AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  
Son Konular
Konu
Tarih
Yazan
Yabani Otlar
Bir Kulüp Mü Kuruluyormuş | Bir Tıkla Bakalım!
- Duyuru Panosu -
Işık Tapınağı
Model Değiştirme
Model Başvuruları
Debbie'nin Grafik Galerisi *yeni
' Cuteness s i g n a t u r e s.
La Révolte
Özel Model Başvuruları
Salı Mart 15, 2016 10:01 pm
Ptsi Şub. 22, 2016 12:43 am
C.tesi Ekim 02, 2010 11:08 am
Perş. Eyl. 30, 2010 11:07 pm
Perş. Eyl. 30, 2010 10:04 pm
Perş. Eyl. 30, 2010 6:40 pm
Çarş. Eyl. 29, 2010 8:37 pm
Çarş. Eyl. 29, 2010 8:25 pm
Çarş. Eyl. 29, 2010 6:13 pm
Çarş. Eyl. 29, 2010 4:35 pm












Paylaş
 

 Huzur

Önceki başlık Sonraki başlık Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Nicholas Portmow

Şu an Muggle'sınız. Lütfen bir rütbe edinin.Şu an Muggle'sınız. Lütfen bir rütbe edinin.
Nicholas Portmow



Mücadele Tarafı : Karanlık.
Rp Sevgilisi : Daha durun yeni geldik
Kan Durumu : fuckin jesus bilmem ne
Patronus : Tilki

Huzur Empty
MesajKonu: Huzur   Huzur EmptyPaz Mayıs 16, 2010 3:02 am

Rp Oyuncular:Dominique Lûthien, Nicholas Portmow

Mekan:Göl Kenarı

Zaman:Bir Bahar Akşamı

Hava:Açık ve Ilık



Hafif bir esinti, ay ışığı, yepyeni bir gece ve hatırlanabilecek her hatıra. Bir insan daha fazla ne isteyebilirdi ki? Umut ister belki, hayal kırıklıkları için, mutluluk belki ya da kuytu bir yer hayattan saklanabilmek için ama aynı zamanda hayatı iliklerinde hissedebilmek için. Bir yaşama sırasında yapabileceği en iyi şey herhangi bir insanın, buydu. İstemek ve elde etmek ve sonra tekrar istemek ta ki ölüm gelip onu alana kadar. Fark ederdi işte o zaman insan hayatının boşa geçtiğini. Bu seyirlik şey sona ermişti. Hâlbuki ne kadar da çabuk geçmişti değil mi? İsteyeceği o kadar çok şey vardı ki insanın, henüz yarısını dahi elde edememişti. Ölüm bunun için gelirdi zira, her şeyi elde edemeyeceğini göstermek için, anlaması için gerçeği, huysuz bir çocuktan öte bir şey olamadığını. Bunu ölümden önce anlayanlar sevgiyle kucaklarlardı ölümü. Diğerleri ise işte onlar sadece diğerleriydi ve bütün hayatları boyunca diğerleri olmaktan öteye gidememişlerdi. İşte bu yüzden, geldiğinde ölüm, tanıyamamışlardı eski dostlarını. Ölüm ve yaşam, başlangıç ve son ikisi de aynı şeylerdi. İnsan başlangıçta neyse sonda da aynı olurdu. Tek fark bazıları bunun farkında olurlardı, bazıları olmazdı.
Peki, ben ne istiyordum bu gece hayattan? Ah, elbette ki çok şey değil ama doğamın gereği, her insan gibi bende bir şeyler istiyordum hayattan. İstemeliydim zira, aksi takdirde nasıl bir insan olurdum? Huzur istiyordum hayattan, sadece bu gece için, zamanın sadece çok küçük bir dilimi olan bu gece için küçük bir çocuğun huzurunu istiyordum. İstediği oyuncağa sahip olmuş bir çocuğun uykusundaki huzuru istiyordum. Ama yo hayır nasıl elde edebilirdim ki? İyi biri olamamıştım ben hayata karşı. Belki varlığımın bencilliği reddediyordu başka bir duyguyu yanına. Her zaman aklımı kurcalayan bir şeyler olmak zorundaydı. Gözlerimi kapattığımda, tekrar açmam için beynimi tırmalayan bir şeyler olmalıydı. Olmasaydı eğer ben, ben olmazdım. Oysa ne kadar da isterdim herhangi başka biri olmayı. Ben olmaktan bıktığım bir geceydi işte bu gece. Evet, biliyorum sıradan bir geceyi böyle tarif etmek tam da bana göre bir şeydi. Kimisine göre güzel görünecek bir gecenin, içerebileceği o kadar çok güzel anlam varken, onu alıp bu şekle sokmak tam da bana göre bir meşgaleydi.
Beni neyin huzursuz ettiğini çok iyi biliyordum. Kafamı kurcalayanın, huzurumu erteleyenin ne olduğunu çok iyi biliyordum. Gözlerimi kapattığımda her seferinde, kontrolümü yavaş yavaş yitirmeme neden olan şeyi görüyordum. Dağınık saçlarıyla karşımda durmuş, bana bakıyordu ve her seferinde reddediliyordum. Her seferinde istediğini elde etmiş olan ben bu sefer elde edemiyordum ve nedenini anlayamıyordum. Gerçekleşmemiş bir şey için neden korkuyordum. Ya da neden reddedilmekten korkuyordum. Beynimin bir yarısı sadece kontroloümü dah fazla kaybetmekten endişelenirken, hiç istemediğim diğer yanı daha da yüksek bir sesle reddedilmekten korkuyordu. Halbuki herhangi birine herhangi bir şey teklif etmeyecektim. Yapmayacaktım işte! Yine de içten içe kendimi kaybettiğimi ve yapacağımı biliyordum. Daha birkaç ay öncesinde nefret ettiğim birisine kendimi sevdirmeye çalışıyordum ve elbet bir gün ona birliktelik teklif edecektim. Kahretsin! O kadar acınasıydım ki ve o kadar güçsüzdüm ki, duygularımın yerine mantığımın egemen olmasını sağlayamıyordum. Kendi iç karmaşamda kaybolurken birazcık huzuru nasıl elde edebilirdim ki? Lanet olsun sevmekten nefret ediyordum. Ama Seviyordum işte, ya da hissettiğim bu şey sevgiydi. O kadar yabancıydı ki bana kabullenemiyordum. O kadar bağımsızdı ki kabul edemiyordum.
Kafamı iki saattir boş boş baktığım kitaptan kaldırıp önümde uzanan göle baktım. Başka şeyler düşünmeye çalışıyordum. İmkânı olmayan bir şeydi bu. Ne düşünmeye çalışsam bir şekilde konu ona geliyordu. Sorun şuydu ki gerçekten de birisini sevmeye başladığıma inanamıyordum. Hatta herhangi birisini değil, onu sevmeye başladığıma inanmıyordum. İnanamadığım için kabullenemiyordum. Oluyordu işte. Bu yüzden bu gece buraya gelmiş, bu düşüncelerden kurtulmak istemiştim ve sadece yalnızlık istiyordum artık.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Dominique Lûthien

VII. SınıfVII. Sınıf
Dominique Lûthien



Kan Durumu : Kirli.
Patronus : Karga.

Huzur Empty
MesajKonu: Geri: Huzur   Huzur EmptyPaz Mayıs 16, 2010 4:07 am

Herşeyin umutsuzca can bulduğu gecede, tünediği ağaçtan dünyalarını seyrediyor, berrak ve sorunsuz gibi görünen gecede elindeki vişneleri miğdesine indiriyordu. Kişi isteyince yaşam ne kadar basit, sade oluyordu ve her şey istemek ile başlıyordu. Ne zaman bu kadar kolay olanı istemişti, unutmuştu ve ne zaman en zora eşlik etmeye başlamıştı, bilmiyordu. Aldığı derin nefes ile burnuna taze şeftali kokusu gelmişti, baharın varlığı, taze kuş sesleri, hepsi gecenin aralığıydı. Beynini durdurmak için geceleri kaçtığı Hogwarts, derinlerde bir yerde saklanıyordu ve deli gibi akan düşünceleri, bir yılanın zehrini taşıyan sözlerinde hayat bulmayı bırakmıştı bir süredir. Tüm delilikleri içine çekiliyordu çünkü acıları onu yavaş yavaş terk ediyordu. Onu mahveden ve çürüten eziyet kalkarak, yerini suskunluğa terk ediyordu. Kimse ile konuşmayı kabul etmemeside bundan kaynaklanıyordu, söyleyecek sözleri kilitlenmişti. Gitmek zorundaydı, bir şekilde buradan kaçmak çünkü sevmeyi öğreniyordu yine ve yine... Annesini ne kadar seviyordu küçükken ama o, onu bırakmıştı, despot bir Şamana emanet edip gitmişti. Şimdi sebepler ve nedenler bulmak isteyen bedenine kızıyor, canını acıtmak istercesine koluna yapışmak ve sıkmak istiyordu ya da ağlamak dünyada ki mugglelar gibi... Kaç kişi sevdiğini bile bile böyle öldürür, kaç kişi geceye bedenini mahkum ederek kötülüğe habis olurdu. Okulda yaptığı tüm şımarıklıkların tek nedeni annesinin dikkatini üzerine çekmekti, şimdi ondan bile vazgeçicek kadar korkuyordu çünkü sevgi ile burun buruna geliyordu. Tüm hırçınlıklarını söndürebilecek bir gerçek ile... Rüyalar ve geçmişten çıkanlar, bedenini zincirlere vurmaya başladığında hıçkırık gibi bir ses boğazından dünyaya nüans etti. Her yolu dönüş gibi aynı yerde dolanıyordu, küçüklükte oturduğu camdan annesini bekler ve umut ederdi.... Umut ne nefret edilecek ne bozuk bir duyguydu, kelimelerine kendi döktüğü kezap ile sonsuzluğa uğurluyordu. Kötü değildi ama bir yılanın kötü olması gerekmezdi, yılandı sonuçta. Dışardan bakanın sadece gördüğü korkunç kıvrımlara sahip soğuk yaratık, oysa içinde ne yaşattığını kimse bilemezdi. Bilmek isteyen biri var mıydı? Nicholas... Onu her defasında okulda deli etmiş çocuğun gözleri geliyordu gözlerinin önüne şimdi. Bu okulu ona bir şekilde garip kılıyordu, bazen daha fazladan aza gitmek gerekir. Onlar en azdan değil en çoktan başlayanlardadı. Katıkları her değer biraz küstahlığa bulanmıştı. O yüzden kelimeleri acı ile tatlanıp dimaklarında buruk bir esinti yaratmıştı. Buraya geldiğinde bir başlangıca geldiğini sanmıştı, yanılmıştı. Geçmişi ile hesaplaşmıştı ve bu korkusuz tabloda bir yüz eklenmişti, hayatına. Tanrılar bir renk daha vermişlerdi ama Dominique bu herşeye cevabı olan çocuktan korkuyordu, evet belli etmiyordu ama onu görmesinden ve çözmesinden korkuyordu. Tüm düşünceler hazine gibi onu parlatırken, boğazına düğümlenen nefesi ile olduğu yerde doğruldu ve öksürmeye başladı, o kadar vişnenin sonunda bir çekirdeği boğazına kaçacaktı elbet...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Nicholas Portmow

Şu an Muggle'sınız. Lütfen bir rütbe edinin.Şu an Muggle'sınız. Lütfen bir rütbe edinin.
Nicholas Portmow



Mücadele Tarafı : Karanlık.
Rp Sevgilisi : Daha durun yeni geldik
Kan Durumu : fuckin jesus bilmem ne
Patronus : Tilki

Huzur Empty
MesajKonu: Geri: Huzur   Huzur EmptyPaz Mayıs 16, 2010 5:15 am

Kurduğum bütün hayallerimde o vardı, aklıma gelen her hatıra da o vardı. Bu sessiz gece de hatırladığım tek ses onun sesiydi. O bu gecenin temasıydı, bu seyirliğin senaryosuydu. Biraz hırçınlık vardı, biraz isyan, öfke birazcık ta. Ama en derinde, sığınılabilecek tek liman ve en büyük düşman yalnızlık vardı. Göz yaşları hapsedilmişti umudun en derin zindanlarına ve mutluluk tanınmazlıktan geliniyordu. Sanki çok eski olan ve hatırlanmak istenmeyen bir dost gibi ya da uzaktan bilinen bir aile ferdi gibi. Mutluluğunda biraz yalnız ve mutsuz hissetmesi isteniyordu bu temada. Bu senaryonun kötü adamıydı sevgi ve kazanıyordu da. Çünkü doğası buydu, hakim oluyordu her şeye, her kelimeye. Kimse istemiyordu onu, onsuz her şeyin daha iyi olacağı düşünülüyordu ama yine de varlığını sürdürüyordu. “Ben yaratımın bir gerçeğiyim, siz isteseniz de istemeseniz de, bilincinizdeyim, bütün düşüncelerinizdeyim ve bu ne cürettir ki beni reddedebiliyorsunuz” diyordu onu istemeyenlere. Her kötü adam gibi kibriyle göz kamaştırıyordu bu senaryoda. Israrla anlamsızlaştırmak istediğim bu geceye daha fazla mana yüklüyordu. Beraberinde hüznü ve özlemi de getiriyordu. Hepsini birer birer sokuyordu düşüncelerime. Duygularımı hapsettiğim zindanların her birini açıyordu ve özgürlük veriyordu hepsine.

Oysaki bendim bütün bunların hepsine muktedir olan. Ne ara elimden alınmıştı bu hak ve ne zaman geri gelecekti. Bir açıklama istiyordum sadece, neden hissetmek zorundaydım. Neden anlamak zorundaydım bu senaryoyu? “Kurtarıyoruz aslında biz seni, kendi kendini hapsettiğin zindandan” diyordu duygularım. Ne kadar da küstahça! Ben sizi hapsettim oraya, yoktunuz benim için ve önemsizdiniz her anımda. Ama hayır dinlemiyorlardı. Uzun zaman sonra güneşi görmüş mahkumlardı onlar ve engellenemez bir arzuyla doluşuyorlardı beynime. Hayaller kurduruyorlardı bana, hayal edeceğimi hiç sanmadığım. Ellerini tutuyordum onun hayallerimde ve o kadar sıcaktı ki elleri, sanki yüreği ellerimdeymiş gibi. Ve uzaktan bizi izliyordu sevgi, yüzünde tahammülü zorlayan gülümsemeyle. Bir şeyler anlatmaya çalışıyordu bana. Mutluluğu da almış yanına küçük çocuklarının büyümesini izlermiş gibi izliyorlardı. Büyümek istemiyordum ben. Kendi kendimi hapsettiğimi iddia ettikleri zindanıma geri dönmek istiyordum ben. Huzur vardı orada, bir de yalnızlık. Beni ben yapan her şey varken neden sebebim oluyorlardı değişime? Ah hayaller, ne kadar da güzeller ve ne kadar da uzak durmak istiyordum bu hayallerden. Kendimden mi korkuyordum yoksa hayallerin gerçekleşmemesinden mi? Hayaldi işte onlar, gerçek olmayan şeyler. Ama nasılda gülümseme konduruyorlardı yüzüme, ağlamak isterken ben. Neden olmasın? Diyordu sevgi bana uzaktan. Hayır olmasın, üzüleyim kahrolayım ama sonra unutayım. Döneyim tekrar benliğime, her zaman kimsem o olayım istiyordum. Ama o kadar güzeldi ki o hayaller ve o kadar çekicilerdi ki, ben daha fark etmeden sürükleniyordum. Bir an elini tutarken, bir an saçının kokusunu hayal ediyordum. Gözlerinde kayboluyordum bir süre, sarılıyordum ona süresizce. Hep yanında olmak daha fazla hissetmek istiyordum gittikçe. Artık özgürdü duygularım. Engel olamamıştım ve durduramamıştım hakimiyetlerini. Bedenim hissetmeye açtı sanki. Mantığımın sesi artık güçsüzleşmişti. Dinleyemiyordum onu, ne zaman kulak versem söylediklerine, Dominique’in sesi hakim oluyordu kulaklarıma. Dunyanin en guzel melodisi gibiydi. Dinlemekten sikilmayacagim, hissetmeye doyamayacagim bir sarki gibiydi. Unuttum mantigimi ve sarkiyi dinledim. "Nedir bu aramiza girmeye calisan? Biraksana kendini bana, kirsana tum zincirlerini, seviyorum seni" diyordu. Seviyorum seni ve tum benligini, var olusunun her zerresini, umudunu ve umidini, uzuntunu ve sevincini, ofkeni, nefretini, seni sen yapan her seyi, tum imkansizliginla beraber seni sadece seni seviyordum ve bunu boylece soyleyebilmekten nefret ediyordum.

Boylemi olacakti artik hayatim ve gecelerim. Boyle mi devam edecektim yoluma, hayallerim gerceklesmezse dusmanim mi olacakti artik yalnizlik? Tek dostumdan da nefret mi edecektim. Bunu istemiyordum ama kendime engel olamiyordum. Ah yalnizlik, yanimdasin ama simdiden ozledim seni. Nasil nefret edebilirim ki senden? Nasil sirtimi donup cekip gidebilirim ki? Ama hayat dinlemiyor soylediklerimi. Ben bile dinlemezken kendimi, hayat neden dinlesin ki butun serzenislerimi. O degil mi ki beni bu hale sokan varligimi elimden alip hayallerin sahteligine mahkum eden. Her seyin varligini unutmaliydim. Kendimi hatirlamaliydim bir tek. Ne oldugumu ve nereye gittigimi. Bu yolda kendimi tekrar tekrar kesfetmeliydim. Dogru olan buydu zira.

Bir oksuruk sesiyle kesildi butun serzenisim. Iste yalnizlikta gitmisti bu gece elimden ve hayaller kalmisti bir tek zihnimde. Bir de gecemi daha da mahvedenin kim oldugu sorusu. Kitabimi yere biraktim. Zira bu gecenin en onemsiz faktoruydu. Bir tek kelimesini dahi anlamamistim. Gozlerim devamli ayni sayfada gidip gelmisti. Asam elimde gecenin bu karanliginda etrafa baktim. Isiga ihtiyacim vardi "lumos" dedim ve isik oldu. Gozlerim sesin sahibini ariyordu, vardi ona soyleyecek bir cift lafim. Ne curetti sinsice yaklasip yalnizligimi mahvetmek. "Hadi cik ortaya, bekliyorum seni. Goster bana kendini ki bileyim dusmanimin kimligini"
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Dominique Lûthien

VII. SınıfVII. Sınıf
Dominique Lûthien



Kan Durumu : Kirli.
Patronus : Karga.

Huzur Empty
MesajKonu: Geri: Huzur   Huzur EmptyPtsi Mayıs 17, 2010 7:39 pm

Bir melodi, keskin ve yalnız… Öksürürken gözlerinde yoğunlaşan gözyaşları, hayat gibi ve ölüm gibi... Ne kazanabilirdi, geçmişteki senelerin yoğunluğu, istediği kadar tüm yürekliliği ile ortada dursa, ne olurdu? Ne olurdu, tüm aradığı sorulara cevap bulsa ve uzaklıklarını yok etse? Tüm cevapları bilen gözleri, derin bir acı ile ay ışığıyla karşılaştı. Birden her şey sessizleşmiş ve sadece öksürüğü geceye refakat etmeye başlamıştı. Rüzgâr tüm kıvraklığını kaybetmiş, ölümün o soluk benzi dudaklarına tüm çıplaklığı ile yaklaşmaya başlamıştı, son bir tat için... Kaybediyordu, yaşam ve ölüm... İkisi arasında bedenini kaybediyordu, hiç bu kadar yaklaşmamıştı soluksuz kalmaya, morfinli bir beyin gibi giden her soluğunda başı daha fazla dönüyordu. Ölmek annesine katmerle bezenmiş bir acı sunacaktı belki de ve şimdi ölse belki gittiği yerden görürdü o ağıtı. O zaman huzuru sarardı zehirle örtülmüş bedeni ve kalbi yanan o kordan kurtulurdu belki...

Parmaklarının kaybettiği dokunma duygusu, onu her an ağaçtan aşağı düşürebilirdi, asasına uzanmalıydı, beyni ona bunu emretse de vücudu bu emre itaat etmiyordu. Bunu düşünmek ve karar vermek için bile zamanı yoktu, son bir ışık gözlerine temas ettiğinde, kızgınlıkla çıkan sesin sahibine baktı. Göremedi çünkü ela gözleri iyice yetisini kaybetmişti ışık ile birlikte. Öksürük yavaşça kesilirken dudaklarından bedeni boş bir çuval gibi yuvarlandı ağaçtan aşağıya. Düşerken gülümsedi yaratılmışlığına, uçmak özgürlüktü. Bir gün ayaklarının ve bedeninin bunu hiç büyü olmadan, Dominique’i koyu bir zindana gömerken yapacağını düşünmemişti. Saçlarına çarpan sık rüzgâr gibiydi, gözleri hızla yaklaşan yeri görse de bilinci çok az seviyede açık başka bir diyarda başka bir hayaldeydi.

Küçük sarı saçları yüzüne savrulan, pilili beyaz elbisesi ayaklarına dolanan, çilli burnunu kıvıran ve ağzını açmış güneşi içine çekmeye çalışan bir kız. Güneşin yoğunluğundan o bile gözlerini kırpıştırıyordu, kızın bu huzurlu duruşuna katılmak ve onun gibi ağzını açarak güneşi çekmek istiyordu. Gülümsedi, turuncu gök her yanı kendi rengine ve esintisine bulamıştı, az ilerde akan nehirden çıkan dalgalar, içinde oynaşan yaratıkları gizliyordu. Bu nüans ve tabloya aşık olmamak Dominique’nin elinde değildi. Sıcak kumun yaladığı ayakları ile kızın yanına yaklaşmaya başlamıştı, ona seslenmek ve ona eşlik edip edemeyeceğini sormak istiyordu. Tüm günün sevgisi içine işlemişti, mutluluk ile parıldıyordu güneş gibi ve güneşin önüne geçen bulut ile içine bir fırtına düştü. Gözlerini kırpıştırarak baktı birkaç saniye o dev yakıcı topa ve tekrar başını çevirdi küçük kıza ama gördüğü manzara karşısında tüyleri diken diken olmuştu bile, korku ile açılmış gözlerini nehir kıyısında ki dev timsah ile kıza dikmişti. Bir şeyler yapmalıydı biliyordu, elini üstünde gezdirerek Hırçın Tutku’yu aradı, bulamadı. Giderek kalbinin çarpması hızlanmıştı, dev yaratığın her adımı küçük kızı daha çok olduğu yere mıhlar gibiydi. Düşünmeden çığlık atıp yardım istemek geçti bir an aklından ama bunu yaparsa timsah kıza zarar verebilirdi, sertçe esmeye başlamış olan poyraza kızdı bir an… Çünkü gözlerinin görüş alanını daraltıyordu ama kıza doğru koşan çok yakışıklı bir adamın varlığını görebiliyordu. Birden içine dolan sevinçle “Baba, baba buradayım.” Diye bağırmıştı. Sonra şok olmuş gibi bir iki adım gerilemiş ve başını eğdiği yerden hafifçe doğrultup tekrara karşısındaki olaya bakmıştı; “Nasıl…?” Sesi dudaklarından küçük bir yankı gibi döküldüğünde tüm gerçeklik onu kıskıvrak yakalayarak koşmaya başlamıştı. “Hayır baba, hayır! O tuzak yaklaşma, yaklaşma kaç, kaççççç…” Ve sesi çok geç kalmıştı, dev timsah birden değişerek karanlık bir büyücüye dönüşmüş, sevgili babasını ölümün kollarına itelemişti. Boğazını yakan nefesi ile yere düşerken, güneşe bakan gözlerinden sicim gibi gözyaşları dökülüyordu artık, dizleri yere çöktüğünde tüm Mısır’ı acı çığlığı inletmişti. “Baba, baba ne olur, ne olur ölme! Ben sen olmadan yaşayamam, babaaaa!”

Kaybetmeyi bilmeyen bedenler, acımasızca hayatta dikilirler. Bilenler ise kendilerine demir maskeler örer ki yaklaşan dev bir kayaya çarpsın ve korkarak gerisin geri kaçsın. Dominique’nin ağzından bir gün dökülecek sözler; Ben ölümü defalarca gördüm, birçok defa dans ettim. İnsanların pis yüzlerini kendim kendi ellerimle yıkadım ve fark ettim ki onları yıkadıkça kendim kirlendim. Şimdi akan kanım kir yüklü, belki de bu yüzden kötü oldum. Başkalarının bedenlerini ben arıtmak istedim, Tanrı’ya özenmiş diyebilirsiniz ama Tanrı’nın istediği ya buysa, ya herkesi yaratırken bir diğerlerini arıtmak için yaratmış ve toplayıcıyı acı ile kutsamışsa. Düşünceler bıçak gibidir, vasıfsızlığım belki de buna isyan ettiğim içindir. Kimse görmedi, göremeyecek beni. Ben onlar ne görmek isterse, onu göstereceğim.

Zaman ve düşünceler gerçek yaşama döndüğünde kızın ölüm ile dans eden bedeninde şeytanlar nöbet tutmaya başlamıştı bile ve belki biri sevgisi ile kovardı şeytanları ama şeytanda sevmişti bir zamanlar.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Nicholas Portmow

Şu an Muggle'sınız. Lütfen bir rütbe edinin.Şu an Muggle'sınız. Lütfen bir rütbe edinin.
Nicholas Portmow



Mücadele Tarafı : Karanlık.
Rp Sevgilisi : Daha durun yeni geldik
Kan Durumu : fuckin jesus bilmem ne
Patronus : Tilki

Huzur Empty
MesajKonu: Geri: Huzur   Huzur EmptyPtsi Mayıs 17, 2010 9:13 pm

Kimdi bu? Kimdi yalnizligimi benden alan? Gozlerim ararken bu hirsizi asamin isigiyla, sanki birisi gozume carpti. Sadece oksuruk sesi geliyordu, normal bir oksuruk degildi, zor durumda ki bir insanin oksuruguydu. Neden oldugunu anlamamistim ama biliyordum, gecemi calan hirsiz her kimse zor durumdaydi. Ben daha yanina gidemeden kisi her kimse agactan dustu. Yardim etmeli miydim? Yoksa biraz aci ya da belki olum, benden aldigi seye karsi yeterince adil bir bedel olur muydu bu hirsiza? Her ne olursa olsun bir centilmendim ve sirf bu yuzden gidip kontrol etmeye karar verdim. Ne kadar da garip birisi olmustum son birkac haftada. Onceleri kilimi dahi kipirdatmazdim belki de ama simdi gidiyordum. Yumusamistim, gercekten de tahmin edemeyecegim bir sekilde iyi birisine donusuyordum. Duygular ele gecirmeye basladigindan beri ilk defa bu kadar kesin ve net olarak fark ediyordum, zayifliyordum. Duygularimin benden istedigi seyi yapmaliydim belki de, itiraf etmeliydim once kendime sonra da ona. Tekrar tekrar itiraf etmeliydim kendime onu sevdigimi ve sonra bunu ona soylemeliydim. Yoksa rahat vermeyecektim bu acimasiz duygular mantigima. Onu elde edersem eger, rahat birakacaklarini soyluyorlardi. Ama guvenebilir miydim onlara? Bir gardiyan guvenebilir miydi yillarca iceride tuttugu suclunun asasini boynunda hissettiginde onu oldurmeyecegine? Guvenmeliydi, kacacak sansi yokken, tek sansi karsisindakinin ne kadar insan olduguna guvenmekken tum mantigini unutup guvenmeliydi.

Artik yaklasmistim agactan dusen kisiye ve az cok gorebiliyordum. Sari saclari yuzunun yarisini kapatmis sirt ustu uzaniyordu. Soluk alamiyor gibi gorunuyordu ama daha kotusu bu oydu. Ugruna geceyi lanetledigim, kendimden vazgectigim ve farkli biri oldugum insandi. Yerde oylece uzanan sari sacli guzel bayan Dominique’di. Artik usul usul yurumuyor, kosuyordum. Kosuyordum tekrar beni ben yapabilecek yegane kisiye. Yanina geldigimde hala oksuruyordu aslinda, vucudu kasilmis, yasam savasi veriyordu. Neydi seni olduren Dominique, kimdi seni bu hale getiren? Bunlar geciyordu asam yavasca hareket ederken. Kizin asasi elinde degildi. Kendi binasindakilere bile hic cekinmeden asasini kullanabilirken kimdi onu asasini kullanmaktan men edebilecek kisi? Belki sevdigi birisiydi, ben de ne saniyordum ki kendimi? Onca zaman hakaret ettikten sonra kiminle beraber olacagini saniyordum ki. Ama yine de olmemeliydi. Varligi yetebilirken sadece mutluluguma, kaybedemezdim onu, birakamazdim olumun kucagina. Uyan sana Dominique, acsana gozlerini yasama, uyansana yeni bir hayata, tutsana ellerimi, seviyorum seni. Dusuncelerimin yakarislarini duymak istemiyordum ama oradaydilar. Bilmiyordum butun bunlari sesli soyledigimi. Tek dilegim sadece uyanmasiydi. Hastane kanadina goturmek icin cok gecti. Yetistiremezdim iste bu yuzden kendim yapiyordum buyuyu. Asam isini tamamladiginda, oksurmeye baslamisti tekrar ve bu o kadar guzeldi ki yasama dondugunu duymak, iste o zaman gercekten mutlu hissetmistim. Oksuruklerinin arasindan yuzume tukurdugu seyi gormek, yuzumdeki gulumsemenin yerini kahkahalara birakmasina neden olmustu. Tutamiyordum kendimi, tum gecenin sacmaligina guluyordum belki de, belki de hic gulemedigim gunler icin guluyordum. Bir visne cekirdegiydi butun gecemi mahveden, belki de daha da guzellestiren. Guluyordum visne cekirdegine, hayata, kendime ve gulunebilecek her seye ve bilmiyordum yerde yatan guzel bayanin gozlerini acip bana baktigini.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Dominique Lûthien

VII. SınıfVII. Sınıf
Dominique Lûthien



Kan Durumu : Kirli.
Patronus : Karga.

Huzur Empty
MesajKonu: Geri: Huzur   Huzur EmptySalı Mayıs 18, 2010 7:16 am

Bendim, beni benden alan ve kendimdim geceye katan. Genç kız ağzından çıkan o buruk tat ile gözlerini hafifçe aralamıştı. Bedenindeki sızının neden kaynaklandığını anlamaya çalışırcasına, onu geri çağırana bakmıştı. Toprağın içine işleyen bahar tazeliği beyaz teninde karışık bir tat bırakıyordu, saçlarının serildiği çimler sarıpapatyaların nakaratına dönüşmüştü. Gitme, can gitme… Sana ihtiyacı var bu bedenin, tanıdığı o sert yüze baktı. Onu acımasızca eleştiren, korkak bir tavşandan, bir canavara dönüştüren, Nicholas’a… O muydu, onu delikten çıkaran ve bedenine yaşam bırakan. Kıpırdamak, hareket etmek ve bir şeyler söylemek istiyordu ama hepsi anlamsız kalmıştı. Anlamsız kalmıştı çünkü anlamı neydi unutmuş gibiydi, eski hatıralar ölüm anında tokat gibi yüzüne çarpmıştı. Sakladığı ve gizlediği, yaralar. Kimse bilmemeliydi içindekini, kimse, kimse… Kaburgalarındaki acıyı hiçe sayarak olduğu yerde doğrulmaya çalıştı ama keskin sancı göğsüne girdiğinde bir kemiğinin kırılma riski karşısında yüzünü buruşturdu. Nasıl bu kadar dikkatsiz olabilmişti?

Ay ışığı çıplak omuzlarında dans ederken, hafif hafif kanayan yaraları da ortaya çıkarıyordu ve az önce saygı ile taptığı aya, lanet ile hakaret ediyordu. Çaresizdi… Bir zavallı gibi düştüğü yerden yardımsız kalkamayacak kadar çaresiz ve asasını bedeninde hissetmiyordu bile. Sadece boğazının tam ortasında kıvrılmış bir yılan gibi yatan tılsımı vardı. Tılsıma dokunduğunda birçok şeyi düzeltebilirdi ama bunu yaparken tılsımın yapımcısının ve diğer yarısının sahibinin dikkatini üstüne çekebilirdi. Bir kez daha dikkatsizliğine kızdı ve Nicholas’ın ellerine baktı. Tütün kokuyordu, ziftin küle kaplı yalnızlığının işli olduğu damarları asilce nüksediyordu. Akan kanın hızına biraz dikkat etse, kendi bedeninde akarmış gibi yaşayabilirdi, bu heyecanı duymaktan nefret ediyordu. Midesinin tam orta yerinde, tüm dünyayı taşıyormuşçasına boşlukta ve adrenalinde… Uzanıp kabarık damara dokunmak istedi, içinde yaşamın özünü bulunduran ve o olmadan boş bir ölüye dönüşen bedene. Ona bir kez daha fırsat veren ellere, yaşamı, gücü, ölümü tutan ellere. Bir ele bu kadar hayranlıkla en son baktığında babası yaşıyordu. Bir erkeğe böyle bir şey hissetmek ya da bir insana dilinden dökülmeyen bu kelimeler ile yaklaşmak onu korkunç acılara gebe koyuyordu. Dile getiremediği, kalbinde bile çalamadığı o kelime, onun en büyük korkusuydu. Yemin etmişti, kara bir toprağın üstünde, yağmurlar döverken bedenini bu büyücü dünyasının gelmiş geçmiş en büyük katili olacağına ve bunun için bu tohum içinde büyümemeliydi. O düzgün biri olmayacak kadar kir yüklüydü.

Ağaçların hışırtısı sanki onun içindeki kaosu duyurmak istermişçesine gidip tuzlu göle düşmüştü ve gölden çıkan o ses bir baykuşun boğazında acıyla feryada dönüşmüştü. Gece onlara kulluk ediyordu ve büyücü dünyası bir ironinin içinde vals yapıyordu. O küçük dönüşlerde, dünyanın üzerindeki bulutlar tüm sevgililere ayrılık şarkısı fısıldıyordu. Başlamadan bitmek ve ölüm gibi acıyı tenine çekmek… Düşler, düşlerim ölüyor ve yerini başka düşler alıyor. Mantıksız… Mantık neydi ki? Kimin uşağı, Dominique’nin olmadığı kesindi. O kimseyi uşak istemeyecek kadar kaprisli ve kimseyi kabul etmeyecek kadar aşağılık ruhluydu. Ruhunu bilerek berbat etmişti, bilerek dev çukurlar yaratmıştı.

Dudakları bilinçsizce kıpırdanıp, Nicholas’ın kulağına ulaşmak için hareket etti ama başaramadı, konuşmayı başaramadı. Acı artarak sarıyordu ve bilerek acının tutsağı oluyordu. Ne kadar fazla acı ve darbe alırsa dayanmayı o kadar çok öğrenecekti. Ne kadar kaybederse, o kadar kötülükten kazanacaktı ama içinden kopup gelen o dürtü izin vermedi, izin vermedi onun yitip gitmesine. Kırmızı ojelerin hiç eksik olmadığı eli havaya kalktı, bu seferde beyninin hükmü geçmemişti arzularına ve arzusu esir etmişti aşkına… Almadığı o kelimenin yangın tadına. Bileğinden süzülen kan ojeleri ile bütünleşiyor, uyumun parlaklığında aydan aşağı süzülüyordu. Acıdan kısılan sesi ile yırtık bir kelime söyledi, parmakları yüzünün kenarındaki bir tutam saça dokundu ve tüm enerjisi o kelimelerle yitip gitti. “Teşekkür ederim.” Dominique’nin sözleri kısık ve zordu çünkü kimseye hayatı boyunca teşekkür etmemişti. Bunu sindirircesine yumduğu gözleri ile öylece kalmıştı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Nicholas Portmow

Şu an Muggle'sınız. Lütfen bir rütbe edinin.Şu an Muggle'sınız. Lütfen bir rütbe edinin.
Nicholas Portmow



Mücadele Tarafı : Karanlık.
Rp Sevgilisi : Daha durun yeni geldik
Kan Durumu : fuckin jesus bilmem ne
Patronus : Tilki

Huzur Empty
MesajKonu: Geri: Huzur   Huzur EmptyPerş. Mayıs 20, 2010 2:56 pm

“Teşekkür ederim.” demisti bitkin bir sekilde, bense guluyordum ona hala sanki dustugu bu durumdan zevk alirmisim gibi. Fakat almiyordum malesef. Bir insan sevdiginin acisindan nasil zevk alabilirdi ki? Iste boyle birisine donusmustum ben. Uzulebilen, pisman olabilen, sevebilen birisine donusmustum sadece. Yerde yatan guzel bayana baktim, o kadar guzeldi ki, hirpalanmis hali dahi beni alt ust etmeye yetiyordu. Onun karsinda dururken oylece, bakarken aci ceken gozlerinin icinde, kaybolurken butun dusuncelerimde, kendimi kontrol edebilecegimi hic sanmiyordum. Lanet olsun! Ben gercekten seviyordum ve ne yapacagimi bilmiyordum. "Rica ederim.Yaralarinin durumu kotu gorunuyor, malesef benim burda yapabilecegim fazla bir sey yok. Bu yuzden seni hastane kanadina goturmeme izin vermeni istiyorum." dedim gozlerinin icine bakmamaya calisarak zira bir daha oradan cikamayacakmisim gibi hissetmeme neden oluyorlardi. butun gunler ve geceleri verseler yine de ona bakmaya yetmeyecekmis gibi geliyordu.

Nasil bu hale dustugumu bilmek istiyordum, ne zaman bu denli zayif dustugumu. Belki onu ilk gordugum anda olmustu, ilk tartistigimizda, bana ilk laf carpittiginda olmustu ve ben farketmemistim. Belki de yavas yavas girmisti askin zehri bedenime, farkettirmeden usulca ele gecirmisti benligimi. Simdi ne kadar isyan etsemde cok gecti, asiktim bir kere, bu zehir tum vucudumu ele gecirmisti bir kere ve kim kurtarabilirdi ki caresiz bedenleri askin elinden? Hangi bilge sahipti boyle bir kudrete? Hangi bilinc askin zincirlerini kendinden sokup atabilecek kadar guclu olabilir? Ben olamazdim ama eger dunyada boyle birisi varsa tanismayi isterdim. Bana anlatsin isterdim tum hikayesini, nasil yaptigini degil nasil karar verdigini ogrenmek isterdim. Cunku artik bu asktan kurtulmakta istemedigimi farketmeye baslamistim. Ona bakmak guzel seydi, umitli bir seydi, dunyanin en guzel sesinden en guzel sarkiyi dinlemek gibi bir seydi. Boyle bir guzelligi arkamda birakip nasil cekip gitmeye karar verebilirdim ki? Bu yuzden ogrenmek isterdim nasil karar verilebilir? Herhangi birisi kendini bir karanliktan daha agir bir karanliga nasil atabilirdi? Umut olmadan nasil yasayabilirdi? Bir insan olumu bu kadar mi sevebilir ve isteyebilirdi? Yerde yatan bayana dondum tekrar, gozlerine baktim, bir kez daha dusuncelerimi toparlamaya calismak zorunda kaldim. Soyleyeceklerim vardi ama izin vermiyordu ki o bakislar. Bilinci pek yerinde degildi belki su anda ama yine de beni etkileyebiliyordu. "Acikcasi, bir visne cekirdeginin seni bu hale dusurebilecegine inanmazdim. Ama benim kendi kendime dustugum hali dusununce her sey olabilir gozukuyor" dedim. Son cumlemi daha cok kendime soylemistim ve aslinda soylemem degil dusunuyor olmam gerekirdi.

Bir tek seyi biliyordum artik, onu seviyordum ve bundan kacamayacaktim. Nereye gidersem gideyim, ne kadar uzaklasmaya calisirsam calisayim, bakislarinin derinliginden nasil kurtulabilirdim? Nasil kurtulabilirdim kendi oz zihnimin bana oynadigi oyunlardan. Yapamazdim biliyordum ve boyle devam edecektim hayatima. Bir sekilde alistiracaktim kendimi bu bagimliliga. Ask, curuturdu govdenin derinligini ve yakardi sizi sonsuzluguyla. Buyuklugu karsisinda diz cokmek zorunda kalirdiniz. Bir kez izin verdiginiz zaman gucunu gostermesine, iste o gun prangalari kollariniza takmissiniz demekti. Bende diz cokmustum hayatin karsisinda, bileklerimde prangalar, aska tutsak, hayata tutsak en guzeli de ona tutsaktim.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 

Huzur

Önceki başlık Sonraki başlık Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

 Similar topics

-
» Huzur.

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Kurgular Sayfası-