. Isadora’yı tutmaya çalışırken bir yandan da küfürler yağdırıyordu. Küçük kız gözlerini sıkıca kapadı ve yutkundu. Elinde tuttuğu içki şişesini üvey abisine fırlattı ve çığlık çığlığa geriye çekildi. Şişe abisinin kafasında parçalanmıştı ve onu bayıltmıştı. Kocaman olmuş gözleriyle yerde baygın yatan bedene bakıyordu. Bunu o yapmıştı. Onu öldürmemiş olmayı diliyordu. Ölse de umurunda olmayacaktı ya. Buz kesmiş vücudunu Isadora’nın sıcacık ve sevgi dolu sarılışı çözmeye yetmişti. O da aynı şekilde kardeşine sıkıca sarılmış ve onun teşekkürlerine ağlayarak karşılık veriyordu. ‘Seni seviyorum meleğim. Sonsuza dek birlikte olacağız. Her zaman yan yana olacağız. Sonsuza dek…’


Eski, yıpranmış, kötü anıları neden hatırladığını bilmiyordu. Buna ihtiyacı mı vardı yoksa? On beş yıl boyunca hayatında sayılı mutluluklar yaşamıştı. İlki; Isadora ile tanışması. İkincisi; Hogwarts’a gelmesi. Üçüncüsü; mükemmel insanlarla tanışıp, arkadaş olması. Dördüncüsü ise; Albert ile olan kusursuz aşkı. O lanetli evden kaçtıktan sonra etrafındaki tüm uğursuzlukları kendinden uzaklaştırmayı başarmış hayatı düzene girmeye başlamıştı. Bugün ise o sayılı güzel günlerin arasına girmeyi başarmıştı. Albert’ın yanındayken hissettiklerini hiçbir erkekle hissedememişti. Bu kadar güçlü ve baş döndürücü olamamıştı hiçbiri. Gerçek aşk bu olmalıydı. Eşi benzeri olmayan güzel bir tat. Hayatın anlamı bu olsa gerek. Şimdi önünde uzayıp giden bir yol vardı. Doğruca ilerlemeye devam ediyordu. Etrafında birkaç yol yoktu. Doğru yolda ilerliyordu demek. Gözlerini Albert’a kenetledi ve ona uzun uzun baktı. Kendini kötü hissetmiyordu ona bakarken. Sanki küçük bir çocuğun yaramazlık yapmasına izin verilmiş gibi rahattı. Oturduğu koltuktan kalkıp ona sıkıca sarılmayı istiyordu. Kokusunu içine çekip, aşkını ona geri üflemek. Tam kalkacakken ilerden iki elini birbirine vurarak ses çıkartan birinin onlara doğru geldiğini gördü.

Şak. Şak. Şak.
Gözlerini biran bile yabancıdan ayırmıyordu. Kimdi bu ve neden bu güzel ortamı bozmaya niyetlenmişti? Onlara doğru ilerleyen yabancı tam ateşin önünde durdu. Kız gözlerine inanamıyordu. Bu Tristan’dı. Albert ve onun en yakın arkadaşı ve Albert’ı delice sevdiğini bilen tek kişi. Yüzünde başarının getirdiği zafer kokan bir sırıtış vardı. Zihninde gezinen onca soru, düşünce boşaydı aslında. Olanları anlamak hiç zor değildi. Her şey şimdi daha netti. Vücudunun sıcaklığı artmaya başlamış, gözleri kocaman olmuştu. Konuşabileceğini sanmıyordu. Kalbi yerinden fırlayacakmış gibi delice atmaya başlamıştı. Tristan’ın söyleyeceklerini söyleyip çekip gitmesini istiyordu. Sanırım şuan tek derdi tekrar Albert ile baş başa kalabilmekti. Utancından kıpkırmızı olmuş yanakları alev almıştı adeta. Bakışlarını Tristan’a kenetlemiş tek kelime etmeden onu izlemeye başlamıştı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://sihirdunyasi.roleplaylife.net/lejant-f86/carmelita-d-alor
Tristan der Ivanëxt

VII. SınıfVII. Sınıf
Tristan der Ivanëxt



Mücadele Tarafı : SD.
Rp Sevgilisi : Olivia
Kan Durumu : Melez.
Patronus : Dağ Aslanı

Arayış: İtiraflar Empty
MesajKonu: Geri: Arayış: İtiraflar   Arayış: İtiraflar EmptyPerş. Eyl. 10, 2009 6:59 pm


Oyun artık bitim aşamasındaydı ve bütün taşlar görevlerini mükemmel bir şekilde yerine getirmişlerdi. Piyonlar hücumları gerçekletirmiş ve rakibinden küçük parçalar kopararak etkisiz hale getirmişti. Oyunun yöneticileri bu durum karşısında yeni bir strateji geliştirmeye çalışıyorlardı. Oyunda sağlam kalan kaleler henüz bir zarar almamıştı. Bu kalelerin surları olabildiğince büyük ve genişliği epey fazlaydı. Bu nedenle dışarıdan gelen saldırılara karşı göğüs gerebilecek güçteydiler. Ancak bu kalelerinde fethedilme yolu vardı; burayı içten fethedebilirlerdi. İşte bu kalelerden biri Albert diğeri ise Carmelita idi. Onlar Yasak Ormanda içtikleri iksir sayesinde kalelerin kapılarını sonuna kadar açtılar ve hiçbir saldırıya maruz kalmadan içinde yaşadıkları kaleleri savunmasız hale getirmişlerdi. Bu savunmasız hallerinden ikisi de habersizdi. Tristan’ın planı kusursuz bir biçimde sona yaklaşıyordu. Oyun son şekline bürünüyor ve son hamleler yapılıyordu. Tristan açısından satranç oyununa benziyordu; fakat Albert ve Carmelita için ise puzzle oyununa benziyordu. Karşılaştıkları olayların parçalarını akıllarında yerlerine oturtturuyorlardı. Artık puzzle tamamlanmak üzereydi ve son parçalarda ellerine geçiyordu.

Tristan onların arkasında bulunan kayalıklardan izliyordu ve seslerini keskin kulakları sayesinde duyabiliyordu. O aşk kumruları artık birbirlerine açılmışlar ve hissettikleri duygularda yalan olmadan açıklıyorlardı. İlk itiraf Albert’ten gelmişti ve ardından Carmelita itiraf etmişti. Artık kaybedecek bir şeyleri yoktu ve korkusuzca konuşabiliyorlardı. Gökyüzündeki dolunay onlara eşlik ediyordu ve parlaklığını gölden yansıyan ışık huzmeleriyle hissettiriyordu. Göldeki suların kıyıya vuruş sesleri ayrı bir ezgiyle onarla eşlik ediyordu. Bu oyunun kurucusu artık ortaya çıkmalıydı. Oyunun baş kahramanlarına kendini göstermeli ve olacakları izlemeliydi. Kayalıkların arasına sakladığı eşyaları büyüledi ve Tristan’ı takip etmelerini emretti. O anda hafif bir esinti gelmişti ve taşıdığı bir kokuyu Tristan’ın burnundan girerek ciğerlerini doldurdu. Ne hoş bir kokuydu bu böyle, onu kokladıkça adeta sarhoş oluyordu. Havada buram buram aşk kokusu vardı ve bu koku karşısında duran ikiliden geliyordu. Hafif bir gülümseme ile saklandığı yerden kalktı ve yavaş adımlarla ilerlemeye başladı.

Yeterince yaklaştığını hissettiğinde iki elini birbirine vurdu ve zafer edasıyla bir bakış fırlattı. Yüzündeki o sırıtış, ikilinin utanmasına mı yol açmıştı? İkisinin birbirlerine olan aşkını bilen tek kişi alkışlayan kişiydi. Tristan alkışlamayı ve gülümsemeye ara vermeden devam ediyordu. İkilinin meraklı bakışları altında hiç durmadan devam ediyordu.

“Merhaba sevgili dostlarım, nasıl beğendiniz mi bulunduğunuz ortamı? Ne güzel öyle değil mi? Göl kenarında ve ay ışığının altında birbirlerine büyük bir sevgiyle birbirine bağlanan kişilerin olması? Sağ sola bakmayın hangi kumrulardan bahsettiğimi gayet iyi biliyorsunuz. Ah, evet… Arkamda duran eşyalar sizin öyle değil mi? Hadi gidin bakalım sahiplerinize”

Karşılarına çıkmıştı ve konuşmasını ilk bölümünü gerçekleştirmişti. Eşyaları havada süzülerek onlara doğru yol aldı. Tristan’ın oyunu artık son buluyordu ve macera dolu oyun aşk ve mutlulukla sona erecekti. Dostlarına oynadığı bu oyun başarıyla tamamlanmıştı. Artık dostlarının gözlerinin önünde sıkıntıya girmesini engellemişti. Artık onlar mutlu ve neşeli olacaklardı. Tristan, bir Albert’e gidip, bir Carmelita’ya gidip teselli etmeyecekti. Artık onlar yaşadıkları güzel günlerini Tristan’a anlatacaklardı. Ne güzel bir şey; Aşk… En güzel örneklerini gösterecek aşk kumruları, hikâyelerine buradan başlayacaktı.

“Albert, sevgili dostum ve sen canımdan çok sevdiğim Carmelita. Size bu oyunu oynamak zorunda bıraktınız beni, sizin gözlerimin önünde eriyip bitmenize dayanamadım ve size bir oyun oynamaya karar verdim. Artık her şey açığa kavuştuğuna göre bunları açıklamamda bir sakınca yok; ilk olarak sizden özür diliyorum. Bütün o başınıza gelen olaylar benim yüzümden oldu ve sizin her an yanınızdaydım.”

Son cümleleri karşısında verecekleri tepkiyi merakla bekliyordu. Acaba bu yöneticiye saldıracaklar mıydı yoksa teşekkür mü edeceklerdi? Aslında teşekkür etmeleri biraz zor olsa da şu anda bulundukları ortam sayesinde bu gerçekleşebilirdi. Tristan, yüzündeki o sırıtışı eksik etmeden Albert ve Carmelita ikilisine bakıyordu ve tepkilerini merak ediyordu.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Albert Benjamin Caldwell

VII. SınıfVII. Sınıf
Albert Benjamin Caldwell



Mücadele Tarafı : Zıpırlık.
Kan Durumu : Muggle doğumlu.

Arayış: İtiraflar Empty
MesajKonu: Geri: Arayış: İtiraflar   Arayış: İtiraflar EmptyC.tesi Eyl. 12, 2009 5:10 pm

Kızın dudaklarından dökülen sözcükler, her hecesiyle beynine kazınmıştı. Her biri o kadar çok şeyi ifade ediyordu ki. Geçen onca zamanın telafisi oluyorlardı; çektiği acının bir anda kaybolmasını sağlıyorlardı. Beni seviyor, beni seviyor! Deli muamelesi göreceğinden şüphelenmese, oturduğu yerden kalkıp dans etmeye başlayabilirdi. Sadece gülümsemekle yetindi. Ne yapacağını veya ne söyleyeceğini bilmiyordu. Beyninin bir kısmı, onu, Carmelita’nın Albert’ı sevmediği düşüncesini öylesine kabullenmişti ki, şimdi yaşananlar rüyadan farksız geliyordu. Az sonra gözlerini açacaktı, yatakhanede uyanacak ve bunun bir rüya olduğunu anlayacaktı. Bekledi… Böyle bir şeyin olması için bekledi. Beklediği gerçekleşmedi; rüya değildi yaşananlar, gerçekti. Hatta gerçek olamayacak kadar güzeldi.

“Beni sevmediğine o kadar emindim ki, şimdi bunlara inanmak zor geliyor. Emin olduğum tek bir şey var artık: sana âşığım.” Yine, içindeki başkasına ait olan ses konuşuyordu. Söylemeye niyetlenir niyetlenmez, kelimeler dökülüyordu dudaklarından. Kıza karşı hiçbir zaman olmadığı kadar cesurdu. Belki de, hayatı boyunca hiç olmadığı kadar cesur. Kızın da onu sevdiği düşüncesini hatırladıkça, git gide alevleniyordu cesareti. Buna rağmen, sebebini bilmediği bir şekilde, oturduğu koltukta öylece kalakalmıştı. En ufak bir hareketi gerçekleştiremiyordu bedeni. Gözleri, daha önce düşüncelerini anlamasından korktuğu için bakamadığı kıza odaklanmıştı. Duygularını itiraf etmeden önce, aralarında sohbet etmek gibi masum bir nedeni kullanarak ona bakabiliyordu; kız da ona baktığında gözlerini hemen kaçırıyordu. Şimdi ise, sanki onu hiç görmemiş, birkaç dakika önce tanışmışlar gibi bakıyordu.

Biraz uzaklarından gelen alkış sesiyle, yüzünü bir anda yana döndürdü. Alkışlayarak onlara doğru yaklaşan bir beden vardı. İstemsizce asasına gitti eli. Gelenin kim olduğunu bilmese de, içinde asasına ihtiyaç duyacakmış gibi bir his vardı. Onlara yaklaşan siluet, ay ışığıyla aydınlandığında, şaşkınlığına engel olamadı: Tristan’dı bu. Sanki bir Düello Turnuvası’nı kazanmış gibi, büyük bir zafer ifadesi vardı yüzünde. Albert, onun yüzündeki bu ifadeyi gördüğünde, aklında oluşan düşünceye engel olamadı: Tüm bunları Tristan yaptı.

“Merhaba sevgili dostlarım, nasıl beğendiniz mi bulunduğunuz ortamı? Ne güzel öyle değil mi? Göl kenarında ve ay ışığının altında birbirlerine büyük bir sevgiyle birbirine bağlanan kişilerin olması? Sağ sola bakmayın hangi kumrulardan bahsettiğimi gayet iyi biliyorsunuz. Ah, evet… Arkamda duran eşyalar sizin öyle değil mi? Hadi gidin bakalım sahiplerinize.” Göl kenarına geldiğinden beri hissetmediği nefret, kendini belli ediyordu. Tristan’ın yüzündeki sakin ifadeyi bozmak istiyordu; tüm bunları yaptığı için aptalın teki olduğunu, yaptığı tek şeyin kendisine ve Carmelita’ya zarar vermek olduğunu söylemek istiyordu. Ayağa kalktı ve yüzündeki sinirli ifadeyi gizlemekte güçlük çekerek, bakışlarını Tristan’ın üzerine yoğunlaştırdı. Öylesine nefret doluydu ki, kendilerine doğru gelen eşyaların farkında değildi.

“Albert, sevgili dostum ve sen canımdan çok sevdiğim Carmelita. Size bu oyunu oynamak zorunda bıraktınız beni, sizin gözlerimin önünde eriyip bitmenize dayanamadım ve size bir oyun oynamaya karar verdim. Artık her şey açığa kavuştuğuna göre bunları açıklamamda bir sakınca yok; ilk olarak sizden özür diliyorum. Bütün o başınıza gelen olaylar benim yüzümden oldu ve sizin her an yanınızdaydım.” Tristan, olup bitenlerden sorumlu olduğunu söyledikten sonra, artık Albert’ın kafasında bu saçmalıkları dinlemek gibi bir düşünce yoktu. Belki de en iyi refleks hareketlerinden birini göstererek, asasını büyük bir hızla Tristan’a doğrulttu ve aklına gelen ilk büyünün ismini nefretle haykırdı.

“Rictusempra!” Asasının ucundan kayarak giden ışın, doğruca Tristan’ı hedef aldı ve göğsüne çarparak onu birkaç metre öteye sürükledi. Albert, bu anı izledikten sonra sinirlerinin yatışmaya başladığını hissediyordu. Yaptığından pişman değildi; ilerleyen zamanlarda da pişmanlık duyacağını zannetmiyordu. Kanlar içinde kalmasına neden olmuştu Tristan; neredeyse Carmelita’nın ölümüne neden olacaktı. Bunları düşünme, dedi kendi kendine. Aklına geldikçe sinirlerine hâkim olmakta güçlük çekiyordu çünkü.

“Büyü için kusura bakma; eğer yapmasaydım, huzurlu bir uykuya dalamazdım.” Söylediklerinden sonra hafifçe sırıttı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 

Arayış: İtiraflar

Önceki başlık Sonraki başlık Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

 Similar topics

-

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Kurgular Sayfası-