AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  
Son Konular
Konu
Tarih
Yazan
Yabani Otlar
Bir Kulüp Mü Kuruluyormuş | Bir Tıkla Bakalım!
- Duyuru Panosu -
Işık Tapınağı
Model Değiştirme
Model Başvuruları
Debbie'nin Grafik Galerisi *yeni
' Cuteness s i g n a t u r e s.
La Révolte
Özel Model Başvuruları
Salı Mart 15, 2016 10:01 pm
Ptsi Şub. 22, 2016 12:43 am
C.tesi Ekim 02, 2010 11:08 am
Perş. Eyl. 30, 2010 11:07 pm
Perş. Eyl. 30, 2010 10:04 pm
Perş. Eyl. 30, 2010 6:40 pm
Çarş. Eyl. 29, 2010 8:37 pm
Çarş. Eyl. 29, 2010 8:25 pm
Çarş. Eyl. 29, 2010 6:13 pm
Çarş. Eyl. 29, 2010 4:35 pm












Paylaş
 

 Kahrolası Bir Durum

Önceki başlık Sonraki başlık Aşağa gitmek 
Sayfaya git : 1, 2  Sonraki
YazarMesaj
Izaac Eitan

GezginGezgin
Izaac Eitan



Mücadele Tarafı : .

Kahrolası Bir Durum Empty
MesajKonu: Kahrolası Bir Durum   Kahrolası Bir Durum EmptyC.tesi Ağus. 15, 2009 10:00 pm

Gryffindor Erkekler Yatakhanesi / Sabaha Karşı.

''Cliff! Cliff! Clifford!''
Kademe kademe yükselen ses, küçük kardeşi Benjamin'di. Acaba sabahın kim bilir hangi saatinde, Tanrı'nın cezası hangi konu için uyandırmaya teşebbüs ediyordu onu. Charlie uyanmıştı; lâkin Ben ile konuşup konuşmayacağına henüz karar veremediği için uyuyor numarası yapıyordu. Bazen, bu iki kardeşin yataklarının yan yana olmasına lanet ediyordu Charlie. Ben pek konuşkan biri değildi, Charlie'ye göre bayağı da sessizdi. Fakat, onun bu suspus tavırları Charles'ın yanında asla geçerli olmuyordu. Bu aptal duruma lanet eden Charlie, arada sırada onun bu davranışından ötürü, yüzüne tükürmek isterdi. Charlie, ikinci adını -Cliff, bu isimle ona yalnızca Ben hitap edebilirdi- yeterince duyduktan sonra, başarılı bir 'yeni uyanma' numarasıyla beraber bir gözünü ağırca açtı. Ben'in gözleri, adeta hiç uyumamışçasına faltaşı gibi açıktı. Böyle bir bakış ya arkadaki dev sosisli sandviç canavarını işaret ediyordu, ya da cidden önemli bir durum vardı. Ama Charlie, bu erken saatten olsa gerek, bu durumu hiç kafasına takmadı ve miskin bir ses tonuyla, ''Ne var, Bejamin, sevgili küçük kardeşim?'' dedi. Ona sinir olduğu zamanlarda böyle hitap ederlerdi. Aralarında bir yaş, hatta on ay kadar vardı. Fakat Charlie bir sene okulda kaldığı için şimdi aynı dönem öğrencisiydiler. Dalga geçilecek durumdakinin Charlie olup da, Benjamin'in onunla asla dalga geçememesini, aksine Charlie'nin Ben'le dalga geçmesini düşününce sinsi bir sırıtış yüzüne kondu. Tam bu durumu tekrar gündeme getirecekken, kardeşinin sesini bir kez daha duydu. Bu kez 'Clifford' demediğine şaşırmıştı doğrusu.
''Sana bir şey sormam gerekiyor.''
''Canın cehenneme. Tamam, tamam. Ne var?''
''Sence ben.. küçük müyüm?''
''Ne için?''
''Bilirsin, aşk-meşk için tabii.''
''Tanrı aşkına Benjamin, nasıl bir rüya gördün bilmiyorum ama yat seni kahrol-''
''Carmelita var ya, Carmelita D'alora; sanırım ondan hoşlanıyorum.''
Kahrolası bir bıçak, Charles'ın beynini deşmiş gibiydi. Azrail'i, elinde orağıyla beraber görebiliyordu, biraz daha yaklaşınca onun Azrail kıyafetlerine bürünmüş Benjamin olduğunu anladı. Ne diyordu bu gerizekalı? Yanlış duymuş olmalıydı, aksi hâlde olay pembe dizilere dönecekti ve Charles, kardeşine bunu yapmak istemiyordu. İstemese bile, yapmaktan çekineceğini de hiç mi hiç düşünmüyordu. Önce hiçbir şey diyemedi. Sonra, sonra da hiçbir şey diyemedi. Ben'e baktı, gözlerinin içi gülümsüyor, bir yaş bile olsa kendisinden büyük olan Charlie'den bir yorum bekliyordu. Charlie ise, 'A, sahi mi? Ben de aynı kızı seviyorum.' diyebilmeyi çok isterdi. Ve bu sözü sakınması için hiçbir sebep yoktu -dilinin tutulması dışında tabii. Ben'in son cümlelerinden ardından hiçbir söylememiş vaziyette yorganın tüm vücudunu kapatacak şekilde üstüne çekti ve sırtını Ben'e döndü. Uyuyamayacağından emin gibiydi.

Eski Rasathane / Aynı Gün, Akşamüstü.


''Lanet olsun, pislik. Ne yapacağız burda? Yoksa, yoksa Yasak Orman'daki hareketlilikleri gözlemeye mi geldik? Eğer bunu yapacaksak, daha iyi bir fikrim var; Yasak Orman'a gidelim.''
''Hayır, Ben. Biraz bekle, nasıl olsa göreceksin.''
Sabahki konuşmadan sonra, Charles, Benjamin'le ilk defa konuşuyordu. Benjamin ise, ya bu tavırlardan sonuç çıkaramayacak kadar aptaldı, ya da görmezden gelecek kadar aptaldı. Her iki şekilde de kardeşinin aptal olduğunu düşünüyordu. İşin aslı, öğrendiklerinden sonra onun saç şeklinden üstündeki cüppeye kadar -ki, bedenleri dahil her şeyleri tamamen Charles ile aynıdır- her şeyini aptal buluyordu. Rasathane merdivenlerini tırmanırken, buranın Hogwarts'ın en yüksek yeri olduğunu biliyordu. Onun için dikkatli olması gerekliydi. Kendisi ve dengesi açısından değil, Benjamin'in dengesini bozmamak içindi bu önlem. Rasathaneye varana kadar, Benjamin'in başka hiçbir sorusuna cevap vermedi. İşte, Hogwarts'ın en yüksek yerindeydiler. Kimsenin olmadığı, onları kimsenin duyamayacağı yerdeydiler. Rasathaneyi boylu boyunca süzdükten sonra, karşısında duran Ben'in sorgulayıcı bakışlarına maruz kaldı. İki-üç adımın ardından, nefeslerini tenlerinde hissedebilecek mesafeye gelmişti. Bir iki saniye onun gözlerinin içine baktı. Carmelita var ya, Carmelita D'alora; sanırım ondan hoşlanıyorum. Ona attığı kafayla beraber, kardeşi kısık bir feryat eşliğinde yere kapaklandı. Benjamin'e bakıyor; ama onu görmüyor gibiydi. Beyninden o kadar çok şey geçiyordu ki. Niçin bunu yaptığını bile kestiremiyor gibiydi. Charlie, bunları düşünürken; kendini yerde bulmadan önce fark edebildiği son şey Benjamin'in yumruk hâline gelmiş sağ eliydi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Albert Benjamin Caldwell

VII. SınıfVII. Sınıf
Albert Benjamin Caldwell



Mücadele Tarafı : Zıpırlık.
Kan Durumu : Muggle doğumlu.

Kahrolası Bir Durum Empty
MesajKonu: Geri: Kahrolası Bir Durum   Kahrolası Bir Durum EmptyC.tesi Ağus. 15, 2009 11:01 pm

Hogwarts arazisinin en güzel kısımlarından biri olan Göl Kenarı’ndaydı. Göl, büyüleyici güzelliğiyle, herkese inanılmaz bir manzara sunuyordu. Ama Albert, yanında duran kişiye baktıkça, göle büyüleyici demeyi, yanındaki kıza hakaret olarak görüyordu. Esas kız idi büyüleyici güzelliğe sahip olan. Albert, sadece ona bakıyordu. Gözlerini hiç kırpmadan, kafasını bir santim dahi oynatmadan kızın gözlerine bakıyordu, kızda ona. Bu anın bozulmasını istemiyordu, elinde olsa ölene dek bu şekilde kalmalarını tercih edebilirdi. O sırada Carmelita aralarındaki az olan mesafeyi tamamen kapattı. Şimdi Albert onun sıcak nefesini, yüzünde hissedebiliyordu. Bir gözlerine, bir dudaklarına bakarak o da ona doğru yaklaştı. Gözlerini kapattı ve dudaklarını, kızın dudaklarıyla buluşturdu. Bir eli belinde, bir eli saçlarındaydı. Boynuna gelen el ise Carmelita’ya aitti. Onun da karşılık verdiğini anlayınca kendini anın büyüsüne daha da kaptırdı. Nefessiz kalana kadar, onunla öpüşmeye devam edebilirdi. Muhteşem kokusunu içine çekerken, öpmeye de devam ediyordu…

Gryffindor Erkekler Yatakhanesi’ndeki sıcak yatağında gözlerini açtı. Her şey bir rüyaydı. Sadece rüya. Rüyanın güzelliğine sevinmeli miydi, yoksa onun sadece bir rüya olmasına üzülmeli miydi? Ya da, en yakın arkadaşına ilişkin bu düşüncelerinden dolayı kendinden nefret mi etmeliydi? Kafası allak bullak olmuştu. Tüm bunların yanı sıra, aşk hayatı için henüz erken bir yaşta olduğunu düşünüyordu. Aslında son üç yılda Carmelita’ya hissettikleri hep aynıydı. Onun yanında olduğunda, onu güldürmek, neşelendirmek, kendini sevdirmek istiyordu. Kızın, kendisini sevdiğinden emindi. Ama bir arkadaş olarak… Asla, Albert’ın ona baktığı gibi, bir sevgili gözüyle bakmayacaktı Albert’a. İşte bu, onu çok rahatsız ve mutsuz ediyordu. Nasıl bir yol izlemeliydi? İçindeki bir parça umut, Carmelita’nın da ondan hoşlandığı fikrini destekliyordu.

“Cliff! Cliff! Clifford!” Hey, onun bir ağabeyi vardı, değil mi? Aynı sınıfta okuyor olmalarına rağmen –Charles, bir sene sınıfta kalmıştı- o, Albert’dan bir yaş daha büyüktü. Ne olursa olsun, bir yaş bir üstünlük demekti. Ve Cliff’in, okul dönemi boyunca çıktığı kız sayısını da biliyordu. Bu konuda ona danışabilirdi. Eh, Cliff’in de işe yaradığı bir zaman olabilirdi. “Ne var, Benjamin, sevgili küçük kardeşim?” Sadece Charles, ona ikinci ismi ile hitap ederdi. Ve Albert’da ona. İkisi de ikinci isimlerinden hoşlanmıyordu ve birbirlerine gıcıklık yapabilmek için, hitap şekilleri ikinci isimleri oluyordu. Merlin’in sakalı! Bu ikili, nasıl anlaşıyordu böyle?

“Sana bir şey sormam gerekiyor.”
“Canın cehenneme. Tamam, tamam. Ne var?”
“Sence ben… Küçük müyüm?”
“Ne için?”
“Bilirsin, aşk-meşk için tabii.”
“Tanrı aşkına Benjamin, nasıl bir rüya gördün bilmiyorum ama yat seni kahrol-”
“Carmelita var ya, Carmelita D’alora; sanırım ondan hoşlanıyorum.”

Son söylediği cümlenin ardından, kızarmaya başladığını hissedebiliyordu. Bu gerçeği üç yıldır biliyordu, ama bu yıl, her zamankinden farklı bir şekilde, kendini engelleyemiyordu. Haykırmak istiyordu her yere, Carmelita’yı seviyorum diye! Ama engelliyordu kendini. Carmelita’dan okkalı bir tokat yemek -belki de daha kötü bir şekilde yumruk-, onunla bir daha görüşememek… Olasılıklar kafasına geliyor, cesaretini, ruhunun en gizli bölümlerine hapsediyordu. O sırada, Cliff, büyük bir sessizliğe gömülmüştü. Lanet olası! Ne zaman bir işe yaramıştı ki? Sırtını Albert’a dönmüş, yeniden uyuma işine devam etmeye başlamıştı. Biraz homurdandıktan sonra Albert’da gözlerini kapattı, Carmelita’yı düşünerek uykuya daldı.

Akşamüstü ~

“Lanet olsun, pislik. Ne yapacağız burda? Yoksa, yoksa Yasak Orman'daki hareketlilikleri gözlemeye mi geldik? Eğer bunu yapacaksak, daha iyi bir fikrim var; Yasak Orman'a gidelim.”
“Hayır, Ben. Biraz bekle, nasıl olsa göreceksin.”

Güneş, yerini aya ve yıldızlara bırakmaya hazırlanıp, yavaşça ortalıktan kaybolurken, iki kardeş Eski Rahathane’ye doğru gidiyordu. Albert, Cliff’in onu neden rasathaneye götürdüğünü bilmiyordu. Ama şüphelendiği bir şeyler vardı. Carmelita’yı sevdiğini söylediğinden beri, Charles ona tek bir kelime etmemişti. Sadece sert bakışlar atıyordu ve konu ne zaman sevgili meselesinden açılırsa, ateş saçan gözlerle bakıyor, sessizliğe devam ediyordu. Yol boyunca Albert birçok soru sormuştu, ama Cliff, o soruları da cevapsız bırakıyordu. Sonunda rasathaneye –Hogwarts’ın en yüksek yerine- geldiklerinde, durdular. Cliff, Albert’a doğru iyice yaklaştı ve Albert’ın hiç beklemediği bir anda, ona kafa attı. Albert, alnında hissettiği acıyla yere yığılırken, artın az önceki düşüncesinden emindi. O da Carmelita’yı seviyor. Bir anda nefretle dolmuştu. Carmelita söz konusu olunca, her şeyi unutabiliyordu. Ayağa kalkarken sağ elini yumruk hâline getirdi. Kalkar kalkmaz, hiçbir şey söylemeden, tüm gücüyle Charles’ın yanağına doğru sert bir yumruk attı. Az önce kendi düşüşündeki sahne bir başka kişiyle tekrarlanmıştı. Cliff zemini boylarken, Albert öfkeli bir sesle konuştu. “Üç yıl… Üç yıldır seviyorum onu! Sen… Sen ona nasıl o gözle bakabilirsin?” Yerde yatan ağabeyine bakarken, beyni, o kişinin ağabeyi olduğunu unutmuştu. İki kardeş, büyük bir kavgaya başlamıştı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Izaac Eitan

GezginGezgin
Izaac Eitan



Mücadele Tarafı : .

Kahrolası Bir Durum Empty
MesajKonu: Geri: Kahrolası Bir Durum   Kahrolası Bir Durum EmptyPtsi Ağus. 17, 2009 7:01 pm

“Üç yıl… Üç yıldır seviyorum onu! Sen… Sen ona nasıl o gözle bakabilirsin?”
Cliff artık emindi. Benjamin, aptalin tekiydi. Biri on beş, diğeri on altı yaşındaki iki delikanlı, şimdi oturup da ben bu kadar seviyorum, sen daha az seviyorsun tartışması mı yapacaklardı? Charles, hayatında daha önce kardeşini bu kadar aşağı gördüğü başka bir zaman hatırlayamıyordu. Carmelita'ya olan ilgisinin, onu böyle bir duruma getirdiğine kendisi de şaşıyordu. Ne de olsa, tek ailesi olan Benjamin'e kafa atmıştı. Dramatik pembe diziler gibi ilerlediğini düşünüyordu bu olayların. Ağır ağır doğrulurken, sol eliyle aynı yanağını hafifçe sıvazlıyordu. Acısı katlanamayacak derecede değildi; fakat maneviyatı, işte bu zoru bir şeydi. Yine de kardeşine hak veriyordu, ilk saldıran Charles'dı. Ama Charles da kendine göre haklıydı ki bu kararını değiştirmeye de niyeti yoktu. O, benim. Beyniyle karşılıklı konuşurken, Benjamin'e ikinci defa saldırmayı düşündü, fakat bu fikrinden vazgeçti. Birbirlerini dövmeye başladıkları zaman büyük ihtimalle ikisi de bir üstünlük sağlayamayacaklardı. Çünkü, fizikî açıdan neredeyse eşit güçteydiler. İkisi de bunun bilincindeydi ve Eski Rasathane'de, bir süre öylece dönedurdular. Sonra Charlie aniden durdu, hemen akabinde Benjamin de dönmeyi kesti. Parodi filmlerindeki gibi başının döneceğini düşünüyordu, ama öyle bir şeyle karşılaşmadı ve bunu umursamadam konuşmaya başladı, ''Sen bir gerizekalısın, Benjamin. O kahrolası üç yıl içerisinde daha önceden söyleyeseydin, bende işler çıkmaza girmeden önce kendimi dizginleyebilirdim.'' dediklerinde tamamen ciddî ve samimiydi. Belki, her şey iyice derinleşmeden önce bu olayı kapatabilirdi Charlie, ama şimdi her şey çok daha zordu... Benjamin de bunun bilincinde olmalıydı. Ama olmaması durumunda Charles için hiçbir şey değişmeyecekti çünkü zaten hiçbir katkısı dokunmuyordu Ben'in. Elini cüppesinin cebine attı. Cebinde hissettiği sertlik ile asasını aldığını anladı ve hiç istemese de içine bir rahatlık geldiğini gördü. Bunu düşününce, bu akşam çok tuhaf şeylerin olacağını anladı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Albert Benjamin Caldwell

VII. SınıfVII. Sınıf
Albert Benjamin Caldwell



Mücadele Tarafı : Zıpırlık.
Kan Durumu : Muggle doğumlu.

Kahrolası Bir Durum Empty
MesajKonu: Geri: Kahrolası Bir Durum   Kahrolası Bir Durum EmptyPtsi Ağus. 17, 2009 10:14 pm

Hiçbir şey söylemeden, Charles’a bakmaya devam ediyordu. Mavi gözleri, ağabeyinin üzerine kenetlenmişti. Yavaşça, birbirleri etrafında daire çizerken, hiç konuşmadılar. Konuşmalarına da gerek yoktu. Burada böyle durup, neyin kavgasını yapacaklardı? Carmelita, iki çocuğunda kendisine sırılsıklam âşık olduğunu bilmedikçe, onların bu kavgası ne işe yarayacaktı? Albert, beynindeki soruları cevapsız bırakıyordu. İçindeki aslan, saldırmak istiyordu. Charles’a vurmak, hiç durmadan, sürekli vurmak ve onu bayıltana kadar dövmek istiyordu. Ama nasıl yaptığını bilmediği hâlde, bu isteğine karşı koyuyordu. Charlie, bir anda durunca Albert’da durdu ve mavi gözleriyle, delercesine ona bakmaya devam etti. “Sen bir geri zekâlısın, Benjamin. O kahrolası üç yıl içerisinde daha önceden söyleseydin, bende işler çıkmaza girmeden önce kendimi dizginleyebilirdim.” Her şeyi bu kadar kolay mı sanıyordu, Cliff? Kafasında beyin yerine bir odun mu taşıyordu? Onu en yakın arkadaşlarından biri olarak gören bir kıza, ‘biliyor musun, sen beni arkadaşın olarak görüyorsun ama ben sana âşığım,’ mı diyecekti? Cliff, hiçbir şeyden anlamıyordu. On beş yıllık kardeşini yeterince tanıyamayacak kadar aptal mıydı? Albert, bundan emindi. Yüzünde anlamsız bir ifade varken, kızgın sesini, Cliff’in kulaklarına ulaştırdı. “Kolay mı sanıyorsun, ha? O beni dostu olarak görürken, benim onun karşısına çıkıp senden hoşlanıyorum dememi mi bekliyorsun? Bunu düşünebilecek kadar aptal mısın sahiden?” Eli, istemsizce cebindeki asasına gitti. Göz ucuyla Charles’a bakarken, onun da aynı işlemi gerçekleştirdiğini gördü. Az sonra ağabeyine birkaç büyü savuracağı düşüncesi, garip hissetmesine yol açmıştı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Carmelita D'alora

Şu an Muggle'sınız. Lütfen bir rütbe edinin.Şu an Muggle'sınız. Lütfen bir rütbe edinin.
Carmelita D'alora



Mücadele Tarafı : Redimus.
Kan Durumu : Melez.
Patronus : Su Samuru.

Kahrolası Bir Durum Empty
MesajKonu: Geri: Kahrolası Bir Durum   Kahrolası Bir Durum EmptySalı Ağus. 18, 2009 1:13 am

Güneş umarsızca bulutların arkasına saklanırken sanki biri onu çağırmış gibi ayaklanmıştı Carmelita. Gölgeler dağılarak koyulaşıyor, akşam vakti yerini geceye bırakıp bırakmamak konusunda karar vermeye çalışıyordu. İçindeki sıkıntıya anlam veremiyordu ama kendine yalnız kalabileceği bir yerler arıyordu. Göl kenarı bunun için gereğinden fazla kalabalıktı. Eski rasathaneye doğru ilerlerken bedenini saran korkuya anlam veremiyordu. Bir yanı oraya gitmemesi gerektiğini fısıldıyor, diğer yanı ise ısrarla gitmesi gerektiğini haykırıyordu. İlk defa bu kadar kararsız kalmıştı. Sadece eski bir rasathaneydi. Orada onu bekleyen kötü ne olabilirdi ki? Gerçi onun için farklı ve özel bir anlam taşıyordu. Priscilla ile burada birbirlerine bağlanmışlardı. Bundan utanmıyor ya da o güne lanetler etmiyordu. Çünkü bağlandığı kişiyi seviyordu. Ne kadar birbirlerine zıt binalarda olsalar da ortak noktaları elbet çıkıyor ve birlikte geçen günler onları daha da çok bağlıyordu. Şuan onun yanında olmayı isterdi. İçindeki bu tuhaf sıkıntıyı söküp atmayı elbet başarabilirdi ama yoktu. Bugün içine hapsolduğu bu yalnızlıkla kendisi boğuşacaktı.

Eskimiş merdivenlerden hızlı adımlarla çıkmaya başlamıştı. Sanki onu bir şey bekliyordu ve ona biran önce ulaşmak istiyordu. Son basamağa geldiğinde karşılaştığı manzaraya şaşırarak birkaç basamak geriledi. Aslında neden bu kadar şaşırdığını bilmiyordu. İki kardeş birlikte eski rasathaneye gelmişti. Bunda yanlış olan ne vardı ki? Carmelita görünmemeye dikkat ederek onları tam görebileceği bir yerde durdu. Gördüklerine anlam veremiyordu. Charles durup dururken Albert’a vurmuştu. Onun yere düştüğünü gördüğü an yanına gitmek ve aralarındaki problem her neyse böyle halledemeyeceklerini söylemek istiyordu ama yapamadı. Onları böyle gizlice izlemek çok yanlıştı ama aralarındaki sorunun kaynağını çok merak ediyordu. Hiç beklemediği biranda Albert yerinden kalkmış Charles’ın yanağına bir yumruk atmıştı. Carmy istemsizce tek gözünü kapatmış ve suratını ekşitmişti. İkisini bu şekilde görmekten hiç hoşlanmıyordu. Onlar birbirlerine destek olmak yerine kavga ediyorlardı. Aralarını bozmuş olan her neyse Carmy ona içinden lanetler ediyordu.
“Üç yıl… Üç yıldır seviyorum onu! Sen… Sen ona nasıl o gözle bakabilirsin?”
Duydukları bir bıçak gibi saplanmıştı kalbine. Sevdiği çocuk başka birine aşıktı öyle mi? Hem de üç yıldır ki yanlış anlamadıysa iki kardeş aynı kıza aşık olmuşlardı. İki kardeşin bulunduğu durum içler acısıydı peki ya kendi durumuna ne demeliydi? Onu karşılık beklemeden sevmişti, bağlanmıştı. Albert’ın en yakın arkadaşını sevmesini beklemek saçmalık olurdu. Neden Carmelita buna zamanında dur diyememişti? İçindeki bu aşkı neden büyütmeye devam etmişti? Bir umuttu belki. İşte bu sözlerden sonra o da yok olmuştu. Albert başkasını seviyordu.
''Sen bir gerizekalısın, Benjamin. O kahrolası üç yıl içerisinde daha önceden söyleyeseydin, bende işler çıkmaza girmeden önce kendimi dizginleyebilirdim.''
Charles ile aynı durumdaydı. Albert bunu bizden neden gizlemişti ki? Neden birine âşık olduğunu söylememişti? En yakın arkadaşları olarak birbirimizden gizlediğimiz hiçbir şey yoktu ama sanırım Albert hayatının aşkını bizden saklamayı uygun görmüştü. Gözyaşlarına engel olamıyordu. Onun açtığı bu yarayı nasıl kapatmayı başarabilecekti? Onunla ilgili hayal kurmayı kendine nasıl yasaklayabilecekti? Bilemiyordu. Hiçbir sorunun yanıtını bilemiyor, düşünemiyordu.
“Kolay mı sanıyorsun, ha? O beni dostu olarak görürken, benim onun karşısına çıkıp senden hoşlanıyorum dememi mi bekliyorsun? Bunu düşünebilecek kadar aptal mısın sahiden?”
Dost mu? Albert dostuna mı âşık olmuştu? Onun ben, Isadora ve Tristan’dan başka yakın arkadaşı yoktu ki? Bu kişi Tristan olamayacağına göre geriye kendisi ve Isadora kalıyordu. Albert’ın ona hiç o gözle bakmadığını biliyordu. Buna emindi. İşte bir büyük darbe daha. O Isadora’ya aşıktı. Hem de üç yıldır süregelen bir aşk. Bu kadarı gerçekten fazla olmuştu. Hem de çok fazla. Duyduklarını zihninden nasıl silebilirdi? Peki ya zihninden silse bile kalbine açtığı o derin yara nasıl kapanabilirdi? Isadora onun kardeşiydi. Onları el ele düşünemiyordu. Her gün yeni bir eziyet, yeni acılarla doğacaktı güneş. Bu saatten sonra yaşamak istiyor muydu? Hayır, kesinlikle hayır. Yerin bin kat dibine batmak ve her şeyi unutmak istiyordu. En kötüsü ise Charles’de Isadora’ya âşıktı. Bu işin sonu nereye varacaktı bilemiyordu. Gözyaşları ise sel olup akmaya devam ediyordu. Priscilla… Sana ihtiyacım var. Yanımda olmalısın, beni bu iğrenç durumdan çekip çıkartmalısın.

Neden ihtiyacı olduğundan kimse yanında olmuyordu? Neden? Carmelita içine attığı hıçkırıklarına daha fazla hâkim olamayıp bir feryat kopardı ve olduğu yere çöktü.
“Carmelita!”
"Carmelita!"
İkisi de onu fark etmişti ama umurunda değildi. Evet, her şeyi duymuştu. Zaten buradan sessizce kaçıp gitse de hiçbir şey eskisi gibi olamazdı. Duyduklarını duymamış gibi yapamaz, sahte gülücükler saçamazdı etrafına. Onu fark etmeleri iyi olmuştu. Hem de çok iyi. Aralarındaki bu küçük sırra birisi daha ortak olmuştu işte. Carmelita yüzünü ellerine gömdü ve ağlamaya devam etti. Kendini durduramıyordu, acısını içine atmak yerine haykırıyordu işte. Gecenin karanlığını delip geçen haykırışları acılıydı ama kimse onun acısına ortak olamazdı. Kimse hissedemezdi…
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://sihirdunyasi.roleplaylife.net/lejant-f86/carmelita-d-alor
Izaac Eitan

GezginGezgin
Izaac Eitan



Mücadele Tarafı : .

Kahrolası Bir Durum Empty
MesajKonu: Geri: Kahrolası Bir Durum   Kahrolası Bir Durum EmptySalı Ağus. 18, 2009 4:23 pm

“Kolay mı sanıyorsun, ha? O beni dostu olarak görürken, benim onun karşısına çıkıp senden hoşlanıyorum dememi mi bekliyorsun? Bunu düşünebilecek kadar aptal mısın sahiden?”
Benjamin, bu konuda haklıydı. Gidip de en yakın arkadaşına böyle bir şeyi kolay kolay söyleyemezdi tabii. Fakat bir sorun vardı ki o da, Charles söyle derken Carmelita'yı değil de kendisini kastetmişti. Ama bunu ona açıklaması, bu gergin ve ciddî ortama uymayacak gibiydi. O da susup kardeşine sert bakışlar atmaya devam etti. Her an birbirlerini boğazlayacak gibi duruyorlardı, ikisi de öfkeden bir köpek gibi yüksek sesle soluyordu. Çatık kaşlarının altındaki masmavi gözleri Ben' bakıyor; ama onu görmüyor gibiydi. Düşüncelere boğulup gitmişken sık sık olurdu bu Charles'a. Dikkatini toplayamaz ve boş gözlerle bir yerlere dalardı. Şimdi de dalmıştı işte. Düşünüyordu, tek yakınına bir lanet yollayıp yollayamayacak kadar âşık olup olmadığını düşünüyordu. Daha önce de sevgilileri olmuş Charlie için, Carmelita'yı bu kadar önemli kılan neydi? Bilmiyordu, ama öyleydi işte. Asasını tam cebinden çıkarıyordu ki bir ses duydu. Benjamin'e ait olamayacak kadar ince bir ses, bir feryattı bu. Kafasını sesin geldiği yöne doğru çevirdi, Benjamin'in de aynı şeyi yaptığı gördü. Gözleriyle rasathane merdivenlerini incelerken, birini tespit etti gözleri. Benjamin de aynı kişiyi görmüş olacak ki, aynı anda bağırdılar,
''Carmelita!''
''Carmelita!''
Evet, karşılarında duran kız; Carmelita D'alora'dan başka biri değildi. Gryffindor'un güzel kızı... Ve can ciğer iki kardeşin birbirlerine girme sebebi. Charles, ne yapacağını bilemez vaziyette Carmelita'ya doğru ilerlemeye başlamıştı. O sırada Benjamin de hemen bitişiğinde yürüyordu ama şuan o umurunda bile değildi. Önemli olan tek şey, Carmelita'nın burada oluşuydu. Ağlıyordu, acaba duymuş muydu? Ya da ne kadarını durmuştu? Carmelita'ya doğru eğilirken, düştüğü durumun aptallığına ağlamak istiyor gibiydi. ''Carmelita, n'oldu sana?'' dedi Charles, kızın onları duymamış olmasını umarak. Ama bunun çok küçük bir ihtimal olduğunu, hatta hiç olamayacağını adı gibi biliyordu. Kahretsin, dedi içinden. Bu akşam farklı şeylerin olacağından emindi, evet. Fakat böyle bir şeyin gerçekleşmesi aklının ucundan bile geçmiyordu. Şimdi içini bir korku kaplamıştı. Ya ikisinden birini seçecekti, ya da ikisini de seçmeyecekti. Her iki durumda oldukça zordu. Yutkundu ve ağlamaya devam eden Carmelita'ya çevirdi gözlerini.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Albert Benjamin Caldwell

VII. SınıfVII. Sınıf
Albert Benjamin Caldwell



Mücadele Tarafı : Zıpırlık.
Kan Durumu : Muggle doğumlu.

Kahrolası Bir Durum Empty
MesajKonu: Geri: Kahrolası Bir Durum   Kahrolası Bir Durum EmptySalı Ağus. 18, 2009 9:13 pm

Hırlarcasına çıkan nefesi, öfke kusuyordu. Charles, onun tek yakınıydı. Kan bağı olduğunu bildiği, tek kişiydi. Şimdi, ona birkaç büyü savurmanın eşiğindeydi, öyle mi? Onunla bu duruma geleceği, aklının ucundan bile geçmemişti. Ondan bu kadar nefret edeceği, yüzündeki o ifadeyi bozmak isteyeceği, onu dövmek isteyeceği… Tüm bunları, bir kız için yapacağı… Beyni, artık yapması gereken işi gerçekleştiremiyordu. Bir çıkış yolu olmalıydı. Bu işin bir çözümü olmalıydı. Ama yoktu, yoktu işte. Ne kadar düşürse düşünsün, aklına hiçbir şey gelmiyordu. Şimdi bir ağabey-kardeş gibi Charles’la konuşmak istese de, ses telleri buna izin vermiyordu. Konuşmaya çalıştığında kelimeler boğazına düğümleniyor, ağzından çıkamıyordu. Asasını çıkarttı ve dosdoğru Cliff’e yöneltti. Büyü isimleri, hafızasından silinmişti sanki, asası öylece duruyordu. O sırada ince bir ses duydu. Bir kıza ait olduğu belli olan bir feryat. Rasathanenin merdivenlerinde biri vardı.

“Carmelita!”
“Carmelita!”

Ve işte az önce yaşananların sebebi olan, iki kardeşin birbirlerini boğazlamasına neden olabilecek kadar güzel olan kız orada duruyordu. Önce, şok içinde olduğu yerde kalakaldı. Sonra, sonra da bir şey yapamadı. Charles’ın kızın yanına gittiğini görüyordu. Onu görünce, kendisi de Carmelita’nın yanına ilerledi. Kız ağlıyordu. Albert, konuşulanları duyduğuna emindi. Şimdi, o üç yıldır sakladığı gerçek, su yüzüne çıkmıştı. Cesaret edipte Carmelita’ya bir türlü söyleyemediği onu sevdiği gerçeğini, kızda biliyordu artık.

“İyi misin, Carmelita?” Ağabeyinden sonra konuştu ve eğilerek Carmelita ile göz göze gelmeye çalıştı. Onun gözündeki yaşları görünce, tuhaf hissetti kendini. O akan gözyaşlarına sebebiyet vermek… Bu düşünce onu delirtebilirdi. Ondan özür dilemek istiyordu. Onu ağlattığından dolayı. Aslında, en yakın arkadaşı bildiği birinin, ona âşık olmasından dolayı. Bunca yıldır bunu söyleyemediğinden dolayı. Kendini durdurmadığından, hayaller kurmasından dolayı. Carmelita’nın, kendisiyle bir daha asla konuşmaması için o kadar çok sebep vardı ki. Bu, Albert’a acı veriyordu. En kötüsü, kızın az sonra Charles ve Albert arasında bir seçim yapacak olmasıydı. Belki ikisini de seçmezdi. Bu, Albert için, Charles’ı seçmesinden daha iyi olurdu. Ama zor ve acı verici olacağı kesindi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Carmelita D'alora

Şu an Muggle'sınız. Lütfen bir rütbe edinin.Şu an Muggle'sınız. Lütfen bir rütbe edinin.
Carmelita D'alora



Mücadele Tarafı : Redimus.
Kan Durumu : Melez.
Patronus : Su Samuru.

Kahrolası Bir Durum Empty
MesajKonu: Geri: Kahrolası Bir Durum   Kahrolası Bir Durum EmptyÇarş. Ağus. 19, 2009 11:17 pm

''Carmelita, n'oldu sana?''
“İyi misin, Carmelita?”
Hiç olmadığı kadar kötüydü. Ne demesi gerektiğini bilmiyordu. Ellerine gömdüğü yüzünü hafifçe kaldırdı ve ıslanmış yüzüyle iki kardeşi süzmeye başladı. Kaderleri ne kadar da kötüydü böyle. İkisi de aynı kıza deli gibi âşık olmuşlardı. Isadora'ya. Biricik kardeşine. Albert'a nasıl bu kadar bağlandığını bilemiyordu. Birbirinden güzel hayallerle avutmuştu bu zamana kadar kendini. Peki ya şimdi geriye ne kalmıştı? Neyle mutlu olmayı başaracaktı? Tekrar nasıl beraber olabileceklerini düşünebilirdi? İkisinin de yolları ayrıydı. Hiç bir zaman çakışamayacak iki ayrı yol.

"Hiç... Hiçbir şey olmadı. Ben iyiyim. Özür dilerim. İstemeden konuşmalarınızı duydum. Sizi gizlice dinlememem gerekirdi." Yaptığı şeyin üzerindeki eziklikle boynunu eğmiş, durmadan kıpırdanan ellerine bakıyordu. Kendini suçlu hissediyordu. Bunu hiçbir şey değiştiremezdi. Duymaması gereken şeyleri duymuştu. Önüne düşen saçlarını geriye attı ve devam etti.
"Sadece, bunu bizden neden gizledin Albert? Neden Isadora'yı sevdiğini bizden sakladın? Senin en yakın arkadaşların olduğunu ve aramızda hiçbir şeyin saklı kalmadığını düşünüyordum. Bilmemesini gerektiğini söyleseydin Tristan'da, bende ağzımızı kapalı tutmayı bilirdik." Bakışlarında saflığın ışığı kalmamıştı. Sinirden alev alev parlıyordu gözleri. Bakışlarının delip geçmesini, acı çekmesini istiyordu. Ona çektirdiği acıların yanında hiç kalacaktı bu. Peki, şimdi ne yapmalıydı? Gereken her şeyi söylememiş miydi zaten? Burada daha fazla durmasının bir anlamı yoktu. O anda tuhaf bir şekilde zıt yöne, Charles'ın yanına doğru ilerlemeye başladı. Tam yanında durdu ve kolunu sıvazladı. Onu teselli etmeye çalışıyordu. Eminim onun canı da acıyordu. Hem de çok. Kardeşiyle aynı kıza âşık olmaları korkulu bir rüya gibi olmalıydı ama tek farkı bu gerçekti.
"Üzülmemelisin. Her ne olursa olsun birbirinizin yanında olmanız gerekiyor."

Evet, şimdi gitmemesi için hiçbir sebep kalmamıştı. Albert'in yüzüne bakmamaya özen göstererek yanlarından süzülüp geçti. Boğazındaki yumru bir türlü geçmek bilmiyordu. Canının acısı ise hiçbir şeyle ölçülemezdi. Aşkını kalbinden söküp atacaktı. Buna karar vermişti. Ne kadar acı çekse de umurunda değildi. Bu aşktan, vazgeçecekti. O an sıcak bir elin kolunu kavradığını hissetti ama dönüp bakmaya korkuyordu. Kimdi? Kim olmasını isterdi? Ne olursa olsun Albert’in kızı sevmediği gerçeğini değiştiremezdi. Öylece kalmıştı. Konuşmalı mıydı yoksa kolunu elinden kurtarıp arkasına bakmadan yürümeli miydi? Gitmek istemiyordu. Bir şeyler duymak, yanlış anladığını söylemelerini istiyordu. Bu da boş bir bağlanıştı ama son ışığıydı. Son sözlerle ya altında kaldığı yükten kurtulacaktı ya da ezilmeye devam edecekti.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://sihirdunyasi.roleplaylife.net/lejant-f86/carmelita-d-alor
 

Kahrolası Bir Durum

Önceki başlık Sonraki başlık Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 2 sayfasıSayfaya git : 1, 2  Sonraki

 Similar topics

-

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Kurgular Sayfası-