AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  
Son Konular
Konu
Tarih
Yazan
Yabani Otlar
Bir Kulüp Mü Kuruluyormuş | Bir Tıkla Bakalım!
- Duyuru Panosu -
Işık Tapınağı
Model Değiştirme
Model Başvuruları
Debbie'nin Grafik Galerisi *yeni
' Cuteness s i g n a t u r e s.
La Révolte
Özel Model Başvuruları
Salı Mart 15, 2016 10:01 pm
Ptsi Şub. 22, 2016 12:43 am
C.tesi Ekim 02, 2010 11:08 am
Perş. Eyl. 30, 2010 11:07 pm
Perş. Eyl. 30, 2010 10:04 pm
Perş. Eyl. 30, 2010 6:40 pm
Çarş. Eyl. 29, 2010 8:37 pm
Çarş. Eyl. 29, 2010 8:25 pm
Çarş. Eyl. 29, 2010 6:13 pm
Çarş. Eyl. 29, 2010 4:35 pm












Paylaş
 

 Boş Mezar - Jason Doyle

Önceki başlık Sonraki başlık Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Dietricha Schwanhild

GezginGezgin
Dietricha Schwanhild



Mücadele Tarafı : Bilinmemekte.
Rp Sevgilisi : Lorenzo d'Arrìgo
Kan Durumu : Safkan
Patronus : Ceylan

Boş Mezar - Jason Doyle Empty
MesajKonu: Boş Mezar - Jason Doyle   Boş Mezar - Jason Doyle EmptyÇarş. Mart 04, 2009 9:29 pm

''Kibir çirkinleştirir, öyleyse kendini öldürmesi gerekirdi, ama onun yerine yaralar kendini sadece ve incinmiş kibire dönüşür.'' *

Yalnızca ilerliyordu. Adımları şuursuz, bakışları odaksızdı. Hava soğuk sayılmazdı fakat elleri fark edilir derecede titriyordu. Londra'ya hakim olan tatlı meltem ılık havasıyla, genç kadının saçları arasından geçiyor, yüzünü okşuyordu. Kalın dudakları bu tatlı dokunuşların verdiği hazla kıvrılmış, tatlı tebessümü oluşturmuştu. Dalgınlık, gözlerindeki parlak maviyi perdelemiş, anlamları yok etmişti. Hoş, dalgınlık ifadesini anlaşılmaz kılmış olmasa bile yapacağı şey için kendinden nefret etmez, korkmazdı. Böyle bir durumda kendisine dair tek hissiyatı, keskin zekâsına olan hayranlığı olurdu. Gerçek gün yüzüne çıkmakta diretiyorsa, Dietricha oyunlarıyla onu yola getirmesini becerebilirdi. Yıkılmaz özgüveni bir parça ,oldukça küçük bir parça, yaratılışından ve bir parça da ,oldukça büyük bir parça, zaferlerini tek başına elde etmiş olmasından ileri geliyordu. Tam iki yıl uzak kaldığı Londra'da soyadı, babası ya da herhangi bir saygınlık uyandırıcı etken olmaksızın bir çok rütbede ,kendine göre, başarılar elde etmişti. Her ne kadar amacına ulaşamasa da çekilmeyi kendi istemişti. Belki de ilk defa sonuca bu kadar yaklaşmışken karnı doyuyor ve yemeğin en lezzetli kısmını tabakta bırakıyordu. Şimdi ,tekrar döndüğünde, eskiden kurduğu hiç bir hayal ona çekici gelmiyordu. Yeni hayaller, hevesler edinmişti kendine. Bu kez yalnızca sonuca ulaştığında tatmin olacağı , doyacağı, türden.

Küçük elleri mezarlığın metal kapısının çubuklarından birini kavradı. Soğuk... Buz gibi. Kapıyı ittirdi. Havanın sıcak olmasının en iyi yanı kuru kalabilen topraktı. Adımları zeminin çatlaklı yüzeyinde ilerlerken, demir kapı rahatsız edici sesiyle kapandı. Sadece bir dakika duraksadı. Ters esen rüzgâr saçlarını suratına doğru savururken zihninde Londra'ya ilk gelişi canlanmıştı. Rainpard da en az Amore kadar ürkütücü ve sevimsizdi. Hangi mezarlık muhteşem bir manzaranın ev sahibidir Dietricha? Hepsi aynı. Soğuk, ölü ve korkutucu. Karnı üzerinde birleşmiş ellerine kayan bakışlarındaki dalgınlık huzursuzluğun kılıçları tarafından paramparça edildi. Kuruyan dudaklarını küçük bir darbeyle ıslattı. Dietricha Schwanhild, bir zamanlar yalnızca öldürmek için vardı. Son üç yıldır ölümün yalnızca güç getireceği sırada gerekli olduğuna inanmış, elinden geldiğince insan katletmemişti. Zevk, mantık süzgecinden geçmiş ve dozu ayarlanmıştı. Şimdi ise daha da kötüsünü yaptığını düşünüyordu. Ölmemiş birinin adının yazılı olduğu soğuk bir mezar taşı... Kaşları yavaşça havaya kalktı. Derinlerinde ona güç veren bir şey tarafından hakikate döndürüldü. Eğilmiş başını yavaşça kaldırdı ve ilerledi. Samantha Ranson, Julie Luckson, Esme Brandon... Bir kaç mezar sonra tekrar duraksadı. Gözleri hafifçe kısıldı ve Jason Doyle'un mezarı başında duran adamı süzdü. Adamın eski püskü, yırtık cübbesi sakin rüzgârdan etkilenmiyordu. Hareketleri ağır ve iç karartıcıydı. Saçlarının örtmediği yüzünde yüzlerce yara izi bulunuyordu. Burnu biçimsiz, ağzı küçük ve gözleri fersizdi. Dietricha sinirin vücuduna egemen olmasına izin verdi. Nasıl olur da işini tamamladıktan sonra defolup gitmezdi ki?

'Frenk! Kahrolası şey... Frenk! Ne arıyorsun hala burada? Birazdan Nadja gelecek. Aptal. Döndüğümde seni cehennemin en derin çukuruna yollayacağım. Yok ol!' Bedenini ele geçiren sinir sesine yansımamıştı. Kelimeler ağzından tane tane fakat emreder gibi çıkıyordu. Adam kafasını yavaşça kaldırıp uğursuz bakışlarını Dietricha'nınkilerle buluşturdu. Küçük ağzı açıldığında bozuk aksanıyla konuştu.
'Paramı peşin vereceksin. Yoksa Frenk kıza söyler gerçeki. Acımaz Dietricha'ya.' Ah, bir de tehdit mi ediyorsun? Bir an için eli cebindeki asasına doğru hareket ettiyse de kendini tutmayı bildi kadın. Duyduğu her kelimenin uğursuzluğuna lanet okudu. Burnundan aldığı nefesi ağzından verdi ve hızla konuştu.
'Yok ol dedim Frenk. En küçük bir hatan sefil bedenini bu boş mezarın içine tıkatır. Son kez söylüyorum. Yok ol!' Ve kısa bir bakışın ardından adam, kendi etrafında yarım bir daire çizerek yok oldu. Dietricha boş bir mezar, omuzlarının üzerine binen bir isim ve bundan sonra başlayacağı hayatının ilk samimiyetsiz cümleleri ile kızını beklemeye başladı.

* : Franz Kafka


En son Dietricha Schwanhild tarafından C.tesi Mart 07, 2009 6:19 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Nadja Schwanhild

GezginGezgin



Mücadele Tarafı : Dietricha
Kan Durumu : Safkan
Patronus : Tilki

Boş Mezar - Jason Doyle Empty
MesajKonu: Geri: Boş Mezar - Jason Doyle   Boş Mezar - Jason Doyle EmptyC.tesi Mart 07, 2009 12:14 am

Yaklaşık on dakikadır oturup kaldığı banka çakılmış bir çivi gibi hareketsizdi. Ve aynı bir çivi gibi sanki zaten hep o banka aitmiş, o olmadan bankı hayal etmek imkansızmış gibi uyumlu görünüyordu uzaktan. Görünüşte Daigon Yolu'nda aradığını bulmaya çalışmaktan bir süre sonra bezgin düşmüş, dinlenmeye ihtiyaç duyan genç ve normal bir cadı gibi duruyordu. Havanın soğuk olmasına rağmen o kalabalık, insanı bunaltan bir yaz gününü anımsatıyordu. Birbirinin üzerine atlayıp en yeni süpürge modellerine yakından bakabilmeye çalışanlardan, annesinin almadığı şekerlerin başında saatlerce ağlayan küçük çocuklara kadar herkes bir koşuşturma halindeyken bu ihtimal oldukça olasıydı. Ancak çevresiyle hiçbir ilgisi yoktu Nadja'nın. Son birkaç ay içinde olan biten tüm o şeyler kafasını fazla meşgul ediyordu. Ve son darbe olarak da şu mezar. Hayatı boyunca başını yaslayabileceği bir baba hayaliyle yaşamış falan değildi. Ve zaten onca yılın ardından baba sıfatına bürünecek herhangi birine de özel bir sevgi beslemeyi planlamamıştı. Ama nedense aradığı sonun bu olmadığını düşünüyordu. Artık atmayan bir kalp ve üstü örtülmüş bir tabut biraz durgun, ve merakla karışık tuhaf bir hava yaratmıştı Nadja’nın ruhunda. Üzerindeki kırmızı elbisenin eteklerinin sonlandığı hizada dizilmiş birkaç çantaya uzandı. Zaten ağır olmayan çantaları hızlıca kavrayarak oturduğu yerden kalktı. Çıplak bileğinin üzerindeki tek ayrıntı olan saate baktı. 15:43. Evet Dietricha’yla konuştuğu saat neredeyse gelmişti. Dikkatli ve belli bir tempoda ilerleyen adımları onu Diagon Yolu’ndan çıkarıp Londra’nın düzgün caddeleriyle buluşturuncaya kadar duraksamadı. İlk gördüğünde düzene olan hayranlığını kabartan ufak bir sokağın karşısından geçip, siyah uzun bir arabanın kendisini beklediği kaldırıma gitti. Uzun bir pardösü giymiş, orta yaşlı ince bir adam dayanmış olduğu duvardan sıyrılıp yanına yaklaştı. Daha sonra kısık gözleriyle Nadja'ya baktı ve neredeyse elle yapılmış sanılacak denli düzgün dişleriyle gösteriş yapmaya çalışır gibi ağzını kocaman açarak zoraki bir şekilde gülümsedi. Diagon Yolu'ndan aldıklarını adamın eline tutuşturmakla meşgul olan Nadja onu görmezden gelerek adamın kapısını açtığı arabaya bindi. Çantasından çıkardığı ufak bir el aynasından rüzgardan dağılmış kırmızı, turuncu ve koyu kızıl saç tutamlarını bir şekle sokmaya çalışırken, araba da gürültülü motor sesiyle harekete başladı.

"Dietricha beni Rainpard Mezarlığı'nda bekliyor." Şoför koltuğunda oturan adamın başını öne doğru bir kez sallamasıyla anladığına emin olan Nadja arkasına yaslandı. Yansımasını görmüyordu ama o sırada gözlerinin renginin iyice açıldığına emindi. Yüzü de gereğinden fazla hareketsiz duruyordu. Bir yandan o mezarlığa bir an önce varmak, babasına ait en azından somut bir şeyler elde etmek istiyordu. Bir yandan da o hiç ortada yokken işlerin daha kolay ilerlediğiyle ilgili fikirlerini yatıştırmaya çalışıyordu. Arabanın hızlı bir dönüşle son yola da girmesiyle Nadja gömüldüğü koltuktan biraz sıyrıldı. Sırtını dikleştirerek camdan bakmaya başlayan cadı, arabanın yavaş duruşuyla mezarlıkla karşı karşıya gelen gözlerini bir an için kapattı. Ardından kapı koluna uzanan parmakları, çantasını alışı, demir çubuklardan oluşan girişe varması. Ne olduğunu anlamadan durduğu yerden Dietricha'yı görür hale gelmişti. Her zamanki asaletiyle mezar ziyaretine gelen tüm kadınlardan çok daha ihtişamlı duruyordu. Genç kadının sarı parlak saçlarının dalgalandığını görene kadar rüzgarı fark etmediğine şaşarak üşüyen ellerini birbirine kenetledi. Yavaş bir el darbesiyle tiz bir ses çıkararak açılan kapıdan geçti. Dietricha'yla aralarındaki mesafe azaldıkça yüz ifadesini de inceleyebilir hale geliyordu. En ufak bir hareketinden bile bir şeyler çıkarabilirdi ama hayır her zamanki gibi soğuk ve donuktu. Onun da direk kendisine baktığına emin olana kadar ağzını açmamıştı. Dietricha'nın önünde durduğu mezarın başına gelene kadar. Maviliğini griye kaptıran gözleri mezar taşının üzerindeki ada gitti anında. Jason Doyle. Jason Doyle. Birkaç kez içinde yankılandığını hissetti. Hatta sessizce mırıldanmış bile olabilirdi. Hiçbir ortak anısı olmadığı bu adamın mezarını görmenin kendisinde bir etki yaratmayacağını düşünmüştü. Ama içinde bir zamanlar nasıl biri olduğunu merak eden bir tarafı vardı. Hatta babasına hiç sahip olamadan ölmesini kabullenemeyen küçük bir kızın isyankarlığını bile bir nebze taşıyor olmalıydı. O ölene kadar hiçbir şey elde edemeyip o artık yokken bir babaya sahip olmak da oldukça tuhaftı zaten.

"Ve sonunda yerin dibinde de olsa onu görebildim. Bu benim için önemliydi anne, sağol." Sesi o kadar mahmur çıkmıştı ki buna kendisi bile şaşırdı.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://sihirdunyasi.roleplaylife.net/karakter-karty-f86/nadja-sc
Dietricha Schwanhild

GezginGezgin
Dietricha Schwanhild



Mücadele Tarafı : Bilinmemekte.
Rp Sevgilisi : Lorenzo d'Arrìgo
Kan Durumu : Safkan
Patronus : Ceylan

Boş Mezar - Jason Doyle Empty
MesajKonu: Geri: Boş Mezar - Jason Doyle   Boş Mezar - Jason Doyle EmptyPaz Mart 08, 2009 12:17 pm

'Beklemiyordum... Bu ölüm hepimiz için çok ani oldu anne. Ama kendine hakim olmalısın. Ona elveda demek için son şansın. Hadi kalk. Gitmeliyiz.' On beş yaşlarında bir kız, büyük bir oda içerisindeki tek koltuğa oturmuş kadının tam arkasında duruyordu. Elleri, sandalyeye yığılmış kadının omuzlarını kavramıştı. Elinden geldiğince durumu kolaylaştırmaya çalışıyordu. Aslına bakılırsa tek amacı bu kısa süreli tatilinin evdeki matem havasıyla mahvolmasını engellemekti. Dedesini hiçbir zaman sevmemişti. Annesinin de ondan pek hoşlanmadığı aşikârdı. Öyleyse neden bu kadar üzgündü? Umursamadı. Annesinin omuzlarını sıktı. Kalkmasını istiyordu. Cenaze törenine katılmalıydı ve bu işkence sona ermeliydi. Kahrolası Addler, dede William’ın kızı olmadan gömülürse huzursuz olacağı konusunda gayet ikna edici bir konuşma yapmış, tüm bireyleri ikna etmişti. Fakat unuttuğu bir şey vardı. Evin en küçük üyesi, ne öldükten sonra intikam için geri gelen hayaletlere ne de cenaze töreninde kızı yoktu diye bir insanın normalinden daha hızlı çürüyeceğine inanmıyordu. Böylesi batıl inançlar yalnızca normal insanlara aitti. Onların kâbusları tamamen büyücülerin varlığından doğuyordu. Peki bir büyücünün kâbusları nereden gelebilirdi? Tek bir değnek ile istediğini elde edebilen bir varlığı kim gerçekten korkutabilirdi? Öyle olsa bile dedesinin erken çürüyecek olması Dietricha'nın umurunda bile değildi. Henüz on beş yaşındaydı ve arkadaşlarına Noel'de ailesiyle yapacakları üzerine hayran bırakıcı bir konuşma yapmıştı. Noel'ler Schwanhild şatosunda tam bir şenlik havasında geçerdi. Aptal tren yolculuğunun tek katlanılır yanı yüzlerce hediye ve muhteşem bir partinin onu bekliyor olduğu düşüncesiydi. Herkesin siyah giydiği, mezarlıkta inlediği bir cenaze törenine katılacağını bilseydi nefret ettiği okulunda tıkılı kalmayı tercih ederdi. Lutgard'ı geri istiyordu. En çok da şuan, annesini ikna etmek zorunda bırakıldığı şu saniyeler Hogwarts’tan önce öğrenim gördüğü okula olan özlem duygusu artmıştı. Hafifçe aralanan ağzından belli belirsiz bir inilti çıktı. Ellerini annesinin omzundan çekti ve göğsünde birbirine doladı. Artık sabırsızlaşmaya başlamasından dolayı sesindeki huysuzluğu gizleyememişti.
'Anne kalk artık! Burada eceliyle ölmüş yüz yaşındaki bir adamdan bahsediyoruz. Ne düşmanları tarafından acıklı bir şekilde öldürüldü ne de affedilmez lanetlerin biri uygulanırken acıdan öldü. Aslına bakarsan bence sırf boğazını tutamayıp mutfaktaki kekleri aşırıp tıkınmasından kaynaklı bir ölüm onunki. Tek bildiğim öldü. Ve eğer sen gelmezsen gömülmüyor. Gömülmezse amonyağın sebep olduğu o iğrenç koku bütün evi saracak. Tanrı aşkına yarın Noel Günü!’ İğrençleştiğinin ve hatta kırıcılaştığının farkındaydı. Annesinin hıçkırıkları sıklaşmış, kısa süre sonra da elleri zarif yüzünü kapatmıştı. Dietricha umursamadı. Doğru olanı söylemek, içinden geldiği gibi davranmak Schwanhild şatosunda her zaman normal karşılanmaz mıydı? Şaşkınlıkla, hafifçe açılan ağzıyla kafasını iki yana salladı. İfadesi inanamıyormuş gibiydi. Doğduğundan beri yalnızca birkaç kez annesinin ağladığına şahit olmuştu. Afallamıştı çünkü asla ağzından çıkan cümlelerin kırıcı olduğunu düşünmemişti. İnsanları düşünmek, onların duyguları doğrultusunda kendini değiştirmek pek sevdiği bir şey değildi. Neydi o? Herkese göre değişim gösteren, insanların ruh hallerine uyumlu portatif bir eşya mı? Asla bir kukla değildi ve olmayacaktı. Belki de sırf bu yüzden gözyaşlarının sebebi olan suçu sözcüklerinin içerdiği anlamlara atmadı. Gözleri yuvarları içinde döndü. Söyleyeceği yüzlerce şey olmasına rağmen sustu. Daha fazla diretip bu aşağılayıcı durumu uzun süre sürdürmek istemiyordu. Güçsüz, bilinçsiz ve anlamsız davranan bu kadın Solita Schwanhild’e hiç benzemiyordu. Bayan Schwanhild daima duygusuz olmamış mıydı? Soğuk, mesafeli ve oldukça zeki… Yalnızca böyle bir kadın Dietricha’yı kendine hayran bıraktırabilirdi. Ve on beş yıl boyunca hayranlıkla baktığı Solita Schwanhild yanağını ıslatan birkaç su damlasıyla tüm itibarını yitirmişti. Eskisi gibi acımasız, soğukkanlı ve metanetli değildi. Tam anlamıyla… Zayıftı. On beş yaşındaki kızından bile zayıftı.
‘Sen aşağı in Dietricha. Ben birazdan geliyorum. Addler Amca’na söyle babamı götürsünler. Buna dayanabileceğimi sanmıyorum.’ Kızının yüzüne bakmadan kesin bir dille konuşmuştu. Dietricha tek kelime etmeden odayı terk etti. Aşağıdaki kalabalığı dağıtmak için çok uğraşmadı. Dedesinin koyu renkli tabutundan uzak durmak için elinden geleni yaptı ve onun için bağışlama dilemedi. Gömülüşünü izledi. Yalnızca bedenini şatonun arka bahçesindeki mezarlıkta tuttu. Ruhu yüzlerce yerdeydi. Irving’in yanındaydı. Samantha’nın yanındaydı. Amsterdam sokaklarında dolaşıyordu. Ve küçük bir parçası da hala bedeninde gizliydi. Dedesinin gidişini unutmamak için, büründüğü soğuk tavrı her mezarlığa girişinde koruyabilmek için. Solita Schwanhild de dahil olmak üzere kendinden başka saygı duyacak bir şeyi kalmamıştı. O an, bir daha asla bedenini terk etmeyen kibiri, ruhunun orada olan ve olmayan her parçasına bulaştı.


Artık meltem esmiyordu. Rüzgâr şiddetini arttırdı, hava soğudu. Üzerindeki ince elbise tenini korumaya yetmiyordu. Üşüyen kollarını avutmak isteyen avuçları birkaç kez pürüzsüz teni üzerinde gezindi. Neden üşüyordu? Gerçekten soğuk olduğu için mi? Yoksa onun için mezarlıklara anlam katan anısının zamansız hatırlanışı onu savunmasız yakaladığı için mi? Belki de ikisi birden. Bir mezarlık onda aslında kim olduğunu fark ettiği basit bir anının gereksiz mekânı dışında bir şey ifade etmeyecekti. Fark edemiyor olsa da her zaman atladığı tek şey her anıda dahi önemsediği tek şeyin kendisi oluşuydu. Şimdi bir başkasına değer verebilmesi için kendisine verdiği değeri azaltması mı gerekecekti? Bilemiyordu. İçinde bulunduğu karışıklık acınasıydı. Bir başka insanoğluna güvenebilmenin nasıl bir şey olduğunu bilemiyordu. Daha da kötüsü tahminleri bile bu konuda yetersiz kalıyordu. Ama bir yanı kendinden bir parça olarak nefes alan bir canlıyı sevememesinin mümkün olmayacağını fısıldayıp duruyordu. Bu tezi savunan tarafının en büyük kanıtı Dietricha’nın tüm gelecek vaat eden planlarını bırakıp babasının elinden Nadja’yı kurtarmaya gidişiydi. Gerçekten buna kendisi bile bir anlam getiremiyordu. Belki babasının Dietricha dışında bir seçenek bulması gücüne gidiyordu. Kendini bir anahtar gibi görüyordu. Babasının yıllardır ailesinde olan başkanlığı başka bir aileye devretmesi üzüntü vericiydi, ona göre. Oysa Dietricha bunu çok eğlenceli hatta komik buluyordu. Belki o lider değiştirme ayinine sırf gülümseyebilmek için giderdi. Ama Nadja’nın lider olacağı duyumu onu çileden çıkartmaya yetti. Elbette Dietricha! Başka hiçbir duygu seni bu denli korumacı biri haline getiremez. İğrençti. Rahatlamıştı. Değişmediğine, birini hala daha sevemediğine seviniyordu. Asla uslanmayacak bir çocuktu. Tek istediği şey büyük bir ayna ve kendisine bakabileceği uzun saatlerdi. Dudakları gerildi, kıvrıldı ve hafifçe gülümsedi. Ve tekrar teşekkür ederim Margareta. Bana sadece kendimi sevmem gerektiğini ve böyleyken bile yalnız kalmamayı becermeyi öğrettiğin için. Hedeflerime sadece ben istemezsem ulaşamayacağımı gösterdiğin için. Ve beni Dietricha Schwanhild olmaya ikna ettiğin için. Sana minnettarım.

Başını gıcırdayan giriş kapısına doğru çevirdi. Zayıf fakat çelimsiz olmayan bir genç kız görüş alanındaydı. Kızıl renkli dalgalar omzuna dökülüyordu. Parlak, mavi gözleri vardı. Bakışları sorgular gibiydi. Tam olarak anlaşılamayan bir ifadeyle Dietricha’ya yaklaşıyordu. Heyecanlı, huzursuz ya da hüzünlü değildi. Hatta muhtemelen kısa süre içinde anlam kazanan hayatı için endişe bile etmiyordu. Birçokları bu kadar kısa sürede yoluna giren hayatlarını yadırgarlardı. Gerçekten etkileyiciydi. Irving’in yüz hatlarını taşıyordu. Oval çehresinin elmacık kemikleri daha belirgindi Dietricha’ya göre. Saç rengini kimden aldığını söylemek zordu. Vücudu düzgündü. Bunca zaman iyi bakıldığı aşikârdı. Fakat tüm bu ayrıntıların ötesinde tam da Dietricha’nın istediği gibi kişiliği annesine benziyordu. Belki de Dietricha’dan daha kolay anlamıştı kim olduğunu. Dietricha suratını yavaşça gökyüzüne doğru çevirdi. Bulutların arasından çıkan soluk ışık birkaç saniyeliğini kadının güzel yüzünü aydınlattı ve hemen ardından bir başka bulut tarafından cezalandırıldı. Saat henüz erkendi. İşleri çabuk bitecekti. Hiç değilse Dietricha öyle olması için elinden geleni yapacaktı. Kızın tatlı ses tınısı ile ağaçların ihtişamlı ıslıkları birleşti. İlerideki büyük meşe ağacının birbirine sürtünen yaprakları neredeyse çığlık atıyordu. Gittikçe sertleşen rüzgâr yanaklarını tokatlıyordu artık. Elmacık kemiklerinin üzeri kızarmış, dudakları ise hafifçe morarmıştı. Elleri artık titremiyordu. Saçlarını kontrol etmeye çalışmayı bırakmıştı. Her bir sarı tutam hafifçe havalanıyor ve sonra tekrar zarif omuzlarına düşüyordu. Yavaşça boğazını temizledi ve Jason Doyle’un isminin yazılı olduğu taştan bakışlarını ayırmadan söze girdi.

‘Bir baban olduğunu bilmek sana mutluluk verdi değil mi? Şanslısın Nadja. Bana sadece yük oluyordu. Bir babam olduğunu bilmek bende sadece daha uzağa kaçma hissi yaratırdı. Sanırım onu öldürdüğüme asla üzülmeyeceğim. Bu seni mutsuz ediyor mu? Gerçekten, bunu bilmek istiyorum. Yıllar sonra karşına bir kadın çıkıyor ve seni sahiplenen tek kişiyi öldürüyor. Bu annen bile olsa seni sahip olacağı şeylerden uzaklaştırıyor olması can sıkıcı değil mi? Sacred Wisdom’ın başı olacak kişiydin. Belki de bunu istiyordun.’ Hayır, bunu istemiyordun. Bakışları konuşması boyunca mezar taşından kızın yüzüne doğru kaydı. Yalnızca birbirilerine bakıyorlardı. Nadja, Dietricha Schwanhild’in bir kopyasıydı adeta. Tepkileri, mimikleri ve bakışları sonsuz bir benzerlik taşıyordu. Bu pek alışkın olmadığı durum hem memnun edici hem de rahatsız ediciydi. Dietricha gibi bir kadın daima hatırlanmak isterdi. Ve eğer bunun tek yolu bir çok yönden kendisine benzeyen bir kız çocuğu ise bunun rahatsız edici bir yanı yoktu. Fakat yaşıyorken bu bir sorundu. En az kendisi kadar etkileyici biriyle birlikte yaşamak zor olacaktı. Üstelik öz kızının geçmişine dair bir şeyler bilmiyor olmak garip bir duyguydu. Neden onu hiç merak etmediğini bilmiyordu. Yıllarca onu sormamasının altında yatan sebebin Irving’e olan nefreti olup olmadığına adaletli bir karar verememişti. Adaleti sadece kendisine işlediğinden böyle durumlarda rötarlı oluyordu. Sonra kızının yüzündeki kararsızlıkla aklındaki onlarca düşünceden biri arasında kısa bir bağ kurdu. Bu olası yanlış anlaşılmayı düzeltmek için kafasını inkâr edercesine iki yana sallayarak dudaklarını araladı;

‘Eğer o öldüğü için üzgünsen de bu bana bir üzüntü katmayacak Nadja. Beni tanımaya başladığını düşünüyorum. Asla pişman olacağım şeylere kalkışmadım. Bilinçsiz olma diye bir şey yoktu Nadja. İnsan her durumda kendinde bir parça irade bulabilir. Sanırım sana kendim hakkında açıkça söyleyebileceğim tek şey iradeli biri olduğum.’ Ve sonra bakışlarını ayakkabılarının parlak burunlarına indirdi. Gülümsüyordu. Gerçekten kendi hakkında bir başkasına sözleriyle iletebileceği tek şey iradeli olduğuydu. Eğer kendi hakkındaki gerçek düşüncelerini paylaşırsa insanlara kibirini ilan etmiş olurdu. Bu, asla yapmayacağı bir hataydı. Kimse üstü kapalı bir kibirden şikayet etme hakkına sahip olmazdı. Eğer kibrinizi doğru şekilde kullanabilirseniz emir verebilir hale gelirsiniz. İnsanlar hareketlerinizi sorgulamaya çekinirler. Belki de ağır savaşları hiç yarasız atlatıyor olmasının en büyük sebebiydi bu huyu. Kendine ihanet edecek olan tek şey yine kendisi olacaktı.

Ağaçlar tekrar rüzgârın etkisiyle sallandılar. Her bir yaprak bir diğerine sığınıyor, dallar birbirlerinin ardına gizleniyorlardı. Yüzünü göstermemek için direten güneş bulutların arkasından kaçamak bakışlar attığında hakkını vermiyor, yeterince ısıtmıyordu. Her saniye uzayıp gitti sanki. Beraberinde sürüklediği sessizlik sinir bozucu olmaya başlamıştı ki Dietricha bakışlarını tekrar kızınınkilerle buluşturdu. Bu kez gerçekten soran bir ifade takınmıştı. Cevaplar onun kendine olan güvenini arttıracaktı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Nadja Schwanhild

GezginGezgin



Mücadele Tarafı : Dietricha
Kan Durumu : Safkan
Patronus : Tilki

Boş Mezar - Jason Doyle Empty
MesajKonu: Geri: Boş Mezar - Jason Doyle   Boş Mezar - Jason Doyle EmptyÇarş. Mart 11, 2009 12:00 am

Uzunlamasına büyük bir alana yayılmış iç karartıcı mezarlığın, girişine yakın bir yerde yükseliyordu iki silüet. Neredeyse aynı boydalardı; belki sarışın olan biraz daha uzun. Bakışları, hareketleri önceden çalışılmış bir piyesteki kadar kendinden emin ve etkileyiciydi. Birbirine bu kadar benzer iki kişi ancak aynı kaderin bir bölümünde yer alabilirdi. Bu ortaklıkları elbette bir süre sonra çakışacaksa da, biri için geç biri için ise çok yeniydi. Aynı düşünceler dönüyordu akıllarında, ama farklı senaryolarla süslenmişti. Aynı mevsimde, aynı rüzgarın kuşattığı çevrede, aynı mezarın başında duruyorlardı, tüm bunların ifade ettikler, çok farklıydı. Nadja için duygusal bir andan çok bir itiraf, bir yüzleşme, bir buluş sahasıydı. İngiltere'den olmadığı apaçık görünen gri, parlak taşların çevrelediği mezara giden gözleri ışıldıyordu. Londra'nın yağmurları sayesinde mezarlık bekçisini sulama görevinden azad eden çimenlerden, kehribar rengi perçemlerini havalandıran rüzgara kadar tüm doğallıklar tek bir doğru üzerinde gibi netti. Başını döndürmeden gözleriyle çıktığı gezintilerde gördükleri sinirini bozsa da aldırmıyordu. Dietricha'nın güçlü duruşu tüm mezarları, ağlaşanları, çürümüş çiçekleri kapatan güzel bir sanat eseri gibiydi. Böyle bir kadına yakışacak bir erkek gözünün önüne ne kadar çabalasa da gelmiyordu. Jason'la olan ilişkileri, doğumu, babası hepsi çok yeniydi ama bunlara aşinaymış gibi kontrollüydü. Duygusal yönüyle pek ilgilenmiyordu çünkü. Daha çok sorularını yanıtlama amacındaydı. Kararsızlık, bilinmezlik en büyük korkularındandı. Mümkün olduğunca güzel zihninden atmaya uğraştığı türden. Kafasına yerleşen her küçük bilgi biraz daha bütüne dönüyor; eksik puzzle parçaları gibi birbirini tamamlıyordu. Öncesinde sadece kendisinin özel olduğunu düşündüğü hayatında, yeni özel yüzler tanımak Nadja'yı heyecanlandırıyordu. Yalnızca birkaç ay öncesine kadar, saf karanlık bir boşluğu ifade eden baba sözcüğü de anlam kazananlardan biriydi. Her şeyin çok hızlı ve Nadja'nın lehine işliyor oluşu da genç kızı başka bir aleme yönlendiriyordu. Bu parçalardan bütünlere uzanan yolun en büyük adımı da Dietricha'ydı kuşkusuz. Kadının hafif ve baş döndürücü kokusu beyni tarafından çoktan anne kısmına işaretlenmiş; muazzam sesi kulaklarında eskimeye yüz tutmuştu. Onun titrediğini görünce gülümsedi. Artık ilk günlerde olduğu gibi, bu kadının ne zoru var da bir ceket giymeye üşeniyor, diye düşünmüyordu. Onun ince kıyafetlerinden, elbiselerinden, askılarından asla vazgeçemeyeceğini biliyordu artık. Tanıyordu onu. Aslında sanki hep tanımıştı. Bir parçası hep oydu belki de.

Kadının içten olduğuna inandığı sözleri son bulunca durdu. Daha doğrusu ikilemde kaldığını düşünmemesi için bu sessizlik oldukça kısa sürdü. Nadja'nın kafasında hızlı bir şekilde bir şeylerin oluşmasına yetecek kadar. "Gerçekten bunun için endişelendiğine inanamıyorum. Ah o yaşlı bunağın paranoyaklıkları zaten yeteri kadar korkutucuydu. Ayrıca sahiplenilmeye ihtiyacım olduğunu sanmıyorum." Sözü ufak bir çarpıtmayla da olsa o örgüte getirmek istediğini biliyordu Nadja. Bir şekilde onun yerini alacak kişi oluşu huzursuz ediyordu kadını. Doğaldı da. Ve onun bu huzursuzluğu yaşamasına izin verecekti. Kendi içinde hesaplaşmasını istiyordu. Gerçekten istediği mevki miydi kızı mıydı? Gerçi bu ufak mezar ziyaretleri hakkında ilk kez konuştuğu günden beri ona daha çok inanıyordu sanki. Bu konuda konuşmayabilirdi. Muhtemelen başarılarla dolu hayatının oldukça berbat bir bölümüydü. Ama Nadja'yı açıklamasız bırakmamış, hatta babasının mezarını gösterecek kadar da ileri gitmişti. Dietricha'nın gözlerini kısa bir dalgınlıkta yakalamasının ardından anında kendisine döndü yine bakışları. Nadja'nın, o ders anlatırken takındığını düşündüğü bir ifadeyle konuşmuştu. Bir şeyleri anlatabildiğinden emin olmak istiyormuş gibi. Sorgulayan bir hale bürünmüş, yüz ifadesi de aynı doğrultuda değişmişti. İlk geldiğindeki donuk hali yoktu. İçindekini gizlemeye çalışan sahte bakışları yerini hevesli bir bekleyişe bırakmıştı. Bekletmenin kötü sonuçlara yol açabileceği biri olduğunu bildiği Dietricha'yı hızlı bir şekilde rahatlatmaya niyetliydi Nadja. Gülümsedi ve biraz önceki cevabına ekledi, "Gözlerimiz dışında da bir ortak noktamız varmış demek ki."
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://sihirdunyasi.roleplaylife.net/karakter-karty-f86/nadja-sc
Dietricha Schwanhild

GezginGezgin
Dietricha Schwanhild



Mücadele Tarafı : Bilinmemekte.
Rp Sevgilisi : Lorenzo d'Arrìgo
Kan Durumu : Safkan
Patronus : Ceylan

Boş Mezar - Jason Doyle Empty
MesajKonu: Geri: Boş Mezar - Jason Doyle   Boş Mezar - Jason Doyle EmptyPaz Mart 15, 2009 12:55 pm

'Beni bir daha asla görmeyeceksin. Ne kadar güçlü olduğunu biliyorum Dietricha. Yine de aramızdaki bu şeyi zorlaştıracak hiçbir eylemde bulunmayacağım. Ve lütfen, eğer onu doğurmaya karar verirsen... İsmini Nadja koy. Hiç değilse bir zamanlar var olduğumu bilmesi için.' Ne kadar da acıklı bir son. Yalnızca üç dakika sürmüştü bavulunu toplaması adamın. Mutfağın lambası açık değildi fakat yağan kar geceye ışık katmıştı. Dietricha kolunu tezgâha yaslamış, yüzü ifadesiz, kocasına bakıyordu. Söyleyecek ne vardı? Daha önce hiç bu kadar aşağılanmamıştı. Tercih edilen olmak uzun zamandır içinde bulunduğu bir durumdu. Şimdi, terk edilirken nasıl tepki vermesi gerektiğini dahi unutmuştu. Ensesinde, gevşek bir tokayla bağlanmış saçları sol omzuna dökülmüştü. Boştaki elini yavaşça saçlarına doğru götürdü. Buklelerle oyalandı bir süre. Kaşları hafifçe yukarı kalktı ve hafifçe büyüyen gözlerini adama çevirmemeye dikkat ederek cevap verdi.

'Olur.' Sesinin titrek tınısını yok etmek için öksürdü. 'Eğer dünyaya gelirse bir baba kavramına ihtiyacı olacaktır.' Bu kez başını kaldırdı. Bakışlarını adamınkilerle buluşturdu ve umursamaz bir tavırla konuşmaya başladı. 'Sanırım bu saçma sahneyi yüzlerce veda cümlesiyle uzatmana gerek yok. Asla duygusal biri olamadığımı biliyorsun. Yine de bilmeni istediğim bir şey var. Gitmen beni üzmeyecek Irving. Yarın da iki gün öncesi ile aynı kadın olacağım. Belki bu gece, uyumadan önce, bir süre düşünürüm. Ama sonra o da bitecek. Unutacağım ve bu seninkinden daha kolay olacak. Biz hiç var olmamışız gibi kolay ve acısız... Şimdi, tek bir söz söylemeden ve anahtarını bir köşeye bırakıp git.' Adam yavaşça kafasını eğdi. Tüm duyduklarından sonra suratında oluşan o bir saniyelik pişmanlık genç kadın için zevk vericiydi. Adam da Dietricha kadar iyi biliyordu ki gittiği yerde asla bu evde olduğu kadar mutlu olamayacaktı. Dietricha duygu dolu sahneler, insanın midesini bulandıran sevgi dolu sözcükler istemezdi. Tek isteyeceği eğlence olurdu. Üzüntü veren herhangi bir durumu anlatman gerekmezdi, sormazdı. Sebebini sorgulamadan seni mutlu etmeye çalışırdı. Ve çoğu zaman becerirdi de. Kadın hafifçe gülümsedi. Başını iki yana doğru salladı ve aynı pozisyonda durmaktan dolayı ağrıyan kolunu tezgâhtan çekti. Mutfağı aşıp koridora çıktı. Adama bakmadan hızla salona doğru ilerledi. Kapanan kapı sesiyle durakladı. Yalnızca birkaç dakikasını Irving’le olan hatıralarını anımsamakla geçirdi.


Ve sonra, bu ana kadar, bir daha asla adama dair anılarını hatırlama gereği duymadı. Gerçekten de, Irving’i unutmak onun için zor olmamıştı. Bağlılık yalnızca sevebilen insanlarda vardı. Dietricha Irving’i sevmemişti. Yıllar önce sevdiğini sanıyor olabilirdi. Fakat hiçbir kadın sevdiği adamı ölmüş gibi göstermezdi. Muhtemelen seven birisi için böyle bir durumun düşüncesi dahi can acıtıcıydı. Şimdi anladığı bir biçimde Irving’i yalnızca başkaları da istediği için istemişti. Herkesin istediği bir şeye sahip olmak… İşte bu Dietricha için baştan çıkartıcı, heveslendiriciydi. Böyle bir durumda sonuçları önemsemeden hedefe koşardı. Nitekim sonuçlarını önemsemediği için Irving’in kişiliğini de çözümleyememiş ve aldatılan olmuştu. Belki de en çok bu yüzden onun öldüğü fikrine huzurla yaklaşıyordu. Her zamanki gibi kusurlarını kapatıyordu. Açık vermiyordu, insanların öne geçmelerine izin vermiyordu. Yalanlarını en yakınındakine bile tereddütsüzce satıyordu.

Aldığı cevaptan hoşnut en içten gülümsemesiyle –ki o bile yeterince sıcak değildi- kızına baktı. Üşüyor muydu? Güneş yeryüzünün bulundukları kısmını terk ediyor, zaten pek fayda sağlamayan ısısının yerini akşamın kuru soğuğu alıyordu. Gökyüzü birkaç kilometre ilerideki dağ tepelerinde turuncu, mezarlığın ağaçlarının en yüksek dallarında ise koyu maviydi. Havada tek bir bulut yoktu. Yine de Londra’nın dengesiz hava durumu konusunda bir yorum yapmak hata olurdu. Sonuç itibariyle yılın büyük bir kısmını kasvet ve ağır, gri bir loşluk içinde geçiriyordunuz. Bölgede güneş ve kuru toprak sevinç yaratan şeyler haline gelmişti. Rüzgâr dalların, geniş yaprakların, çimlerin ve cılız otların arasından kayarak ilerledi, diğerinden daha uzun boylu kadının tenini okşadı ve parfümünün çiçeksi kokusunu etrafa yaydı. Kadının elbisesinin etekleri yavaşça uçuştu. Titredi. Saçlarının kısa olan telleri alnı üzerine özensizce dağıldı. Dudakları daha çok morarmış, yüzü beyazlamış fakat elmacık kemikleri canlı bir kırmızıya boyanmıştı. Sol eli sağ kolunu kavradı. Dudaklarını zar zor araladı;

‘Jason iyi bir adamdı. Seni doğurduktan birkaç gün sonra ortadan kayboldu. Sanırım Sacred Wisdom karşıtı topluluklardan biri tarafından uzun yıllar rehin edildi. O günden sonra ondan hiç haber alamadım. Onu bulmak için seni…’ Yalnızca bir saniye tereddüt etti. Hafifçe kıkırdadı ve sonra devam etti. ‘Aslına bakarsan onu bulmak için çaba göstermedim. Gitmeyi kendi istedi. Ve ben henüz on yedi yaşımdaydım. Hayır. Sana; daha çok küçüktüm, babasız bir evlat dünyaya getirmek beni yormuştu gibi acıklı cümleler kurmayacağım. İsteseydim, tıpkı bugünkü gibi yanımda olurdun Najda. Fakat bana Lutgard’da öğretilen bir şey o gün için senin yanımda olmamanı gerektiriyordu. Ulaşılmaya yakın olan hayaller için kayıplar vermek gerekir. Hiç mütevazı olamayacağım bir şekilde yetenekliydim. Geleceği görebiliyordum, inanılmaz bir iksir zekâm vardı ve o güne kadar kusursuz işlemiş bir kaçış plânına sahiptim. Bir insanın hayatı boyunca bir tek kendisini gerçekten sevmesi ve bunu biliyor olması kadar korkunç bir şey yoktur. Ve ben hiç kaybetmeyeceğimi bilerek, bir sonraki değil birkaç sonraki adımımı düşünerek ilerledim. Oyun oynadım, yalan söyledim, kandırdım, öldürdüm ve nefret ettim. Ben bir insanın olabileceği her şeydim. İnsanlar ipleri avuçlarımda olan kuklalardı. En sonunda hedefime o kadar yaklaşmıştım ki… Önce kehanet sonra da iksir profesörü oldum. Kısa zamanda okul için kendini paralayan kadın imajını çizdim. Ve tam üç sene önce Hogwarts’ın müdiresiydim.’ Bakışları uzaklarda bir yerlere doğrultulmuştu fakat odaksızdı. Yüzünde eskiye dair güzel anıların getirdiği farklı, alımlı bir ifade vardı. Hafifçe dudağını ısırdı. Ve sonra devam etti. ‘Yüzlerce yeni yetme sandığın kadar gereksiz değildir. Henüz karakterleri tam oturmamış, düşüncelerine yön verememiş yüzlerce insan. Ve eğer doğru hareket edersen, her gün aynı dozda zehir verirsen öyle kolay senin istediğin şekli alırlar ki… Tahminen tüm örgütlerin hedefi düelloyu bilen bireyleri kendi saflarına çekmek. Oysa tamamen sana itaat etmeye kurulu beyinler mutlaka yetişkin insanlardan daha sadık olurlar.’ Durdu. Kuruyan dudaklarını ıslattı. Dakikalardır hareketsiz olan ellerini saçlarını kulaklarının arkasına atarken zümrüt küpeleri hafifçe sallandı. Işıltı, kadını etkileyici kılıyordu. ‘Elbette tüm bunlar olurken benim de ait olduğum bir örgüt vardı. Onlar için görevlere gittim. Toplantılarına katıldım. Bir yere ait olmak aptallıktır demiyorum. Fakat benim gibi doyumsuz biri emir almayı pek… Zevkli bulmaz. Her neyse. En sonunda tüm o hayallerin babama olan nefretim sebebiyle olduğunu fark ettim. Yeterince istemiyordum. Sonra da senin haberini aldım ve tereddüt etmeden hayatımın tamamını başka bir yöne çektim. Yine de hiçbir değişim beni yeterince değiştiremeyecek.’ Bakışlarını kızınınkilerle buluşturdu. Gülümsedi fakat buruktu. Karşısındaki ondan şevkat, ilgi beklemiyordu. Yine de onu herhangi bir annenin kızına duyduğu sonsuz bağlılıkla sevebilmeyi isterdi. Elbette, onun için her şeyi yapabilirdi. Fakat hala daha kendini feda etmek konusunda şüpheleri vardı. Eğer bir asa bu güzel varlığa doğrultulmuş olsa önüne atlar mıydı? Elini yavaşça kaldırdı. Tereddütsüzce ilerletti. Zarif parmakları kızının kızıl renkli saçlarına dokundu. Yumuşak bukleler arasında gezindi ve geri çekildi. Bir an için Rainpard mezarlığında her şey durdu. Rüzgâr, güneşin durdurulamaz batışı ve zaman. Yalnızca kadın ve genç kız hareket etti. Kadın elini yumruk yaptı ve sonra dudakları arasından fısıldadı;

‘Sanırım ilerleme kaydediyoruz.’
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Nadja Schwanhild

GezginGezgin



Mücadele Tarafı : Dietricha
Kan Durumu : Safkan
Patronus : Tilki

Boş Mezar - Jason Doyle Empty
MesajKonu: Geri: Boş Mezar - Jason Doyle   Boş Mezar - Jason Doyle EmptyC.tesi Mart 28, 2009 7:26 pm

Kendini rüzgara kaptıran saçlarını kulağının arkasına sokmayı bir iki başarısız denemeden sonra kesti. Elbisesinin yazın giydiği uçuşan modellerden olmadığı için şükretmesini fısıldayan o sese, iç sesine katılarak gülümsedi. Mezarlığa ilk gelişindeki hafif dalgalanmalar, ağaçların dans edişinden de fark edilebileceği gibi yoğunluğunu arttırmıştı. Öyle ki Nadja bir şeyler söylemeye çalışsa sesinin etkileyici tonunu yakalayamayacağına emin gibiydi. Kendini bir anda içinde bulduğu bu durumu daha katlanılmaz yapan aslında rüzgar ya da herhangi bir şey değildi. Dikkatini vermek istemediği sorunlarından kaçış yoluydu dışarısı. Dietricha'nın kendisiyle ilgili övgü dolu sözleri ve kızının düşüncelerine daha yakından bakma isteği konuşmasına neden oluyor, Nadja ise sessizce kadının istediği yönde ilerliyordu. Son bir saattir durum Rainpard mezarlığındaki tek boş mezarın başında bu şekildeydi. Bulunduğu yerin kasvetinin biraz rahatsız ettiği Alman cadı uçuşan saçları yüzünden bozulan görüş açısına rağmen annesine dikkatini vermeye özen gösteriyordu. Onun söylediklerini önemsemiyor değildi. En azından kendisiyle ilgili konuşmadığı anlarda. Biraz daha kendini bulduğunu hissediyordu. Yine de Dietricha'nın en sevmediği özelliği olduğunu inkar edemezdi. Her şeyi farkında her şeyi istediği gibi yapan biri gibi oluyordu konuştuğunda, insanı etkileyen bir sesi vardı, cümlelerini anlamaya çalışırken kadının kendine duyduğu hayranlık ve yaptıklarından duyduğu sıfır kuşku kibrini ayna gibi belli ediyordu. Kendisine karşı dürüst olduğunda karşılaştığı tabloyu dışarıdan birinde fark etmek sinir bozucuydu.

Kim bilir ne zamandır kesilmediği dengesiz boylarından belli olan çimenlik arazi bir çarşaf gibi uzanmıştı ayaklarının altına. Kimi zaman en arsız olanları Nadja'nın çıplak bileklerine değiyor, kızın bir iki adım ilerlemesine ya da geri gitmesine neden oluyordu. Bu nadir hareketleri de ne kadar uzun zamandır o şekilde dikilip kaldığına sözcülük ediyordu. Tekrar kendisine rahat bir pozisyon sağladığına emin olunca Dietricha'ya çevirdi gözlerini. Kulaklarına gelen artık klişeleşmiş bir kalıpla başlamıştı kadın konuşmaya. Jason iyi bir adamdı bla bla... "Kızını ve karısını terk edecek denli iyi..." diye mırıldandı belli belirsiz. Dietricha kendini kızının geçmişini temizlemeye o kadar kaptırmış olacak ki babasının masum ölümünden bahsederken bu fısıltı şeklindeki sözlerini işitmemişti. Son günlerde şu örgütün ismi kulağına iyice tanıdık hale gelmişti. Dietricha'nın hayatından ufak bir kesit niteliği taşıyan cümlelerinin hepsi belleğine bir bir işliyordu. Kadının en son değişimle ilgili sözleriyle Nadja nedense diğerlerine oranla daha fazla ilgilenmişti. Hayır asla böyle bir şey beklemiyordu zaten. Bir anda ortaya çıkan annesinden kendini sarıp sarmalaması ve diğer her şeyden vazgeçip okul zamanı yolunu beklemesini istemiyordu. Bencil olmadığından değil. Yalnızca bir yük gibi bir görev ya da ona benzer uğraştırıcı bir ayrıntı yerine konulmak istemezdi. Tam tersine Dietricha'ya yaşattığı tüm fedakarlıkların sonucunda kazandığı ödül gibi görünmek, kaybettiklerinden çok daha fazlasına sahip olabileceğini göstermek istiyordu. Nadja sıradan bir cadı değildi olamazdı. Dietricha gibi bir kadının en çok isteyebileceği evlattı Nadja. Bu onu sevindirmeliydi. Kendisi için endişelenmesine ya da kaygılanmasına asla fırsat vermezdi genç kız. Onun için daha fazla bir anlam ifade etmek belki takdirini kazanmak daha umut vericiydi. Dietricha'nın aralarındaki iki üç adımlık mesafeyi de sıfıra indirerek yanına yaklaşmasını sorgulayan bir tavırla izledi. Ardından kızıl saçlarını okşayan kibar bir ele odaklandı gözleri. Bir anne-kız için bu oldukça normaldi hatta sarılıp öpüşen ikili için soğuk bile sayılabilirdi. Ancak ikisi de birbirinden duygusuz iki cadı için ilginç bir gelişmeydi. Nadja aklında bunu tartarken ilginç kelimesini kullandığı için duraksadı. Hayır daha sevimlisini bulabilirdi. Kadının cesur yaklaşımına karşı gül rengindeki dudaklarında hoş bir tebessüm meydana getirdi. Daha fazlasını yapmaya niyetli değildi. Belki bir başkası olsa anne eksikliğini telafi etme çabalarıyla buna karşılık verebilirdi. Ama Nadja kendisinden başka bir canlıya duyabileceği sevginin sınırlarını henüz bilemiyordu ve şimdilik dar bir alanı kapsıyordu bu.

"Haklısın. Artık gidelim mi? Üşüdüm."
Hızlıca cevabı geçiştirdi ve Dietricha'ya dönük olan yüzünü diğer tarafa çevirdi. Kadının da kendisinden farklı bir sevgi gösterisi beklemediğinden emindi zaten. Arkasından ilerlemeye devam eden annesine göz ucuyla baktıktan sonra hala mezarlığın girişinde kendilerini bekleyen siyah arabaya yöneldi dikkati. Adını bilmediği ama aksanından İskoç olduğu anlaşılan şoför, arabaya yaslanmış bir şekilde duruyordu. Sonra bir anda toparlanıp arabanın arka kapısını açtı. Kafasını çevirince iki cadının gelmekte olduğunu görmüş olmalıydı. Nadja mezarlığın kapısından geçmeden önce kaçamak bir bakış attı babasının mezarına. Dietricha'nın da arabanın ön koltuğuna geçip arabanın hareket etmesiyle dikkati dağıldı. Siyah araba birkaç caddeyi aşıp ana caddeye vardığında Nadja bacaklarını tüm arka kısmı kaplayacak şekilde uzatmış, dalgın gözlerle dışarıyı izlemeye başlamıştı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://sihirdunyasi.roleplaylife.net/karakter-karty-f86/nadja-sc
 

Boş Mezar - Jason Doyle

Önceki başlık Sonraki başlık Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Kurgular Sayfası-