AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  
Son Konular
Konu
Tarih
Yazan
Yabani Otlar
Bir Kulüp Mü Kuruluyormuş | Bir Tıkla Bakalım!
- Duyuru Panosu -
Işık Tapınağı
Model Değiştirme
Model Başvuruları
Debbie'nin Grafik Galerisi *yeni
' Cuteness s i g n a t u r e s.
La Révolte
Özel Model Başvuruları
Salı Mart 15, 2016 10:01 pm
Ptsi Şub. 22, 2016 12:43 am
C.tesi Ekim 02, 2010 11:08 am
Perş. Eyl. 30, 2010 11:07 pm
Perş. Eyl. 30, 2010 10:04 pm
Perş. Eyl. 30, 2010 6:40 pm
Çarş. Eyl. 29, 2010 8:37 pm
Çarş. Eyl. 29, 2010 8:25 pm
Çarş. Eyl. 29, 2010 6:13 pm
Çarş. Eyl. 29, 2010 4:35 pm












Paylaş
 

 Uluslararası Londra Bienali

Önceki başlık Sonraki başlık Aşağa gitmek 
Sayfaya git : 1, 2, 3, 4  Sonraki
YazarMesaj
Angélique Killingsworth

Şu an Muggle'sınız. Lütfen bir rütbe edinin.Şu an Muggle'sınız. Lütfen bir rütbe edinin.
Angélique Killingsworth



Mücadele Tarafı : Karanlık Gece.
Rp Sevgilisi : Walter.
Kan Durumu : Safkan.
Patronus : Kuzgun.

Uluslararası Londra Bienali Empty
MesajKonu: Uluslararası Londra Bienali   Uluslararası Londra Bienali EmptyPaz Nis. 18, 2010 12:14 pm

Uluslararası Londra Bienali Thewizard1024x682

İpek dokuyan zehirli bir örümcektir sanatçı. Bütün ömrü kendine değerli besinler yaratacak olan; hayatı, insanları, tılsımları, ruhları yakalayacak ağlar örmekle geçer. Muhteşem mimarisine rağmen dayanıksızlığı nedeniyle kirlenip, değersizleşen bir ağdan sanatı farklı kılan, ağının dayanıklı, renkli, değerli ipekten örülmesidir.

Her ilmiğinde insan ruhundan renkler taşıyan bir ağı ören,hayranlık uyandırıcı bir büyücü,gizemi anlaşılamayan bir sanat eseriyle dağıtıyor dikkat dikenlerini.. Whitney Blomleigh geçmişin soğuk fısıltılarını gün ışığına çıkararak, tozlu sandıkların kilidini açıp, çerçeve ve marjlarla bezeli Walsingham Portresini kullanarak endişeyi salıyor düşüncelere.
Walsingham; her şeyin iliğini kendi vazgeçilemeyen amacı için emen, o parlak ağa dolananları ağının bir parçası haline getirdiği söylenen, kendinden ve ördüklerinden başka hiçbir şeyi aldırmayanları hedef alan zehirli bir büyücüdür.

Uzaktan bakanlar ondaki yaratıcılığın çekici kutsallığını, yakınına sokulanlar o yaratıcının ürkütücülüğünü ve zehrindeki görkemi fark ederler.

Bienalin amacı; arkalarında ışıltılı ipliklerden dokunmuş görkemli ağlar taşıyan birçok sanatçının karşılaşması, birbirlerini izlemesi, dokuduklarının parlaklığını kıyaslamaları ve birbirleri hakkında yargılara varmalarıdır. Sanatçılar, sanatı kutsal bulmazlar, onları çeken, sanatçının ürkütücülüğü ve zehridir. Ne gariptir ki, zehri en fazla olan, en parlak ağı dokur.
Ve en parlak ağ ise tüm ağların önünde zehrini bırakmak için yerini almıştır..
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Angélique Killingsworth

Şu an Muggle'sınız. Lütfen bir rütbe edinin.Şu an Muggle'sınız. Lütfen bir rütbe edinin.
Angélique Killingsworth



Mücadele Tarafı : Karanlık Gece.
Rp Sevgilisi : Walter.
Kan Durumu : Safkan.
Patronus : Kuzgun.

Uluslararası Londra Bienali Empty
MesajKonu: Geri: Uluslararası Londra Bienali   Uluslararası Londra Bienali EmptyPaz Nis. 18, 2010 12:24 pm

Bencilliklerden, öfkelerden, kıskançlıklardan, tutkulardan oluşan ve keskinliğinde yok olan kasırganın içinden geçerken çevremizi sarıp, yıpratan o kabarmış dalgaların arasında kaybolma korkusuyla herkes bir yere, bir şeye tutunma ihtiyacı duyar. Tutunabileceğimiz iki direk vardır. Biri kendimiz, biri ‘biz’ olgusunun oluşmasını sağlayan uğraşlarımız. Ve sanat bu şekilde doğmuştur geniş tabloların arasından. Veya bir kalemden, bir ritimden ve adımlarını ayarlayamadığımız bir danstan. Sanat, saf güzelliğin birinci derecede yoğunlaşmış biçimidir. Her kelime hür dolaşır onun kollarında. ‘Ormanda uyuyan göllerde olduğu gibi.. İki şeyle doludur çoğu insanın kalbi: Gökyüzü -ve onun bulutları, ışıkları. Türlü renklerle boyar suları ve çamur - derin, karanlık, uyuşuk, kasvetli. Kirli sürüngenlerin sinsice gezindiği.. ‘ *

Gerçek bir yazar, kendisine uzaktan bakanlarda da,derinine hapsedilenlerde de aynı ilgiyi yaratır. Ama derinliklerinde hayatlarının kendilerinden çekilip alınmasının acısıyla birlikte, parlak ve kalıcı bir ağın parçasına dönüşmenin farklı lezzetini de tadarlar. Acel Martin'in, hakkında bir kitap yazabilmek için yıllarını feda ettiği James M. Strong’la aynı zamanda çelişmesi, zaaflarını ön plana çıkarması gibi, bir zamanlar Diana Swennie Quélynn ile yakın olan ve onunla geçirdiği günlerin notlarını yayımlayan Darion Mograine,‘ Hayal güneşim’ dediği bu güzel büyü dünyasının kurgu makinesinden zaman zaman sıkıldığını da söyler. Bu çelişkilerin birçok nedeni olabilir ama ışığı gördüğü yazarın yakıcı zehrini eserlerinde gösterecek olanlar bu geceyi daha da çelişkili ipeklerini sergileyeceklerdir. Ve bunları Clemence Clayborne, gecenin ve süslü sanat betimlemelerinin harmonisi bir üsluba hakim olarak ironi yaratan cümleleriyle dışarı vuracaktır.

O parlak ağı dokuyabilmek için her sanatçının muhtaç olduğu özgüven zehrinden, en fazla payı alan fırça darbeleri ile büyülü dünyada farklı bir büyü yaratan ressamlar olmuştur. Farklı dramatik olgularını yok sayarken, ellerinde ‘renk’ gibi amansız bir gücü tutarlar. Bununla kendisine baş eğdiren zamanı ve ipekten zehri tek rakip olarak görürler. Karanlıkla çekişen, geceyi Tanrıdan bile iyi tanıyıp ondan daha iyi anlatmaya çalışan, Angela Fitzgerald ruhunun en derinliklerinde inanılmaz bir incelikle işleyen fırça darbelerini sunuyor gecenin simya kokularına. Ve buna Dulcinea Carré’nin taşıdığı yükü hafifletmeye çalışan, taşımasına yardım eden garip renklerin gerçek yüzünü göremediği dünyasında cesurca tasvir ettiği hayal dışı tabloları eşlik ediyor. Ve en zehirli, puslu, bilinmez bir tablo. Walsingham..

Hayranlığın, beğeninin, hayatı pahasına istemenin sezgisel gücünü yakalayan ve pastoral senfoninin ağır adımlarını sunan müzisyenler içinse gece Darya Meadow’ın adımlarının ritmik ışıltısında bir sentez meydana getirmeyi hedeflemiştir. Dans edebiliyorsan, bu bir mutsuzluğun ve yükselişin işareti olur. Ve bu dansta ritimleri ayarlayabilmek, eşsiz birikim kokan duyguların kıpırtısını ışığa çıkarmak gibidir. Dietz Berchtwald, sessiz tınısının güzelliği nasıl derin bir kedere dönüştürebileceğini gösterecek bir kez daha. Ve geçmiş çarpıcı görünüme bürünerek kendini sunacak özgün mabetlerinde. Zifiri bir karanlık,duyguların iyice kabarıp yayılabilmesi için evrenin duvarlarını geriye itiyor, sesin büyüdüğünü,genişlediğini, duyguların kardan harmaniyeler giymiş ‘muse’ler gibi binanın üzerinde uçtuklarını hissettiren tuhaf bir yetenek, Alice Hammond. Zamanı Shakespear’ın mezarcısı gibi kazıp bulduklarını bizlere sunan, bağışlanmayan ama unutulan nice hikâyeyi hatırlatarak, buzdan bir örümceğin ağlarıyla buzlanan senfonisini yaşatan Adrian Klein ise gecenin ipek ağını dokuyan bir diğer sıfatı üstlenmiştir. Oyunlarında her zaman kendinden farklı bir insanı büyü dünyasına sunan aynı anda iki hayatı yaşadığını söyleyen ve bunu en içtenlikle geçmiş zaman kapılarına yönlendiren, statü kavramlarının en fazla göz önünde bulundurduğu Blair Quélynn ise Lucrece Borgia piyesindeki Venüs ışıltısını hissettiriyordu gülümsemelerinde.



Girişe yaklaştığında kapının iki yanındaki sütunlar dikkatini çekmişti. Kirli ve mistik bir görüntüsü vardı. Sütunlardan biri ‘korku’yu simgeliyordu. Diğeri ise ‘Arzu’ imgesini üstlenmişti. Korku, şimdiye kadar öğrendiği her şeyin yararsız olacağını, tehlikeli ve yabancı bir dünyaya adım attığını savunuyordu. Arzu sütununa baktığında ise, bugüne kadar arzulamış olduğu, uğruna uzun ve zorlu mücadeleler verdiği her şeyin içinde bulunduğu bilindik dünyadan terk etmek üzere olduğunu görüyordu. Gülümsedi.. Ne istediğini bilen birinin kendine güveniyle açılan kapıdan içeri girdi. Küratörlüğünü üstlendiği bu gecenin ışıklarını sunmuştu şimdiden. Sessiz çığlıklar atan tabloların önünden geçerken ileride, ifadesizce inceleyen yüzündeki masumiyeti bir tuzak gibi geceye sunan Whitney Blomleigh’e yöneltti bakışlarını. Bu gece onun için keskin ve iki sonuçla sonlanacaktı. Haşin ve endişenin bir olduğu gülümsemesiyle selamladı onu. Salonun kemerli girişine gelince bekledi, uzaktaki kameriyede çalan müzisyenlere odaklandı. Müzik son bulduğunda büyülerin uğultusu, çağıldayan seslerin azalarak meşum bir sukunete dönüşmesiyle birlikte hızla uçup gitti. Angélique derin bir nefes aldı ve bakışlarını kalabalığın gerisine yöneltti. Ağır ağır adımlar attı ve bakanlıktan genç bir adamın kolunda salonun ortasına doğru ilerledi. Davetlilerin gelişini rasyonalist planları düşünerek beklemeye başlamıştı şimdiden. Geriye sadece bir önceki adımı tahmin etmek ve piyonları istendiği doğrultuda yönetmek kalmıştı..


* Victor Hugo
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
James Lyer Vigoureux

Şu an Muggle'sınız. Lütfen bir rütbe edinin.Şu an Muggle'sınız. Lütfen bir rütbe edinin.
James Lyer Vigoureux



Mücadele Tarafı : Yoldaşlık
Rp Sevgilisi : Freya Artemis
Kan Durumu : Safkan
Patronus : Simurg

Uluslararası Londra Bienali Empty
MesajKonu: Geri: Uluslararası Londra Bienali   Uluslararası Londra Bienali EmptySalı Nis. 20, 2010 8:56 pm

Ofisine geldiğinde masasının üzerinde bakanlığın ve muggle dünyasının ortak yaptığı bir sanat eseri gösterisinde görevli olduğu dair paşomeni görünce kendinden geçmişcesine sevindi James.Parşomenin geri kalanını okuduğunda birçok sanat eseri gösterime sunuluyordu,insanlar bunları görmek için akın,akın gelecektir diye düşündü davetiyeyi okurken.Bazı insanlarda bu kadar değerli şeyleri elde etmenin vereceği güç ile orada olabilirdi.Kolundaki saate baktı geç kalmak istemiyordu,hatta birazda erken gitmek istiyordu sanat eserlerine güzelce bakmak için,ayağa kalktı ve görevli olduğu sanat gösterisine cisimlenmek için bakanlıktan ayrıldı.

Sanat gösterisinin bulunduğu salona geldiğinde daha kapıda kendinden geçmesine yetecek kadar sanat koktuğunu anladı.Derin bir nefes aldı,sanata karşı aşırı duyarlıydı,seviyordu sanatla uğraşanların derinlerdeki duygularını hiç korkmaksızın dışarıya çıkarmalarını,kapıda hem muggleların,hemde büyücülerden oluşan bir grup güvenlik görevlisi davetiyeleri kontrol ediyordu.James giriş davetiyesini gösterdiğinde arka tarafa gitmesini söylediler.James içeriye girdiğinde her taraftan güzellikler fışkırıyordu adeta,içeride insanların sesizliğinden mi yoksa eserlerin vermiş olduğu dinginlikten midir bilinmez süper sessiz birşekilde hareket ediyorlardı.Sakin birşekilde eserlerin önlerinde durup onları inceliyorlardı.Yüksek sutunların bulunduğu bu binanın akustiği mükemmeldi müziğin derinden gelmesi insana dinamiklik ve bir rahatlama veriyordu.James ilerledi ve arkada büyücülerin bulunduğu yere gitti "Merhaba"dedi güvenlikle alakalı olduğunu bildiği bir grup büyücüye içlerinde birçok tanıdığı vardı James`in,büyücülerle kısa bir merabalaşmadan sonra James yanına görevli arkadaşlarından birini aldı ve tablolar arasında gezinmeye başladı.James`in gözüne ilk başta muggle korumalar takıldı neredeyse bu güzelliği bozacak derecede aktiftilerdi kullaklarındaki şeylere habire dokunup duruyorlar birbirlerine ne yapmaları gerektiğini söylüyorlardı.Fazladan kasıntı bir havalarıda vardı insanların resimleri görmelerini bile engelleyebilirdi bu tipler.James yanındaki arkadaşına "Ne kadarda anlamsız" dedi muggle yetkililer duymamıştı çok şükür burası özel biryerdi,burada çıkacak bir kargaşa bakanlığın derin bir yara almasına sebep olabilirdi.James onları kafasına takmaması gerektiğini düşünerek bu harika görevin tadını çıkarmak istedi hem görevini yapıyor,hemde sergilenen bu mükemmel eserleri görme fırsatı buluyordu ....
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Ejõna Presoldé

GezginGezgin
Ejõna Presoldé



Mücadele Tarafı : Burjuvaların yarattığı hiç bir işe karışmıyor.
Kan Durumu : Göçebe bir çingenenin kanı, ne fark eder ki?

Uluslararası Londra Bienali Empty
MesajKonu: Geri: Uluslararası Londra Bienali   Uluslararası Londra Bienali EmptyC.tesi Nis. 24, 2010 10:23 am


Bu yeminsiz beden bir karşılamaya hazırlanıyordu ve belkide bir sunuma ama yorgun tavırları gün içinde pek bir anlam bulmuyordu. Savruk, tembel ve inançsız... Ejõna. Öğrendiklerin ve öğreneceklerin sonun olur bu kadının çellosunda ve o, aslını unutmadan dikenli bir miğfer taşır hep sırtında. Kadın elinde tuttuğu zarfın kokusunu içine çekti, eski ve zadeganlık kokuları yayıyordu. Tüm kendini beğenmiş ordusunu aynı mekanda düşünmek, kırmızı dudakları acımasız bir gülümseme için aralandı. Sanat değildi onu çeken, içinde sakladığı anlamdı ve gözlerinde ışıldayan. Ellerini kaldırıp bir süre odanın havası içinde karıştırdı, sanki bir şeylere uzanıp tutuyormuşçasına alaycı ve ruhsuz bakışlarla. Daha sonra çıplak bedenini örtmek için ilerledi dolabına doğru. Siyah traplez yaka bir elbise seçti, bacağında ki derin yırtmaç hem rahat hareket etmesini hem de kusursuz bacaklarını ortaya çıkarmaya yarıyordu. Saçlarını bir iki kez fırçaladıktan sonra beyaz tenine ve siyah elbisesine ölüm gibi yakışacak kırmızı rujunu sürdü, kapıya doğru ilerlerken büyü ile çellosunu yanına aldı ve bienalin olacağı salona cisimlendi.

"Imm, nefis..." ve 's' harfini her zaman vurgulu söyleyen dudaklarında harf sexi bir gülümseme ile parıldadı, burada o kadar renk vardı ki her kayboluş ona eşsiz bir renk katabilirdi. Kapadığı gözleri arasından salonu hayal etti, içeride dolaşanların büyülenmiş bakışlarını ve kör yalnızlıklarını. Ta ki bu sessizliği yanıbaşında hissettiği, sevgili arkadaşını duyumsayıncaya kadar sürdürdü.
"Onlar kadar zavallıyı buraya toplamanızın bir amacı olmalı ve benim gibi bir engereği buraya çağırmanızın da Angi, ne dersin?" Onu çok uzun yıllardır tanıyordu ve onunla olupta arzularına esir olmamış nadir kişilerden biriydi, Angelique. Sarı çehresi hep bir hükümdar gibi sert ve ulaşılmaz bakışlar ile donatılmıştı kadının, son ana kadar gelmekte ki kararsızlığı yüzünden pekte olsun umursamamıştı daveti ama içinden gelen isteğe uyup yine de gelmişti buraya. Şimdi kapıya doğru ilerlerken Ejõna kadının sesine saygılı bir tebessümle cevap veriyordu. İsyankar bedenini az kişiye saygı ile eğitirdi ve kadın onlardan biriydi, sesinde ki otorite amaçlarına belli bir dem vurmasını ister gibi özgün ve yoğundu. Bu yüzden uslu duracaktı, tabi o kelimenin anlamını unutmadıysa. Angeliqué'ye küçük bir reverans yaparak ve Çellosunu sağ eline alarak salonun içine doğru ilerlemeye başladı o sırada önüne çıkan bir bakanlık çalışanına gelişi güzel çarptı. Kibirle arkasını dönüp, adama küçümser gibi baktı ve ilerlemeye devam etti. Salonda ki yerini aldığında, sandelyesine oturmuş özenle biçimlendirilmiş yayını tutmuş ve salounun içine ilk notayı salıvermişti. Arkadan gelen ezalar tüm odayı kendi buğusu ile süslerken, fil dişinden oyulmuşçasına zarif duran ayakları bir çok kişinin dikkatini çekmişti ama onun dikkati başka birine çoktan kaymıştı. Sevimli bir yüz diye fısıldadı, dişleri arasından ve başını öne eğerek çalmaya devam etti. İsteğini bulmuştu ama ne kadarını alacaktı bunu bilmiyordu.


Sayfa başına dön Aşağa gitmek
James M. Strong

Kütüphane SorumlusuKütüphane Sorumlusu
James M. Strong



Rp Sevgilisi : Eskiden Angela vardı, buz tutmuş göle düşüp donarak öldü.
Kan Durumu : Safkan
Patronus : Tilki

Uluslararası Londra Bienali Empty
MesajKonu: Geri: Uluslararası Londra Bienali   Uluslararası Londra Bienali EmptyC.tesi Nis. 24, 2010 9:21 pm

Takım elbise bedenine sarıldı ve aynaya gülümsedi adeta. Gri- yeşil gözler beğeniyle parladı. Tebessümü hemen ardından geldi gözlerindeki parıltıya eşlik edercesine. Ayna karşısında çok az biz zamanı harcadıktan sonra kravatını bağlama işlemini bitirdi. Gri takım, siyah kravat adeta imzası olmuştu. Yansımasına şatafatlı olduğu kadar da gereksiz bir selam verdikten sonra varlığını bildiği ama gizlediği heyecanının dizginlerini ele aldı ve buharlaşmak yerine farklılık adına yürüyerek gitmeyi amaçladığı Londra Bineali'ne doğru yola çıktı.
Havada yağmur kokusu vardı ya da bu toprakla harmanlanmış metalik kokuya hasret olan James'e öyle geliyordu. O gün insanların yüzlerindeki ifadeler daha belirgin, daha anlamlıydı sanki. Yüzünden silemediği bir gülümseme ile izliyordu çevresini. Neyse ki mimik uzmanı biri olduğundan bu tarfisiz duygunun dışa vurumu olan ifadeler eblek değil de durgun, gizemliydi. Adımları geniş ama seriydi. Varmak istediği yere gitmeye hevesli olduğunu haykırıyordu adeta sadece adımlarıyla. Çelişkili hareketleriyle kavonozdan kurabiye çalmış ama suçunu belli etmemeye çalışan bir çocuk gibiydi. Yetişkin bir adamın bedenindeki muzur bir veletti adeta.
Sonunda Londra Binealine vardı. Yol defalarca kez buharlaşmayı istecek denli uzundu fakat temiz hava her defasında yola koyulmasında yardım etmişti. Şimdi o iki sütun arasında dikilirken kendini küçük ve değersiz hissediyordu. İçeri girdiği anda bu duyguları aynadaki yansıması gibi tersine dönmüştü.
"Bu ne şatafat!" dedi ıslık çalıp.
"İnsanlığın lüks arzusunun timsali.
Günlük hayatının zevkine varan bir kelebek misali.
Asil ve endamlı sanatçı kalabalık,
Görüşmemiş bir olayın emsali."

İnsanlar arasında gezip etrafı incelerken kelimelerini yeniden kafasında tarttı. Yazmaya değer olmadıklarını farkettiğinde elinde olmadan yüzünü astı. İlhamını kaybettiğini biliyordu. Bu melodramik yas zamanında bütün bu Bineal'e çağırılma olayları onunla alay ediyordu adeta.
Çok satan kitabının sadece bir şans sonucu varolduğuna inanmaya başlamıştı. Sanki o andaki ruh hali bir kişiliğe bürünmüş, bedenini ve daktiloyu çınlatan parmaklarının hakimiyetini ele geçirmiş ve "Çiğnenmiş Sakızdan Adamlar" kitabını ortaya çıkarmıştı. Bu yaşta zaten çok satanlarlistesine girmiş bir kitabın yazarı olmasının garip olduğunu biliyordu. Çoğu kıskananı bunu okuyucu kalitesizliğine ve şansa bağlamıştı. Onlara katılıyor olmak gerçekten küçük düşürücü ve gurur kırıcıydı, kendi adına. Ama ilham perisinin kaçtığını biliyordu.
Romanıyla ilgili reddedemeyeceği tek bir şey vardı, o da muggle-büyücü ilişkileri ve büyücülerin gelenekleriyle ustaca dalga geçilmiş, komik ve düşündürücü bir roman yazmış oluşuydu. Ama bunu nasıl yazdığını bilmiyordu. İnsanlar ona gelip "Nasıl yazdın bu romanı?" diye sordumlarında verdiği bilmiyorum cevabı hayatında sarfedebileceği en içten kelime haline gelmişti. Hiçbir bahanesi mükemmel kurguları olmasına rağmen bunları cümlelere dizmek için saatlerini daktilo başında harcayıp tek eldesinin buruşmuş kağıt kütleleri olduğu gerçekğini değiştirmiyordu. Korkunç gerçek ona her gün sessiz kahkahalarıyla acı çektiriyordu. Bu paranoyak alaylar Bineal'in gerçekleştiği ortamdaki detaylarda bile gizliydi.
"Yeni bir roman yazabilmek için ne kadar zaman gerek?" dedi sessiz bir sitem ile. Haddinden fazla zamanı boş geçirmişti. Olay parada değildi, para ihtiyacı olduğu son şeylerden biriydi kendi durumunda. Sadece bu kadar gereksiz hissetmek berbat bir histi. Kafası onlarca karakterle doluydu ama hiçbiri kendisini mısralarda gösterecek kadar sağlam, belirgin değildi. Onlar beyninde yer ettikçe çaresiz bir huzursuzluğa sebep oluyorlardı.
James delilik sınırlarında dolaştığını biliyordu. Şizofrene dönüşmek üzereydi. Her karakterinin kendisinden bir parça taşıyor oluşu kendisini tamamlanamaz ve eksik hissettiriyordu. Buna rağmen yazıya dökülmemiş tüm karakterlerini seviyordu. Bu yüzden bir kitap yazmalıydı, kurgusu, hikayesi olan bir kitap, tutulmasına rağmen eleştiri romanı değil. Zaten yazabilirse sadece bir gülümseme ile bu romanı satabileceği kişiler vardı.
Mekanı kafasında dönüp duran bunaltıcı düşüncelerle turlarken tanıdık yüzlerle karşılaşabilmek için etrafındaki simalara yoğunlaştı. Yazar tanıdığı çoktu ve çoğuyla uzun zamandır görüşmemişti. Binealin kendi alanındaki insanları toplayacağını öğrendiğinde bunun için baya sevinmişti. Şimdi metinlerine bağlı insanları arıyordu yarım bir tebessüm ile. Aklına Angela geldiğinde duraklar gibi oldu. Angela'yı görebilme düşüncesi kalbinin daha hızlı atmasını, kanının daha hızlı akmasını sağlıyordu lakin bu hisleri donduracak bir düşünce daha geldi aklına. Benjamin denilen şu herifin de burada, onunla olma olasılığı. Her zaman hislerini kolayca zaptedebilmiş biri olan James, Benjamin'î gördüğünde ne tepki vereceğini hiç bilmiyordu.
Derken bir nota içeriyi doldurdu. Büyüleyici ve eşsiz sesi duyduğu anda meraklı ve hayranlıkla dolu gözleri sesin sahibine döndü. Kaliteli malzemeden yapılmış bir çello hüzünlü sesini salmıştı ortama. Kendisiyle beraber birkaç kişinin daha ilgilisis oraya döndüğünü farkeden James sanatçıya yaklaştı. Ses adeta ruhunu yükseltmiş, kendisini bambaşka bir düzleme taşımıştı. Çellist usta bir heykeltraşın hayalindeki Afrodit heykelinin vücut bulmuş şekliydi. Çelloya dahiyane bir edayla hükmediyor, telleri saçlarını tararmışçasına zarif ve büyüleyici bir şekilde çalıyordu. Biçimli dudakları ve etkileyici görünüşüne rağmen James'in gözlerini kendisine bağlayan şey çelloyu bir sevgilinin sarılışı gibi tutuşu, konuşturuşuydu. Bedenini titreten bu eser, adını bile bilmemesine rağmen parçayı aklına kazımış, kimi rüyalarına fon müzik olmuştu. Gözleri bir kere karşılaştığında kadının farkedip farketmediğini bilmiyordu ama yüzünde şekillenen buruk gülümseme bir minnettarlığın ve saygının temsiliydi.
Kimsesiz kalan bir çellonun bir ustanın ellerinde bu etkileyiciliği kazanabilmesi mucizevi bir şeydi. Odayı dolduran ses cümbüşü sadece dört duvarı değil içinde bulunduğu insanları da dolduruyordu. Her zaman piyanoyu daha inanılmaz bulan James çelloyla beraber pırlantalar içindeki pürüzsüz çakıl taşını bulması gibi bir etkiye sebep olmuştu. Gözlerini ince parmaklardan alamıyordu. Odada tek başına kalmış, hareket kabiliyetini yitirmişti. Uzun ve huzurlu bir uykunun öznesi gibi hissediyordu. Ve melodi, uzun süre aklından çıkmayacak bu melodi, örümcek ağları gibi benliğine örtülüyordu.
Ve bu duygu cümbüşünün sahibi usta bir karaduldan başkası değildi.



Bunu 3 kere tekrardan yazmam gerekti,deliriyordum. İmla hatası veya harf yanlışı varsa görmezden gelin.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Ejõna Presoldé

GezginGezgin
Ejõna Presoldé



Mücadele Tarafı : Burjuvaların yarattığı hiç bir işe karışmıyor.
Kan Durumu : Göçebe bir çingenenin kanı, ne fark eder ki?

Uluslararası Londra Bienali Empty
MesajKonu: Geri: Uluslararası Londra Bienali   Uluslararası Londra Bienali EmptyC.tesi Nis. 24, 2010 10:34 pm

Sapkınlık olarak nitelenen şafağın tohumlarıydı o ve onun gibiler. Şimdi sadece mutluluk ve tını saçmıyordu, olabildiğince karanlık bir ezgi ile herkesi uyuşturmayı planlıyordu. Gözlerden ırak olan bu kalbi, kanlı bir yolda ve çıplak ayakları ile olabildiğince sertçe ilerliyordu. Saygı duyduğu az sayıda insan salonun içinde karışık bir şekilde konuşlanmışlardı ve diğerleri, önemsizlik… Ayrı bir melodiydi ve palavralarla onları kandırıyordu bu parça, inandıklarını görmemeleri için verdiği kusursuz bir ceza. İstemediklerini örtmeye yarayan, yalnız yerinden doğrulması için emek verdiren bir parça. Saflığını her gün bir başkasına emanet etmişti ve onların içinden yorgun, hüzünlü ve ıslak gözyaşını çıkarmıştı. Onları kendi elleriyle ölüm için örerken, kalbini gittiği soğuk için açmıştı. Bildiğini hep yarım bırakan insanlık ve notaların ucundan damlayan gözyaşları. Bu veda için değildi sadece görmeleri içindi, güç yayılıyordu ve yayılan gücün ardından taşan bir estanza vardı. Onları yaratan bile kendini sorguluyor olmalıydı, ademden olanlar ve seçilmiş kandan özel olarak yaratılanlar. Bu sayılmazdı yaşamın sesi ve sessiz kalamıyordu bu günlerde dünya. Salonda sergilenen tablolar yüzlerin yansımasıydı aslında ama bunu fark edemeyecek kadar bağnazlık ile doluydu bir çok kişi.

İki ayağının arasında duran çello tüm yalanları siliyordu, insanların yüzünden ve baktığı yerden, tüm gerçekliklerini görüyordu, onların hasır maske ile kaplı yüzlerinden. Derin bir nefes daha aldı, yayın üstünde zarifçe uzanan parmakları bir Tibia özeniyle üflenen nefesine karışıyordu. Tanrıların ağıt sesi salonun içinde coşup çarpışırken bir adamın yüzü rahattı ve sahtelikten eksikti. Dikkat çekici diye içinden bir kez daha yineledi Ejõna. Kimse bu kadar az kaybetmiş olamaz ve kimse bu kadar düşüncelerde korkusuzca kayganlaşamaz. Nefesi bedenine itaat etmiyordu ve işte yine oluyordu, gözlerinde ki çınlayan parıltıda adamın korkularının güzelliği yansıyordu. Burada değil, burada olmaz diye tekrarladı dudakları ve bir anda tüm tutkusu alev aldığı yerde sönüp kaldı. Evet, bazı erkekler yaşamayı hak etmiyordu ve ölüm ile haz ile taçlandırıyordu onları ama bu adam için ve burası için uygun değildi. Kaldı ki ondan daha fazla bu sona aç duran insanlar etraflarını sarmıştı. Bukleler halinde yüzüne dökülen saçları giderek şelale gibi önünü kaplıyordu, küçük darbeler ile öne eğilen omuzları, yaptığı işin zevkini dimağında bırakıyordu. Tüm kömür tutmuş bedenlere bir yol gösterici gibi ilerleyen arşe, dört parmak eşliğinde güdümleniyor ve ulaşması gereken kulaklara ulaşarak yerine devşiriyordu. Son notalar için önüne gelen saçları bir baş hareketi ile yana doğru itti ve olduğu yerde biraz doğruldu. Onu dinleyenlerin suratlarını inceledi ve sanki hiç birini kaile almıyormuş gibi vakurca kalkarak adamın olduğu tarafa doğru ilerlemeye koyuldu. Önünden geçen bir garsonu gözüne kestirdi ve elindeki çellosunu emanet etti. O anda garson kilitlenmiş gibi bu isteğe maruz kalmıştı. Hayatı pahasına çelloya sahip çıkmasını söyleyen beyni, bu tempo ile tüm kanı dışarı çıkartacaktı garson için ama Ejõna bunu zerre kadar umursamıyordu. Öğrenmek için tanımak gerekir ve her tadı bilmek. Bu adamın tadı sevimliydi, bildiğin yüzüne sevimli bir hülya yayacak kadar sevimli. Bu içinden yansıyandı, Ejõna zaten dışa hiç bakmazdı, onun işi içten yansıyanı görüp tanıyabilmekti.

Küçük adımlarla adamın önüne varıp bir an için adamın parlayan bulutların sarmaladığı yosunlu gözlerine baktı. Küçük bir reverans ile selam verip tekrar gülümsedi;
“Bay Strong, bu kadar endişeli olmayın.” Sesindeki efsun salonun içinde küçük bir buhar olup kaybolmuştu, adamın adını bilmek ruhunun işiydi. Adamın ruhunun bildiği her şeyi az önce koleksiyonuna katmak için tutuşmuştu ama varlığın sebebine duyduğu saygı ile durulmuştu. Şimdi yok sayılacak derecede olan saygı duyduğu insanlar topluluğuna bu dağınık saçlı ve keskin bakışlı adamı da katmak istiyordu. Yoksa gelecekte var olan kurban listesine bir isim daha eklenecekti ve böyle bir kabiliyeti çürütmek istemiyordu. Bir an için özgüvenine bir leke gelse de tekrar rahatlamış ve “Kitabınız, hmm, hoş…” Diyerek elini öne uzatmış ve "Ben Ejõna." demişti, arkasından yaklaşan dostunu hissettiğinde ise daha bir parlak gülümsemişti. Bianel daha yeni başlıyordu ve konuklar bu binanın kerametinde sıfırlanabilirdi. Yana eğdiği başıyla dünyanın düzenine selam verdi ve bulunduğu ortama dönerek adama tekrardan bakmaya başladı. Omzuna temas eden el bile bakışını durdurmadı, duyguları, hisleri ve gözleri ve kadifeden işlenmişçesine duran dudakları. Kusursuz asla ama dahiyane bir tema. Bu adam bir çok kişinin rüyasıydı ama onun rüyasında bir melek ismi saklıydı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Freya Artemis Neithan

Şu an Muggle'sınız. Lütfen bir rütbe edinin.Şu an Muggle'sınız. Lütfen bir rütbe edinin.
Freya Artemis Neithan



Mücadele Tarafı : Kim bilebilir ki?
Rp Sevgilisi : James Lyer
Kan Durumu : Melez
Patronus : Eld Geyiği

Uluslararası Londra Bienali Empty
MesajKonu: Geri: Uluslararası Londra Bienali   Uluslararası Londra Bienali EmptyC.tesi Nis. 24, 2010 11:29 pm

Hayaller çoğu zaman gerçek olmuyordu.Çocukluğumuzda gördüğümüz rüyalar büyüdüğümüzde izlerini yok edip sadece çocukluk düşüncesi olarak kalıyordu.Neden gerçekleştiremediğimiz aklımızda sadece bir soru işareti oluyordu.Düşlerin gerçekleşmesi ademoğlunun hep istediği bir olguydu.Ama ne ölümsüzüz ne de istediği herşey gerçek olan bir tanrı.Sadece sıradan diğer herkes gibi olan biri.Yaratılışımızda vardı bu döngü.Freya'da bunu istemişti.Hayalinde sanatçı olmak vardı.Ama yapamamıştı.Küçükken yaptığı resimler hoşuna gidiyordu.Şimdi görenlerin güleceği şeyler.Çellonun sesinden küçüklüğünden beri etkilenmiş ve hala da etkilenmekteydi.Onu büyüleyen sınırlı şeylerin arasındaydı.Onun ilgi alanı değişmiş ve kriptografi olmuştu.Seviyor olmasına karşılık mesleğini çocukluk hayali olarak kalmıştı sadece.Gecenin parıltısı ona bu şekilde yok göstermişti.O da bu yolun doğru olacağına inanarak takip etmişti.

Erken saatte kalkıp bienal için hazırlanmaya başlamıştı.Güzel görünmek istiyordu.James'e sürpriz yapacaktı.Onun oraya gideceğini günler öncesinden duymuştu fakat kedisinin gideceğini söylememişti.Vücudunu iyice saran vücut hatlarını ortaya çıkaran açık mavi bir elbise giydi.Elbisenin etekleri yere kadar uzanıyor ve yandan derin bir yırtmaçla kendisini gösteriyordu.Fazla abartılı giyinip giyinmediğini önemsedi.Sıradan bir günde giydiği bir elbiseden tek farkının uzun olmasıydı.Londra'nın kalabalık sokaklarında arabasıyla ilerlerken bu şehirde yaşadığına şaşırıyordu.Yüzlerce tanımadığı insan kolonisi isi bu şehir.Buraya ilk geldiğinde çok sevmişti şimdi ise ilk günkü hislerini taşıyamıyordu.Binenalin olduğu yere yaklaştıkça daha da heyecanlanıyordu.Sanki ilk defa böyle bir yere gelmişcesine heyecanlanıyordu.Arabasında yavaşca inip bienalin girişine yöneldi.İlk başta onu etkileyen sütunlardı her biriniz gizli bir anlamı vardı.Bu anlam aslında burasının nasıl bir yer olduğunu ve gelecekte de nasıl olacağını gösteriyordu.Yavaş ve emin adımlarda salona doğru ilerledi.Gözleri James'i arıyordu.Salon fazla kalabalık olmamasına karşın hem salondaki tablolar hem de konukların ışıltısı şimdiden gözlerini almaya başlamıştı.Etkileyici bir güzellikte olan bu yer Freya'nın çocukluk anılarının canlanmasına sebep olmuştu.Çok ileriden değil yakından ama sanki uzak bir diyardan gelen müzük sesi salona girenlerin daha huzur dolu olmasına sebep oluyordu sanki.Bakışlarını daha sa keskinleştirerek James'i aradı.Gözleri onu bulduğunda yanına yavaşça yaklaşmaya başlamıştı bile.James'in omuzuna hafifçe dokundu.Bu dokunuş onun ani bir refleksle geri dönmesine sebep oldu.Freya yüzünde masum bir tebessümle James'e baktı.Onun vereceği tepkiyi merak ederek.Ve bir kez daha bu adamı neden sevdiğini anladı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
James Lyer Vigoureux

Şu an Muggle'sınız. Lütfen bir rütbe edinin.Şu an Muggle'sınız. Lütfen bir rütbe edinin.
James Lyer Vigoureux



Mücadele Tarafı : Yoldaşlık
Rp Sevgilisi : Freya Artemis
Kan Durumu : Safkan
Patronus : Simurg

Uluslararası Londra Bienali Empty
MesajKonu: Geri: Uluslararası Londra Bienali   Uluslararası Londra Bienali EmptyPaz Nis. 25, 2010 12:41 am



İnsanlarla dolu bir ortamın güvenliğide iyi olmalı,bakanlığın bu kadar düzenli bir organisazyonu nasıl yaptığını anlayamayan James arkadaşı ile ortalarda dolaşıyor olası bir olayı önlemeye yönelik bütün tedbirleri almaya çalışıyorlardı.Etrafındaki güzelliklerin farkına varmadan edemiyordu,insanların sanata ne kadar değer verdikleri aslında aşikardı.Birçok insan güzelliklerden çok kodaman gözükmek için buraya gelmişti anlaşılan giydikleri ile taktıkları bile birbirine tezat oluşturuyordu.

İnsanların yüzlerindeki karanlık düşünceleri görmemek için sergilenenlere bakmayı tercih ederek ilerleyen James,arkasından tanıdık bir kokuyu hissetti.Ama burada olma ihtimali yoktu kafası karışmış halde durdu.Buranın güzelliği sevgilisini aklına getiriyordu anlaşılan Freya`da burada olsa iyi olurdu diye iç geçirdi.Ama görevdeydi onunla ilgilenmesi gerekirdi şimdi yapamazdı.Sırtına bir elin dokunduğunu hissettiğinde yine bir muggle`nin kendisine bir tobloyu soracağını zannetmişti.Bugün üçüncü defa olacaktı çünkü resmi yapanın yüz yıllar önce öldüğünü anlayamayan muggle`lardan gösteriş meraklıları ellerinde tutukları içkilerle ona tablo hakkında anlamsız sorular soruyordu.Arkasındakine uzaklaştırmak için döndüğünde o gözleri gördü,benim olan gözler dedi içinden herzamanki gibi harika görünüyordu.Bu kadar değerli eşyaların arasında olması gereken bir eser gibi hissetti James Freya`yı görünce,düşünmeden hareket edercesine dudaklarından öptü.Anlaşılan işin stresi onun gelmesiyle üzerinden biran için uzaklaşmıştı.Kendini çektiğinde elbisesine baktı Freya`nın "Biraz iddalı değil mi Hayatım?Ayrıca burada ne arıyorsun gelmiyeceğini söylemiştin?"bunları söylerken onu kendine yakın tutuyordu.Etraftaki gözlere aldırış etmeden ...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 

Uluslararası Londra Bienali

Önceki başlık Sonraki başlık Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 4 sayfasıSayfaya git : 1, 2, 3, 4  Sonraki

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Kurgular Sayfası-