AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  
Son Konular
Konu
Tarih
Yazan
Yabani Otlar
Bir Kulüp Mü Kuruluyormuş | Bir Tıkla Bakalım!
- Duyuru Panosu -
Işık Tapınağı
Model Değiştirme
Model Başvuruları
Debbie'nin Grafik Galerisi *yeni
' Cuteness s i g n a t u r e s.
La Révolte
Özel Model Başvuruları
Salı Mart 15, 2016 10:01 pm
Ptsi Şub. 22, 2016 12:43 am
C.tesi Ekim 02, 2010 11:08 am
Perş. Eyl. 30, 2010 11:07 pm
Perş. Eyl. 30, 2010 10:04 pm
Perş. Eyl. 30, 2010 6:40 pm
Çarş. Eyl. 29, 2010 8:37 pm
Çarş. Eyl. 29, 2010 8:25 pm
Çarş. Eyl. 29, 2010 6:13 pm
Çarş. Eyl. 29, 2010 4:35 pm












Paylaş
 

 Arayış: Çaresizlik

Önceki başlık Sonraki başlık Aşağa gitmek 
Sayfaya git : 1, 2  Sonraki
YazarMesaj
Tristan der Ivanëxt

VII. SınıfVII. Sınıf
Tristan der Ivanëxt



Mücadele Tarafı : SD.
Rp Sevgilisi : Olivia
Kan Durumu : Melez.
Patronus : Dağ Aslanı

Arayış: Çaresizlik Empty
MesajKonu: Arayış: Çaresizlik   Arayış: Çaresizlik EmptyPaz Ağus. 30, 2009 2:21 am


Kurgu: Gelişen olaylar nedeniyle Albert'in çaresizliği
Zaman: Hogwarts'ta sakin bir hafta sonu, Gökyüzü sonbarın etkisinden kurtulma çabasında ve bulutların en az, güneş batmak üzere fakat var gücüyle ışığını yeryüzüne ulaştırıyor
Kişiler: Carmelita D’alora, Albert Benjamin Caldwell, Tristan der Ivanëxt


Tristan, ikiliden önce Yasak Orman’a girmeden önce bulunan açıklığa gelmişti. Elinde Carmelita’nın günlüğüne benzeyen bir defter duruyordu. Dışı aynı onun gibiydi fakat içi bomboş sayfalar bulunuyordu. Açıklıkta bulunan kayayı asası sayesinde kaldırdı ve açıklığın ortasına koydu ve kitabı da kayanın üzerine yerleştirdi. Birkaç sihirli söz söyledikten sonra birkaç adım geri çekildi. Sihirli sözleri söyledikten sonra asasından çıkan kırmızı ışık deftere ve kayanın etrafına yayıldı. Ardından topraktan çıkan böcekler kayanın altına ve defterin altında toplandı. Buradaki defteri kaldırdıklarında böcekler serbest kalacak ve görevlerini yerine getirmek için hücuma geçeceklerdi. Acaba bu böceklerin görevi neydi? Bunun cevabı az sonra belli olacaktı.

Bu böceklerde neyin nesiydi? Tristan, ikili için neler planlıyordu. Neden böyle yapıyordu? Bunların tek açıklaması Albert ve Carmelita ikilisinde gizliydi. Eğer onlar hislerini açıklayabilselerdi, bu oyunda olmak zorunda kalmazlardı. Öğrendiklerinde belki de Tristan’dan nefret edeceklerdi yahut ona teşekkür edeceklerdi. Bu oyunun zaferle sonuçlanması gerekiyordu. Oyunun kaybedilmesi demek ekilen tohumların filizlenmeden çürümesi ve sevginin yerine nefret kaplamasına neden olurdu. Bunun olmaması için oyunun en iyi şekilde oynanması gerekli ve üstüne düşen görevlerin mükemmel bir şekilde tamamlanması gerekiyordu. Tristan’ın aklında daha çok planlar vardı ve bunları uygulaması için bu aşamayı geçmeleri gerekiyordu.

İşte ikili geliyordu hadi herkes yerini alsın ve olanları izlemeye koyulsun. Kendilerinin ne beklediğini bilmeden ellerine ulaşan notun dediği yere doğru adımlarını atıyorlardı. Buradaki görevde neler yaşanacaktı? Albert’in göğsündeki yara daha fazla acı verecek miydi? Carmelita’nın iç dünyasıyla savaşı dış dünyaya yansıyacak mıydı? Hadi gelin bunların cevaplarını hep birlikte alalım…

Oyun devam etsin!!!

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Albert Benjamin Caldwell

VII. SınıfVII. Sınıf
Albert Benjamin Caldwell



Mücadele Tarafı : Zıpırlık.
Kan Durumu : Muggle doğumlu.

Arayış: Çaresizlik Empty
MesajKonu: Geri: Arayış: Çaresizlik   Arayış: Çaresizlik EmptyPtsi Ağus. 31, 2009 12:26 am

Carmelita’nın bir eli belini tutuyor, bir eli ise Albert’ın omzuna koyduğu elini tutuyordu. Albert, kendini halsiz hissediyor olsa da, bu anın sonsuza dek devam etmesini dileyebilirdi. Kokusunu rahatlıkla içine çekebilecek kadar yakınken, dünyanın en mutlu insanı oluyordu. İçinde, ona sarılmak, onu sevdiğini söylemek yönünde büyük bir istek vardı. Öyle ki, konuşmaya niyetlenmiş, kendini son anda durdurmuştu. Ona bu kadar yakınken işler iyice güçleşiyordu. Kendini onun sevgilisi olarak hayal etti bir an. Hayali bile o kadar güzeldi ki. Hayallere kapıldığı sırada, kontrolünü kaybedip, Carmelita’ya iyice sarıldı. Sonra kollarına hükmedebildi ve yavaşça ondan uzaklaştı. Yolun geri kalan kısmını, ondan biraz uzaklaşarak yürüyecekti.

Yasak Orman’da hiçbir farklılık yoktu. Görünürde ne bir insan vardı, ne de bir başka not… İçinden küfürler sayarak, ortalığa bakıyordu Albert. O çocuğun burada bir yerlerde olduğunu biliyordu. Buradaydı ve şimdi, uzaktan ikiliye bakıyor, hiç şüphesiz bu manzarayı görünce eğleniyordu. Bunu düşününce büyük bir öfke dalgası ele geçirdi genç büyücüyü. Yüz hatlarında nefret anlaşılabiliyordu. Bir filmde yaşanabilecek olaylar başına gelmişti az önce; ve hepsi o kişi yüzündendi. O kişi kimdi peki? Slytherin’li çocuk olduğu kesindi, ama Albert daha önce okulun hiçbir yerinde o çocuğa rastlamamıştı.

Çevresindeki en ufak bir hareketi gözlemliyor, Slytherin’li çocuğu arıyordu. O sırada hiçte beklemediği bir şey ile karşılaştı. Carmelita’nın günlüğü olduğunu tahmin ettiği bir defter, büyük bir taşın üzerinde duruyordu. Kız, hemen oraya gitmişti ve günlüğü almıştı. Hemen sonrasında gördükleri, Albert’ın şaşırıp kalmasına yetmişti. Defterin sayfalarını karıştırmasıyla birlikte, birkaç böcek kızın eline atlamıştı ve kuşkusuz ısırmıştı. Carmelita’nın böcekleri tek bir hareketiyle elinden attığını gördü. Hemen ardından onun yanına gitti.

“İyisin, değil mi?” İyi mi? Bir böcek ne yapabilir ki? Söylediklerinin saçma olduğunu biliyordu; fakat söz konusu Carmelita olduğunda her zamankinden daha da dikkatli oluyor, onun kılına zarar gelmesini istemiyordu. Carmelita’dan iyi olduğuna dair bir şeyler duydu. Buna rağmen kız hiçte iyi görünmüyordu. Yüzü bir anda bembeyaz olmuştu ve hareket edemiyor gibiydi. Albert daha ne olduğunu anlamadan, kız yere çökmüştü. Hareketsizce duruyor, halsiz bir ifadeyle Albert’a bakıyordu. Albert ise dilini yutmuş gibiydi. Bir şeyler olduğunu, Carmelita’nın kötü olduğunu biliyordu. Yine de bu durum, şaşırmış bir vaziyette kalmasını engellemiyordu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Carmelita D'alora

Şu an Muggle'sınız. Lütfen bir rütbe edinin.Şu an Muggle'sınız. Lütfen bir rütbe edinin.
Carmelita D'alora



Mücadele Tarafı : Redimus.
Kan Durumu : Melez.
Patronus : Su Samuru.

Arayış: Çaresizlik Empty
MesajKonu: Geri: Arayış: Çaresizlik   Arayış: Çaresizlik EmptyPtsi Ağus. 31, 2009 11:42 am

Yine sonunun ne zaman geleceği bilinmeyen bir oyuna atmışlardı kendilerini. Batan güneş ise onları umursamadan gecenin karanlığına bırakıyordu. Albert'a yakın olmak ise şuan en zor şeydi. Katlanılmaz ve acı verici.
Sessizlik.
Yol boyunca bir kelime dahi çıkmamıştı ikisinin ağzından da. Sadece beden hareketleri ile konuşuyorlardı. O anda omzundaki elin hareket ettiğini gördü ve ardından Albert'a değen her hücresinin yandığını hissetti. Şimdi daha yakınlardı. Kız kafasını biraz kaldırsa oğlanın dudaklarıyla buluşabilirdi. İstiyordu. Ona dokunmayı, öpmeyi her şeyden çok istiyordu ama yapamadı. Albert'ın onu kendinden biraz uzaklaştırmasıyla her şey bitmişti. Ondan ayrılan bedeni haykırıyordu. 'Bu kadar çabuk değil. Ona bu kadar yakınken bu kadar çabuk bitmemeli.' O ise imkânsızlığın kuytu köşelerinde kaybolmuştu. Hala olmayacak hayaller peşinde koşuyordu.

Yine boşluktaydı. Yasak Orman’a gelmişlerdi fakat ortalıkta hiç kimse yoktu. Aldatıldıklarını çok önceden biliyordu ama buraya gelmekten başka çaresi olmadığı için tekrar yenik düşmeyi göze almıştı. O her kimse eşyalarımızı elbet bize geri verecek. Elbet karşılığında bir isteği olacak. Sonuç olarak eşyalarımızı geri alabilecektik ama ne zaman ve neye karşı? O anda birkaç adım ötesinde yerde tuhaf bir şekilde parlayan bir defter gördü. Normal bir defter değildi. Bu Carmelita’nın günlüğüydü. Albert’a dolamış olduğu kollarını çözüp, kolunun altından sıyrılarak günlüğünün olduğu yere koştu.
“ Hey, bu benim günlüğüm!” Günlüğünü eline aldı. Gözlerinin içi adeta parlıyordu. Bu kadar kolay olacağını düşünmemişti. Tabii karşılığında Albert büyük bir yara almıştı ama yinede oyunun süreceğini düşünüyordu ama bitiş çizgisini görmüştü bile. Elleriyle kavradı günlüğü açtı ve ilk sayfasını çevirdi.
Boş.
Yutkundu, ikinci sayfayı çevirdi ve yine aynı manzara. Boş. Bu onun günlüğü değildi. Kandırılmıştı. Evet, şimdi her neredeysen izle, bak bana ve gül. Düştüğüm şu duruma katıla katıla gül! İçindeki öfke bulutu büyüyordu. Büyüyor ve genişliyor. Pimi çekilmiş her an patlamaya hazır bir bomba gibi bekliyordu. Birilerinin canını acıtmak ve üzmek ama aksine kendi canının yandığını hissetti. Defterden fırlayan birkaç böcek kollarında geziniyordu. Canı acıyordu çünkü bu iğrenç yaratıklar ısırıyordu. Elinde tuttuğu sahte günlüğü fırlattı ve üstündeki böcekleri de aynı şekilde kendinden uzaklaştırdı. Küçüklüğünden beri böceklerden nefret etmişti.

“İyisin, değil mi?” Kesinlikle iyi değildi. Başı dönmeye başlamıştı ve üşüyordu. Daha fazla ayakta kalmak ise en zoruydu. Bacakları ona ait değildi sanki. Bedeni ise taşınamayacak kadar ağırlaşmıştı.
“İyiyim.” Seni pis yalancı. Nasıl iyi olabilirsin? Ayakta duramıyorsun. Bu halde ilerle bakalım nereye kadar gidebiliyorsun.
İyi olduğunu kendine kanıtlamak istiyordu ama inatçılığın sırası değildi. Bacaklarının son nefeslerini vermesiyle kendini yerde buldu. Bedeni taş kesilmişti adeta. Hareket etmeye çalıştığı her seferinde dayanılmaz bir acıyla sarsılıyordu. Küçücük bir böceğin onu devirebilmesine hala inanamıyordu. Albert ise orada hiçbir şey yapmadan duruyordu. O da şaşırmış olmalıydı ama bir şeyler yapmazsa hiç iyi şeyler olmayacaktı. Bitiş çizgisini artık göremiyordu. Oyun aralıksız devam ediyordu. Geçen her saniye ise acıyı iki katına çıkartıyordu. Bedeni taş gibi yatsa da içerden gelen acı durmuyordu.
“ Albert… Ben hiç iyi değilim. Bir şeyler… Yapman lazım. Lütfen, lütfen… Yardım et bana.”
Zorlada olsa kelimelerin ağzından anlaşılır bir şekilde çıktığına emindi. Gözyaşları, konuşmayı bitirdiği anda alabildiğine boşalmıştı gözlerinden. Acının ve çaresizliğin etkisiydi bu. Ne kadar korksa da yalnız olmadığını bilmek huzur vericiydi. Özelliklede yanındaki kişi Albert olunca daha da güzeldi. Onun, kendisine her şekilde yardım edebileceğini biliyordu. Albert’a göre arkadaşı olarak elinden gelen her şeyi yapacaktı fakat Carmelita bu yardımı daha farklı yönlere çekmekten ve daha fazla bağlanmaktan korkuyordu. Korkmakta haklı olduğunu ve Albert’ı ne olursa olsun sevmekten vazgeçmeyeceğini ilerleyen dakikalarda fark edecekti.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://sihirdunyasi.roleplaylife.net/lejant-f86/carmelita-d-alor
Tristan der Ivanëxt

VII. SınıfVII. Sınıf
Tristan der Ivanëxt



Mücadele Tarafı : SD.
Rp Sevgilisi : Olivia
Kan Durumu : Melez.
Patronus : Dağ Aslanı

Arayış: Çaresizlik Empty
MesajKonu: Geri: Arayış: Çaresizlik   Arayış: Çaresizlik EmptySalı Eyl. 01, 2009 6:55 pm


Ağaçların o dev cüsselerini ardında saklanan beden hiç hareket etmeden yaklaşan ikiliyi seyrediyordu. Ağaçların geniş ve uzun dallarına tırmanışa geçen Tristan, yaprakları hareket ettirmeden sessiz şekilde tırmanıyordu. İkilinin o halleri çok acı vericiydi. Tristan onlara ne yapmıştı böyle? Albert, göğsündeki yara yüzünden bitkin düşmüştü. Carmelita ise Albert’in haline üzülüyor ve onu taşımaya çalışıyordu. Birden iç geçirse de bunu yapması gerekliydi; çünkü bu ikilinin birbirlerine olan aşkı sadece Tristan biliyordu ve bunun için eli bağlı oturup kalamazdı. Yasak Ormandaki en iri ağacın üstünde duran Tristan, yukarıdan aşağıyı izliyordu. Gözleri bir an çevreyi gezindi ve yukarıdan Hogwarts ve çevresinin ne kadar güzel göründüğünün farkına vardı. Ağacın yüksekliğinden gölü ve Hogwarts’ın bazı bölümlerini görebiliyordu. Neden bunu daha önce yapmamıştı. Bir ağacın üstüne çıkmak aklına bile gelmemişti. Artık kafasını dinlemek ve avlanmadan sonra rahatlamak için göl kenarı değil de ağacın üstündeki yere gelecekti. Yeni yeri burası olmuştu.

Gözleri, çevrede gezerken aşağıdaki ikili sahte günlüğünün yanına gelmiş ve Carmelita sahte günlüğü eline almıştı. Oyun başlamıştı. Yeniden gözleri ikiliye odaklandı ve seyretmeye başladı. Carmelita, biraz sonra günlüğün sahte olduğunu anlayacaktı ve neler yapacaktı? Albert, Carmelita ile arasında gözle görülür bir mesafe ile uzak duruyordu. Kavga mı etmişlerdi? Neler olmuştu? O anda Tristan’ın hazırladığı oyunun piyonları harekete geçmiş ve hücum etmeye başlamışlardı. Böcekler bir bir defterin arasından çıkarak, Carmelita’nın ellerli ve kolları üzerinde geziniyor ve ısırmak için uygun yer arıyorlardı. İlk piyon ısırma işlevini gerçekleştirmiş ve diğerleri de onu izlemişti. Piyonlar işlerini halletmiş ve Carmelita’nın ellerini savurma işlevine maruz kalarak bulundukları yerden yere düşmüşlerdi. Böceklerin zehri hemen etkisini göstermişti. Carmelita’nın yüzü sararmış ve ısırdıkları yerler kabarmıştı. Albert, ne olduğunu anlamamış bir şekilde Carmelita’nın yanına gelip, gördükleri karşısında şok olmuştu. Carmelita’nın son sözleri Albert’i deliye döndürmüştü. Ne yapacağını şaşırmış ve elleri başına gidip ne yapacağım diyordu adeta. Çaresiz bir şekilde olduğu yerde dört dönen Albert’e yardım gelecek miydi? Yoksa Carmelita’nın vücudundaki iksir tüm bedenini sarıp ruhunu bedenden ayrılmasına mı sebep olacaktı? Tristan, hazırladığı bu oyununda yardım var mıydı, elbet vardı. Boş sınıftan ayrılmadan önce cebine iliştirdiği kâğıt ve kalemi çıkardı. Kâğıda bir şeyler yazdıktan sonra onu Albert’e göndermek için, aşağıya bakındı.

Albert için yeni bir macera başlayacaktı. Carmelita’nın sağlığı için bir şeyleri bulması gerekiyordu. Carmelita’nın iyileşmesi için Yasak Ormana saklanmış olan iksiri bulması gerekliydi. Bunun için çok hızlı hareket etmesi ve cesaretini kullanarak Yasak Orman’a girmeliydi. Her kaybettiği dakikalar içerisinde Carmelita’nın vücudundaki zehir daha da yayılarak damarlarında ilerliyordu. Albert, çaresizdi ve bir şeyler yapması gerekiyordu. Carmelita baygın bir şekilde yatıyor ve Albert’ten yardım bekliyordu. Tristan daha fazla beklemeyerek cebinden asasını çıkardı ve sessiz bir şekilde “Wingardium Leviosa!” dedi ve elinde bulunan kâğıt havalandı. “Hadi süzülerek git ve Albert’in önünde dur! Hadi!” dediği anda kâğıt süzülerek aşağı inmeye başladı. Kâğıtta şöle bir not vardı: “Onu iyileştirecek iksir ormanın bir köşesinde, git ve al onu, sakın aptallık etme!” Acaba Albert iksiri zamanında bulabilecek miydi? Yoksa bulamayıp ormanda mahsur mu kalacaktı? Her şey Albert’e bağlıydı…


Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Albert Benjamin Caldwell

VII. SınıfVII. Sınıf
Albert Benjamin Caldwell



Mücadele Tarafı : Zıpırlık.
Kan Durumu : Muggle doğumlu.

Arayış: Çaresizlik Empty
MesajKonu: Geri: Arayış: Çaresizlik   Arayış: Çaresizlik EmptyÇarş. Eyl. 02, 2009 6:40 pm

Bir beden kilitleme laneti yemiş gibiydi. Ne yapacağını bilemiyor, bu yüzden hiç hareket edemiyordu. Şaşkın bakışları Carmelita’nın üzerindeydi. Onun ağladığını görmeye dayanamıyordu. Kızın gözyaşları ve yardım etmesi için yalvarışları, Albert’ı kendine getirmeye yetmişti. Yapması gerekenler hakkında en ufak bir fikri yoktu. Eğildi ve elini, kızın yüzüne götürdü. Teni, alev kadar sıcaktı. Yüzü bembeyaz kesilmişti ve bedeni, uyuyormuş gibi hareketsizdi. Bir şeyler yapmak zorundaydı. Onun kötü olduğunu görmeye daha fazla dayanamazdı.

Tam önüne süzülerek gelen kâğıdı fark etti. Yine bir not! İçindeki öfke kendini yeniden hissettirmeye başlarken, parşömeni aldı ve yazanları okudu. ‘Onu iyileştirecek iksir ormanın bir köşesinde, git ve al onu, sakın aptallık etme!’ Ormana gidip gitmemek konusunda tamamen kararsız kalmıştı. Notu yollayan çocuk, ona bir tuzak kuruyor olabilirdi. Ayrıca, Carmelita’yı burada, bu hâliyle tek başına bırakamazdı. Ama yapacak bir şeyi yoktu. Ya çocuk doğru söylüyorsa? Doğru söylüyorsa ve iksir gerçekten ormanın bir köşesindeyse; gitmek zorundaydı. Fakat istemiyordu bunu. Carmelita’yı bırakmak istemiyordu. Beyni buna karşı çıksa da, ayakları ona itaat etmeyerek, ormana doğru gitmeye başlamıştı.

Sol, sağ, sol, sağ… Şatodan gelen sesler kesilmeye başlamışken, ormanın her bir köşesini tarıyordu gözleri. O iksir, her neyse, bir şişenin içindeydi mutlaka. Şişenin küçük olacağını tahmin ediyordu Albert. O pis Slytherin’li çocuk –artık eşyaları çalan kişinin Slytherin’li çocuk olduğuna emindi- iksiri bulmasını mutlaka güçleştirecekti. Neyin kolay olmasını sağlamıştı ki şu ana dek? Alt tarafı bir resim için, neler yaşıyordu şu an? Sadece bir resim için… Bir resim için değildi artık bu uğraşı. Ailesinden kalan tek hatırayı düşünmüyordu; Carmelita’nın iyi olmasını düşünüyordu. Sadece onu. Zaten, onu düşünmediği bir an var mıydı? Sorunun cevabı kesin bir hayırdı.

Ağaç dalları, yerlere kadar eğilmeye başlamıştı artık. Gövdeleri büyüktü, saklanmak için son derece uygun. Uzak bir mesafede kurda benzer bir siluetin belirdiğini gören Albert, en yakın ağacın arkasına sığındı. Gelen ulumalara bakılırsa, canavar kesinlikle bir kurttu. Ona gözükmemeye çalışarak başını uzattı, ne var ki kutrun vahşi gözleri, o sırada Albert’ın bulunduğu noktaya bakıyordu. İçinden küfürler sayarak cebindeki asasını sıkıca tuttu. İksiri ne kadar erken bulursa, o kadar iyi olurdu. Geç kalmasının nelere sebep olacağını tahmin bile etmek istemiyordu. Bu yüzden, kurtları bir an önce başından atmalıydı.

Sığındığı ağacın arkasından çıkar çıkmaz, üzerine hücum eden yaratığı gördü. Asasını kaldırmaya fırsat bulamadan, kurt tek bir hamleyle onu yere sermiş, keskin dişleriyle kolunda bir sıyrık oluşturmuştu. Neyse ki fazla acı vermiyordu. Genç büyücü hemen ayağa kalktı ve dehşetin tablosu olan resimle karşılaştı: az önce tek bir kurdun bulunduğu noktada, şimdi üç kurt vardı. Gözleri, şaşkınlık ve korkuyla büyürken, yaratıkların üzerine gelişini izledi. O asasını kavrayana dek, kurtlardan biri üzerine atlamıştı. Yana doğru savrulurken, asasının elinden uçmamasına gayret etti. ‘Küt’ sesiyle zemini boyladı ve ayağa kalkmadan, asasını kurtlardan birine doğrulttu. “Petrificus Totalus!” Çıkan gümüş ışın, kurda değer değmez, onu hareketsiz hâle getirdi ve kurt, bir heykel gibi devrildi. Bunun rahatlığını yaşayan Albert, diğer iki kurdu unutmuştu. Koşarak üzerine gelen bir diğer kurda doğrulttu asasını. Ve büyünün ismini, ormandaki sessizliği büyük ölçüde giderecek kadar yüksek bir ses tonuyla haykırdı. “Confundus!” Aniden asasının ucundan giden büyü, kurdu geriye doğru savurmuştu. Kurt, hareket edemezmiş gibi gözüküyordu. Bir başarılı büyü daha! Yavaşça doğrulurken, üzerine bir kurt daha geldi ve bu kez, az önce Slytherin’li çocuktan büyü yediği yerde –göğsünü- bir sıyrık oluşturdu. Elinden geldiğince hissettiği acıyı unutmaya çalışırken, asasını kurda doğrulttu ve bir büyü ismi daha mırıldandı. Sonunda, en sonunda karşısına çıkan son kurdu da etkisiz hâle getirmişti.

Soluk soluğa orman zemininde otururken, gözlerine, birkaç metre ötedeki bir parıltı erişti. Bir ışık gibiydi. Bilinçsizce ağaya kalktı ve ışığın merkezine doğru ilerledi. Cam bir şişeydi bu. Gözüne gelen ışıkta, güneş ışınlarının yansımasıydı. Az daha büyük bir zafer kazanmış gibi haykıracaktı, ama bu isteğine engel olarak, doğruca Carmelita’nın yanına gitmeye başladı. Ormandan çıkarken içini korku kaplamıştı. Ya ona bir şey olduysa?
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Carmelita D'alora

Şu an Muggle'sınız. Lütfen bir rütbe edinin.Şu an Muggle'sınız. Lütfen bir rütbe edinin.
Carmelita D'alora



Mücadele Tarafı : Redimus.
Kan Durumu : Melez.
Patronus : Su Samuru.

Arayış: Çaresizlik Empty
MesajKonu: Geri: Arayış: Çaresizlik   Arayış: Çaresizlik EmptyPerş. Eyl. 03, 2009 12:32 am

Bir dokunuş... Albert'ın bir dokunuşuyla bütün acısı sökülüp alınmıştı sanki. Yanağına değen eli vücudundaki tüm zehri alıp götürmüştü adeta. Albert'ın yanında olmasını bilmek bile rahatlatıcıydı. O sıcak dokunuş yerini tekrardan boşluğa bırakmıştı şimdi. Acısı ise tekrar her hücresine dolup taşmaya başlamıştı. Taş kesilmiş bedenini oynatamıyordu. Tekrar hükmedemiyordu kendine. Orada öylece çaresizce yatıyordu. Ağırlaşan göz kapakları ise onu hayattan söküp alma gayretiyle yanıp tutuşuyordu. Kapanmak ve bir daha asla açılmamak. Sonsuz bir uykuya yatmak. Acısız, tatlı bir uyku. Hayır, buna izin vermeyecekti. Küçücük bir böceğin yaptıkları inanılmazdı. Ölümün eşiğine getirmiş olması ise korkutucu. Acıyla kıvranan bedeni yorgun düşmüştü. Sadece biraz dinlenmek istiyordu. Birazcık uyumak ama uyandığında kendini zifiri karanlığın içinde bulmak istemiyordu. Ne kadar çabalasa da bir daha asla ışığı görememekten korkuyordu ama direnecek gücü kalmamıştı. Göz kapaklarına yenik düştü ve derin bir uykuya daldı.

Her haliyle âşık olduğu insanın yanına gidiyordu. Bu sefer ona her şeyi söyleyecekti. Hissettiği her şeyi söyleyecekti. Ona olan sevgisini daha fazla gizlemek istemiyordu. Bir an önce kavuşmak ve hiç ayrılmamak. Hayallerindeki gibi onunla mutlu olmayı diliyordu. Göl kenarına geldiğinde onu her zamanki yerinde buldu. Albert’ı gördüğü anda kalbi kafesinden debelenen bir kuş gibi çırpınmaya başlamıştı. Derin bir nefes aldı ve her şeyini adadığı, Albert’ın yanında durdu. Albert, Carmy’nin konuşmasına izin vermeden onu kolları arasına almış, sarıp sarmalamıştı. Ondan böyle bir şey beklemiyordu. Daha ona olan duygularını söylemeden, tek bir kelime dahi etmeden özlemle kucaklamıştı kızı. Onun omzuna kafasını koyup, derin derin nefes almaya başlamıştı. Baş döndürücü kokusunu içine çekiyordu, durmadan. Ayrı kaldıkları zaman bu şekilde kendini teselli etmeyi umuyordu.

Yeteri kadar özlem giderdikten sonra birbirlerinden birkaç adım uzaklaşmışlardı. Şimdi ikisi de gözlerinin içine bakıyordu. Zamanı gelmişti. Carmelita sonu ne olursa olsun ona her şeyi söyleyecekti, yutkundu.
“Albert, sana bir şey söylemem gerekiyor.” Kelimeleri nasıl bir araya getireceğini bilemiyordu. Hangi kelimeyi hangi sırayla söylemeliydi. Her şeyi mahvetmekten korkuyordu ama Albert’ın bakışlarıyla buluştuğu an ne söylemesi gerektiğini hatırlamıştı.
“Ben, ben seni seviyorum.” Kelimeler ağzından biranda dökülüvermişti. Ne olup bittiğini anlayamadan tuhaf bir şekilde yakınlaşmaya başlamışlardı. Albert’ın ağzından dökülecek sözleri merak ediyordu. Her bir harfi kalbine kazınacaktı hiç şüphesiz. Onun konuşmasına fırsat vermeden kız dudaklarını, Albert’ın dudaklarıyla buluşturmuştu. Oğlan geriye çekilmemişti tam aksine kızın beline kollarını dolayıp tutkuyla öpmeye başlamıştı. Carmelita’nın vücudu alev almıştı sanki. Dudaklarını biran olsun bile ayırmamıştı, çocuğun dudaklarından. Elleri Albert’ın saçlarında geziniyor onu kendine daha da yaklaştırıyordu. Zorlada olsa dudaklarını ondan ayırmıştı ama hala birbirlerine kenetli duruyorlardı. İkisi de nefes nefese kalmıştı.
“Bende seni seviyorum.” Kulağına fısıldanan sözler hiç olmadığı kadar gerçekti. Ona olan aşkı karşılıksız değildi. Birbirlerini delice seven iki genç. Hayal ve gerçek birleşmişti artık. Sahte hiçbir anı olmayacaktı. Hepsi şu saniyeden sonra gerçekti. Ya da hepsi bir oyundu. Albert, kızın beline doladığı kollarını serbest bırakmış ve ondan uzaklaşmaya başlamıştı. Gidiyordu. Tek kelime dahi etmeden uzaklaşıyordu. Kaçıyordu.
“Albert, lütfen bırakma beni.” Hiçbir tepki vermeden ilerlemeye devam ediyordu. Oysa onu sevdiğini söylemişti. Birbirlerini seviyorlardı.
Bırakma beni, sensiz yapamam.
İçten bir haykırıştı. Kimsenin duyamayacağı acı dolu bir feryat ve her şey siyahlara bürünmüştü. Karanlık çekip almıştı her şeyi. Zaman geriye sarılmış ve sarsılarak uyanmıştı.


Bir rüya. Sadece bir rüyaydı. Albert yanı başında ona bir şişe uzatıyordu. İçmesi gerektiğini, bu şekilde iyileşeceğini söylüyordu. Carmelita ise hala gördüğü rüyanın etkisindeydi ama itiraz etmeden şişedeki sıvıdan bir yudum aldı ve bir yudum daha. İçtiği şey vücudunun her yerine ulaşmış, onu tekrar diriltmeye başlamıştı. Ağrıları düğüm gibi çözülüyor ve yok oluyordu. Kurtulmuştu. Albert onu iyileştirecek iksiri bulmuş ve onu kurtarmıştı. Albert’ın yardımıyla ayağa kalktı.
“Teşekkür ederim. Sa-“
“Sus, lütfen.”
“Albert, neler oluyor? Sen iyi misin?” Korkuyla Albert’a bakıyordu. O değişmişti hem de çok. Birkaç adım atarak aralarındaki mesafeyi kapatmaya çalıştı ama oğlan aynı şekilde ondan birkaç adım uzaklaştı. Bu onun tanıdığı Albert değildi. Bakışları sertleşmişti. Korkuyla irkilen vücudu titremeye başlamıştı. Ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Ona ne olduğunu da. Ağzından çıkan köpükler ise tiksindiriciydi. Carmelita artık ondan uzaklaşıyordu. Hiç bu kadar korkmamıştı. Albert gözleri önünde vahşi bir canavara dönüşmüştü. Ondan uzaklaşırken, yerde parlayan bir şişe gözüne ilişti. Hiç düşünmeden yerdeki şişeyi aldı. Üzerinde bir not vardı.
“İyileşmesini istiyorsan eğer, bunu içir ona gerisini boşver.” Evet, içirecekti ama nasıl? Albert her seferinde ondan uzaklaşıyordu. Yinede şansını deneyecekti. Onun iyileşmesi gerekiyordu. Eski Albert’ı özlemişti. Gözlerini onun gözlerinden ayırmadan ilerlemeye başladı.
“Albert, lütfen bunu içmelisin. Söz veriyorum iyileşeceksin. Güven bana, lütfen.” İstediği gibi Albert bir adım bile gerilememişti. Söylenenlere uyarak iksiri içti ve şişeyi bir kenara fırlattı. Şimdi her şey düzelecekti. Eski Albert’a kavuşma zamanı gelmişti.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://sihirdunyasi.roleplaylife.net/lejant-f86/carmelita-d-alor
Tristan der Ivanëxt

VII. SınıfVII. Sınıf
Tristan der Ivanëxt



Mücadele Tarafı : SD.
Rp Sevgilisi : Olivia
Kan Durumu : Melez.
Patronus : Dağ Aslanı

Arayış: Çaresizlik Empty
MesajKonu: Geri: Arayış: Çaresizlik   Arayış: Çaresizlik EmptyPerş. Eyl. 03, 2009 1:55 am


Albert notu aldıktan sonra ikilem arasında kalmıştı. Gidecek miydi yoksa kalacak mıydı? Bu iki düşünce arasında gidip geliyordu. Fakat kaybettiği her saniye için Carmleita’nın damarlarında gezinen zehir kalbine ulaşıyordu. Albert, durduğu yerden hareketlendi ve adımlarını Yasak Ormana yönelterek ilerlemeye başladı. O anda Tristan bulunduğu ağaçtan sessiz bir şekilde indi ve baygın olan Carmelita’nın yanına geldi. Vücudundaki zehir temizlenmesi gerekiyordu. Zehrin etkisinden dolayı yüzü bembeyaz olmuştu. Hemen müdahale edilmesi gerekiyordu. Hazırladığı bu oyunda ölüm yoktu ve olmayacaktı. Cebinden çıkarttığı ufak şişenin kapağını açtı ve iksiri Carmelita’nın dudaklarına götürdü ve ağzından içeriye döktü. Ufak bir yutkunmayla iksir boğazından midesine indi. İner inmez iksir etkisini göstermeye başladı. İksir vücuttaki zehri yavaş yavaş yok edecekti. Carmelita’nın yanına iki şişe daha bıraktı. Bu iksirlerin içinde özel bir iksir vardı. Biri Albert için diğeri Carmelita içindi. Albert’in Yasak Ormanda karşılaştığı kurtlardan herhangi bir yara alırsa bu iksir sayesinde düzelecekti. O iksirin üstüne bir not yapıştırdı. Notta şu sözler yazılıydı; “İyileşmesini istiyorsan eğer, bunu içir ona gerisini boşver.” Notu yapıştırdıktan sonra, ikinci iksir şişesini yanına bıraktı. Bu da Carmelita içindi. Albert’in bulduğu iksir sadece meyve suyuydu. Bu yüzden gerçek iksir Carmelita’nın yanında duruyordu. Onunda üstüne bir not yapıştırdı. Notta şöyle yazlıydı; “Ormanda bulduğun iksir sahte, içinde meyve suyu var, Carmelita’nın iyi gözüktüğüne aldanma, bu iksiri içir ve zehirden kurtulsun, hadi durma!” Notu yapıştırdıktan sonra Carmelita’nın yanından ayrıldı ve eski yerine döndü. Ağacın üstüne çıktığı anda Albert ormandan çıktı ve Carmelita’nın yanına geldi.

Albert elinde tuttuğu sahte iksir şişesini Carmelitaya içirdi. Tristan’ın içirdiği iksir etkisini göstermişti. Yüzündeki o beyazlık gitmiş kendi rengine kavuşmuştu. Ancak vücudundaki zehir tam anlamıyla gitmiş değildi. Bu nedenle yanlarında duran şişelerin içinde bulunan sıvıları içmeleri gerekiyordu. O iksirlerin içinde özel bir iksir daha vardı. Onu içtiklerinden yaklaşık bir saat içinde birbirlerine yalan söyleyemez hale geleceklerdi. Carmelita’nın isteği üzerine iksiri içen Albert, yavaş yavaş kendine gelmeye başladı. Carmelita yine kendini kaybediyordu. Vücudundaki zehir yeniden çoğalarak damarlarında dolaşıyordu. Albert yanında duran iksiri ona içirmeliydi.

Albert’te iksiri içirmeyi başarmıştı. Plan saat gibi işliyordu. Vücutlarındaki dolaşan iksirler az sonra etkisini gösterecekti. Birbirlerine sorulan sorularda yalan söylemeden, kalplerinde hissettikleri gibi cevap vereceklerdi. Bu ikilinin kalplerine ekilen aşk tohumları köklerini salmış ve filizlenmeye başlamışlardı. Şimdi son aşamaya geliyorlardı. Oynanan oyun sona doğru gidiyordu. Yasak Ormanın etkisinden uzaklaşmaları gerekliydi. Tristan yeniden kağıt kalem çıkarttı ve yazmaya başladı. Onları yeni bir macera bekliyordu. Artık birbirlerine karşı yalan söylemeden konuşacaklardı ve bu eğlence haline gelecekti. Birbirilerine açıldıkların yüzlerinde nasıl bir ifade olacaktı acaba?

“Wingardium Leviosa!” diyerek kâğıdı havalandırdı ve onu Albert’e doğru yönelterek aşağı süzülmesini sağladı. Yeni bir not daha gidiyordu ve bu onlar için sinir bozucu olduğunun farkındaydı; ama bunu bu yolla yapması gerekiyordu. Kendini gizlemesi gerekliydi. Gittikleri yer göl kenarı olacaktı ve onları orada bir sürpriz bekleyecekti. Acaba bu sürpriz iyi miydi yoksa yine kötü müydü?
Aşağı süzülen notta şöyle yazlıydı; “Vakit kaybetmeden gidin göl kenarına, söz veriyorum aradığınız orada!” Artık oyunu son aşamasına geçilmişti. Onları orada bekleyen sürpriz karşısında neler yapacaklardı. Birbirlerine karşı doğruyu söylediklerinde neler olacaktı? Her şey yolunda gidecek miydi?

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Albert Benjamin Caldwell

VII. SınıfVII. Sınıf
Albert Benjamin Caldwell



Mücadele Tarafı : Zıpırlık.
Kan Durumu : Muggle doğumlu.

Arayış: Çaresizlik Empty
MesajKonu: Geri: Arayış: Çaresizlik   Arayış: Çaresizlik EmptyPerş. Eyl. 03, 2009 10:39 pm

Carmelita, hâlâ baygındı; en azından Albert’ın anlayabildiği kadarıyla. Gözleri, hafifçe aralanmıştı; göz kapaklarıyla bir savaş içindeymiş gibi gözüküyordu. Bir an önce elinde tuttuğu şişedeki iksiri içmesi gerekiyordu. Bunun bilincinde olan Albert, ona içmesini gerektiğini söyleyerek, şişeyi kıza doğru uzattı. Kız şişeyi tutmaya çalışıyordu; ancak bu basit işi yapabilecek güçte bile değildi anlaşılan. Albert, şişeyi tutarken, Carmelita’nın elleri, kendi ellerinin üzerine gelmişti. İrkildi ve hemen o an, kızın bu hareketini başka şeylere yordu. Bir sevgilinin dokunuşu gibi… Düşünceleri zihninden uzaklaştırmaya çalışarak, kızın iksiri içmesini sağladı. Sonra, ondan birkaç adım uzaklaştı ve neler olacağını izledi.

Tuhaf bir şeyler oluyordu. Carmelita için değil, Albert için. Kız, son derece iyi görünüyordu; bu kez kötü olan kendisiydi. Niyeyse, her nedense, Carmelita’yı ısırmak konusunda büyük bir isteği vardı. Kuduz bir köpek gibi, birilerini ısırmak istiyordu ve çevredeki tek canlı, Carmelita’ydı. Kendini kontrol etmekte güçlük çekiyordu. O durumda bile, aklına gülünç bir düşünce gelmişti: şimdi, Tristan’ı çok daha iyi anlıyordu. Gergin ve komik bir ifadenin karışımı vardı yüzünde. Dişlerini sıkıyordu, saldırmamak için. Öylesine güçlü şekilde sıkıyordu ki, onları kırmanın eşiğine gelmişti. O sırada, Carmelita konuşmaya başlamıştı.

“Teşekkür ederim. Sa-” Sesi, çok rahatsız ediciydi. Onun sesini duymaktan her zaman hoşlanırdı, her an onu dinlemek isterdi. Fakat o an, her şey farklıydı. Duyduğu sese karşı, kulakları inanılmaz bir hassasiyet göstermişti. “Sus, lütfen.” Mümkün olduğunca kibar konuşmaya çalışmıştı. Onu ısırmak gibi çok saçma bir arzuyla burun burunayken, bu, hiçte kolay olmuyordu. “Albert, neler oluyor? Sen iyi misin?” Değildi. Yine de kızın karşısında güçlü görünmek istiyordu. Güçlü ve sağlıklı… Ama bu iki kavrama da hiç yakın değildi o an.

Kız, ondan uzaklaşmaya başlamıştı. Bu da niyeydi şimdi? Albert, önce, kızın bu hareketini, kaba konuşmasına yordu. Sonraysa, kafasında bir ampul yanar gibi, gerçek olabilecek bir düşünce oluştu. Ona saldıran kurtlar; kuduz olabilirdi. Bu durumda, kendisi de kuduz olacaktı. Gerçeğe inanmakta büyük bir güçlük çekerken, kulakları, Carmelita’nın sesini işitti. Ses tonu, yine rahatsız ediciydi. “Albert, lütfen bunu içmelisin. Söz veriyorum iyileşeceksin. Güven bana, lütfen.” Sonsuz bir güven besliyordu kıza. İşte bu yüzden olsa gerek, kızın söylediklerine harfi harfine uydu. Carmelita ona yaklaşırken, hiç kımıldamadı. Ondan şişeyi aldı ve iksiri tek bir dikişte bitirdi. Hemen ardından şişeyi ormanın derinliklerine doğru fırlattı. Artık kendini çok daha iyi hissediyordu.

“Teşekkürler. Birbirimizi iyileştirmek konusunda yarış yapıyoruz galiba.” İçtenlikle gülümserken, kızın da aynı şekilde karşılık verişini izledi. Onun gülümsemesi her şeye bedeldi; yaralanmaya, ölmeye. Ve Albert, onu güldürmekten hoşlanıyordu. Onu mutlu edecek her şeyi seviyordu. Tüm bu maceraları, kaybolan eşyası için değil, Carmelita için yaşıyordu. Sadece onun için… Düşünceleriyle bir seyahate çıkmışken, süzülerek gelen not, düşüncelerini beyninin tenha köşelerine yolladı. İçindeki öfke dalgası, kim bilir kaçıncı kez kendini belli ederken, yüzünde bu kez sinirli değil, sakin bir ifade değil. Yeni bir not, yeni bir saçmalık… Bunu bekliyordu.

‘Vakit kaybetmeden gidin göl kenarına, söz veriyorum aradığınız orada!’ Bu kez de Göl Kenarı’na gideceklerdi, öyle mi? Orada da gölün dibine kadar girip, denizhalkıyla savaşması mı gerekecekti? Balıklar ile birlikte yüzerek, fotoğrafı, gölden alması mı gerekecekti? Nefreti kendini belli etmeye başlarken, kafasını parşömenden kaldırdı ve doğruca Carmelita’ya baktı. Aynı notu o da okumuş, çaresizce kendisine bakıyordu. Benjamin, ona, bu saçmalığı bırakmalarını, eşyalardan vazgeçmelerini teklif etmeyi düşündü, ama daha sonra bu düşüncesinden vazgeçti. Ne fazla yakın, ne de fazla uzak olmayacak bir biçimde, onunla birlikte Göl Kenarı’na ilerlemeye başladı. Şimdi, nasıl bir saçmalıkla yüzleşecekti?
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 

Arayış: Çaresizlik

Önceki başlık Sonraki başlık Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 2 sayfasıSayfaya git : 1, 2  Sonraki

 Similar topics

-

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Kurgular Sayfası-