AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  
Son Konular
Konu
Tarih
Yazan
Yabani Otlar
Bir Kulüp Mü Kuruluyormuş | Bir Tıkla Bakalım!
- Duyuru Panosu -
Işık Tapınağı
Model Değiştirme
Model Başvuruları
Debbie'nin Grafik Galerisi *yeni
' Cuteness s i g n a t u r e s.
La Révolte
Özel Model Başvuruları
Salı Mart 15, 2016 10:01 pm
Ptsi Şub. 22, 2016 12:43 am
C.tesi Ekim 02, 2010 11:08 am
Perş. Eyl. 30, 2010 11:07 pm
Perş. Eyl. 30, 2010 10:04 pm
Perş. Eyl. 30, 2010 6:40 pm
Çarş. Eyl. 29, 2010 8:37 pm
Çarş. Eyl. 29, 2010 8:25 pm
Çarş. Eyl. 29, 2010 6:13 pm
Çarş. Eyl. 29, 2010 4:35 pm












Paylaş
 

 Cefakâr Geceye Hapsedilenler

Önceki başlık Sonraki başlık Aşağa gitmek 
Sayfaya git : 1, 2, 3  Sonraki
YazarMesaj
Issoria Lathonia

GezginGezgin
Issoria Lathonia



Mücadele Tarafı : Kelebekler.
Kan Durumu : Safkan.

Cefakâr Geceye Hapsedilenler Empty
MesajKonu: Cefakâr Geceye Hapsedilenler   Cefakâr Geceye Hapsedilenler EmptySalı Şub. 02, 2010 5:31 pm

Rol Oyuncuları; Issoria Lathonia, Jacqueline Du Pré, Rodella Lathonia, Arlene Sullivan, Caja Lyhne, , Lucrezia Morena, Mei Hirase.

Sıra;

1) Yeşim
2) Buse
3) Ceren
4) Pelin
5) Ece
6) Öykü
7) Beril


En son Issoria Lathonia tarafından Perş. Şub. 18, 2010 2:46 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 8 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Issoria Lathonia

GezginGezgin
Issoria Lathonia



Mücadele Tarafı : Kelebekler.
Kan Durumu : Safkan.

Cefakâr Geceye Hapsedilenler Empty
MesajKonu: Geri: Cefakâr Geceye Hapsedilenler   Cefakâr Geceye Hapsedilenler EmptySalı Şub. 02, 2010 5:44 pm

Gölgelere sarmalanmış eski bir yapı. Engin tarihi buram buram ihtişam kokan bir şehir. Roma! Parlak giysisine bürünmüş gecenin gizemi altında yücelirken eski kiliseden yükselen ilahi sesleriyle titremişti genç kadın. Bağnaz düşüncelere boyun eğmiş rahipler gece bile susmuyordu doğrusu. Zümrüt yeşili cüppesini savurarak portikoyu geçti, barok tarzının kasvetinden nasibini almış bir yerde ne aradığından pek emin değildi. Birkaç gece öncesinde İngiltere’deki evinde, yağmuru kadife koltuğunda elindeki sıcak sütünü yudumlayarak izlerken yolunun tarihin en görkemli şehrine düşmesini normal bulmaması doğaldı. Kaderine sarmalanmış lanetin çizdiği yolda yürürken varlığını reddettiği inançların merkezine sürüklenmişti. Gri gözleri içinde büyümeye devam eden öfkenin aleviyle parlıyordu, bu öyle bir öfkeydi ki gerçek anlamlarını yitirerek amansızca savrulan kelimelerle birleşince büyük bir yıkıma yol açmaya yetiyordu. Pazar ayininin tamamlanmasından hemen önce yarattığı karmaşa işe yaramıştı, din adamları inzivaya çekildiklerinden beri ilk kez korkuya teslim olmuşlardı. Gece sonlanmadan olacakları biliyorlardı, hafif bir şarkıyı andıran dua sesleri dışarıdan kolaylıkla duyuluyordu. Portikonun hemen ötesindeki demir kapı kilitliydi, ancak sihri hissedemediklerinden cebinden asasını çıkarmış kadının yapacaklarından habersizdiler. Issoria, şafak saçlı kadın, parşömenin yanına yerleştirmiş olduğu asasını çıkararak demir kapıya çevirmişti. Dolgun dudakları hafifçe aralandığında fısıldadığı sözcükler majiyi asanın doğrultulduğu yere gönderdi. ‘Bombarda Maxima.’ Patlamanın etkisiyle kilit kırılmıştı, kapı ardına kadar açıldığında yüzündeki haşin gülümsemeyi gizlemeye gerek duymadan içeri girdi. Aziz heykelleriyle dolu kilisede huzur yoktu, sessizlikte hissedilen tek şey kuşkuydu. Korkunç bir gücün serbest kalma ihtimalinin ortaya çıkışından sonra lanetin çağırdığı ölüme teslim olmak istemeyenlerin direnişi başlamıştı. Fakat aciz bedenleri zaten ölüyordu, gün be gün, yavaş yavaş, kurtulma imkânı olmaksızın.

Dipsiz bir boşluk. Sonu gelmeyecek kadar derin. Kimsenin duyamadığı keskin bir çığlık. Yitip giden umudun son kırıntılarını da kırarak susuyor. Oda şimdi boş değil. Yabancılar. Her köşe onlarla dolu. Tam ortada camdan bir kutu. İçinde bildiği bir şey var, parşömenin parçaları. Birleşmeleri gerek, lanet her zamankinden daha fazla elem veriyor. 7 ayrı gücün bir bütün olmasını sağlamanın tek yolu kutsal sıvıyı bulmak. Lilith’in ölümsüzlük kanı. Henüz erken. Yanlış gün. Biliyorlar ama kurtulma arzusu ağır basıyor. Kader, yollarını bir kez daha kesiştirecek. Hepsinin.

Zihnindeki karmaşayı dindiremese de sağ tarafındaki duvara gizlenmiş geçidi bulabilmek umuduyla taşları yoklamaya başlamıştı. Birkaç hafta önce kilisenin ayrıntılı bir çizimini bulduğundan rüyasında gördüğü odaya nasıl ulaşacağını öğrenmekte zorlanmamıştı. Çok geçmeden duvarın ardında ikinci bir koridor açılmış, genç kadın ince bedenini kıvırarak süzüldü aralıktan. Beklemek gibi bir lüksü yoktu, kaybettiği her dakikada parşömeninin ağırlığı artıyordu. Bakışları istemsizce önündeki karanlığa sabitlendiğinde orada olmaması gereken hafif bir rüzgârla irkildi. Yakında diğerleri de gelecekti, emin olmaktan da öte geleceklerine inanmak istiyordu. Rahiplerin parçalanan kapıya doğru ilerlediklerini belli eden ayak seslerini işittiğinde, nereye gittiğini seçememesine rağmen yürümeyi sürdürmüştü. Durursa, yakalanırdı. Yakalanırsa buluşma tam anlamıyla hiçbir zaman gerçekleşemezdi. Heyecana benzer bir dürtü onu ayakta tutmayı ve odaya yaklaştırmayı başarıyordu. Ayağı fark edemediği bir basamağa takıldığında dengesini yitirerek dizleri üzerine düştü. Bağırmamıştı, ancak yüzü birden artan acısının etkisiyle kasılmıştı. Odanın gizli girişi tam önünde duruyordu. Kapı yoktu, ancak kalın bir perde çekilmişti girişe. Sirklerdeki karavanların kapılarına takılan perdeler gibi semboller işlenmişti üzerine. Onları incelemekle uğraşmadı, ayağa kalkarak az önce takıldığı basamağın üzerine çıktı ve perdeyi araladı. Rüyasında odanın içini görmemişti, oysa şimdi parşömenlerin sahiplerinin buluşacağı yeri rahatlıkla anlatabilirdi. Penceresi olmasa da duvara takılmış meşaleler yeterince aydınlatıyordu mahrem odayı. Ona ilk ulaşan, Issoria olmuştu. Cam kutuyu yakından görmeye cesaret ettiğinde yanıldığını hissetti. Kutu camdan değildi; parlaktı, şeffaftı ama kristalle kaplanmıştı. Kutsal sıvının akıtılacağı kadeh kutunun hemen yanında duruyordu. Kadeh bu gece dolmayacaktı. Geçidin yeniden açıldığından bihaber, en büyük meşalenin asıldığı duvara yaslanarak gözlerini kapattı. Soğuk, onu rahatsız etmişti.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Andrea Autumn

GezginGezgin
Andrea Autumn



Mücadele Tarafı : Çocuklarım.
Kan Durumu : Safkan
Patronus : Yarasa

Cefakâr Geceye Hapsedilenler Empty
MesajKonu: Geri: Cefakâr Geceye Hapsedilenler   Cefakâr Geceye Hapsedilenler EmptySalı Şub. 02, 2010 7:37 pm

İhtişamlı şehir’in şehvetli karanlığı arasında, bilinmedik bir kıyamete doğru sürüklüyordu beni ayaklarım. Sonsuz gecelere yaklaştığımı hissediyordum. Sonsuzluk... Keder... Acı... Elimdeki tek kanıtın yansımasıydı bu sadece. Bitmek bilmeyen karanlık her daim acı veriyordu, geçmişe geleceğe... Ruhun bedenden farklı yaşamasıydı bir bakıma. Sözlerin kifayesiz kaldığı bir durum, açıklaması bile yoktu. Tarihini sadece tozlu kitap aralarında yakaladığım şehir’de karanlığın buram buram sarmaladığı, tarihi saçmalıkların arasından kibir*le geçiyordum bu gece. Bordo cüppemin altına saklanmış, nereye süreklendiğimi bilmeden ilerliyordum. Çevredeki kiliselerden yükselen ilahi sesleri geceyi daha da karartıyordu. Katolik klisileri olduğundan süphe etmiştim. Protestan olmadıklarını anlayabilmek zor değildi... Biraz dinleyince... Bu saçmalıkların arasından kendimi bir an önce sıyırmak istiyordum. Evime... Fransa’ya dönmek istiyordum. Döndüğümde bir kaç hint bozması köle edinecektim kendime. Son zamanlardaki yorgunluğuma ilaç gibi geleceklerdi. Bana özel olan her şeyi seviyordum. Sonsuz arzu... Sonsuz ilegallik... İşte beni anlatan şeylerdi. Bazen düşünüyordumda yukarıdaki sanki benden daha mı iyiydi? Kendime taptırdığım onca insan varken... Ki onun kadar ayrıcalıklı bile değilken. O torpilliydi işte. O bir ‘’Tanrı’’ ya...

Topuklu ayakkabılarımın çıkardığı gıcık sesi umursamadan devam ediyordum yoluma. Kafamdan bir anda o kadar çok şey geçiyordu ki. Tarifi mümkün değildi. Onca şeyi aynı anda düşünüyordum adeta. Bunu son yıllarda çok sık yapar olmuştum. Nasıl yaptığım hakkında ise en ufak bir fikrim bile yoktu. Kliseye daha da yaklaştığımda seslerin arttığına tanık olmuştum. Tanrıya ölebilecek bağnaz bir halk... Onun yerine bana ölebilirlerdi misal. Onları şimdiki hallerinden daha mutlu ederdim doğrusu... Cüppemin iç cebine sokuşturduğum asamı yokladığımda orada usulca duruyor olması güzeldi. Cebimde özenle katlanmış olan parşömen kağıdını elime aldım. Beni farketmemelerini umuyordum. Ki eğer yakalanırsam bende onlar gibi dua etmeye gelmiştim gecenin bir yarısı. Gece rüyamda ölen eşimle karşılaşmak çok fenaydı yani. (!) Güzel bir yalandı bu en azından işimi görürdü. Ancak bunların hiç birine gerek olmadığını farkedecektim birazdan. Kilise’nin ışıklarındaki gariplik dikkatimi çekmişti. Sarımsı beyaz ışık yerine kırmızı ışık yanıyordu üst katlarda. Bunun ne anlama geldiği hakkında ise hiçbir fikrim yoktu. Daha öncesinde 3 ya da 4 kez kliseye gitmiştim ve bunların hepside cenaze içindi. O yüzden kiliseyi incelemeye pek de fırsatım olmamıştı doğrusu. Adımlarımı yavaşlatmıştım. Ayakkabımdan çıkan sesler iyice sinirimi bozuyordu. Diken üstünde gibi yürüyordum. Ayak parmaklarım çok acıyordu ama umursamamaya çalışıyordum... Farkında olmadan elimdeki kağıt parçasını iyice sıkmıştım. Ellerim titriyordu. Damarlarım belirgenleşmişti. Vücudumda türlü türlü değişimler meydana geliyordu. Nefes alışlarımda aşırı bir hızlanma vardı. Bir an dengemi kaybetmiştim. Tırabzanlara yapıştım aniden. Yutkundum ve sarsıldım. Birkaç dakika bu böyle devam ettikten sonra beynimdeki karmaşa başlamıştı. Çığlık atmak istiyordum, kendimi çok çok zor tutuyordum ama dayanmak zorundaydım. Aniden yeniden hareket etmeye başladım.Kapıya doğru ilerliyordum. Başım aşırı derecede dönüyordu ama aldırış etmemeye çalışıyordum. Kapının koluna doğru asamı çıkarmaya gayret ediyordum. Kapıya doğru yönelttiğimde zaten açılmış olduğunu farketmem uzun sürmedi. Nasıl yani? Benden önce birisi daha mı girmişti içeri? Kim vardı peki? Türlüce sorularıma anlam veremezken hala kafamın karışıklığı devam ediyordu. Ne için buradaydım sanki? Hangi amaç uğruna savaşıyordum? Ya da savaşa kurban gidiyordum? Şimdi yapmam gereken o rüyamda gördüğüm odayı bulmaktı. Peki ama neredeydi bu oda? Bilmiyordum... Ama bulacaktım. Beynim yine dört dönmeye başlamıştı...

Gözlerimi kapatmıştım ama bu sefer yığılmadım. Ayaklarım beni bir yerlere doğru çekiyordu. Gözlerimi açtığımda ise başka bir dünyada gibiydim. Işığı görebiliyordum. Işık bendim. Vücudum rüzgarla birlikte uçuyordu adeta. Duvarları kırıyor, yakıp yıkıyordum ama hiç bir acı yoktu. Sadece içimdeki ılık boşluk kendini salıvermişti ve varlığını buram buram hissettiriyordu. Birden kendimi bir yerde bulmuştum. Garip bir yere benziyordu. Diğer odalardan biraz farklı gibiydi sanki. Perde vardı... Onun arkasında ne olduğu hakkında ise bir fikrim yok gibiydi. Belkide rüyamda gördüğüm şeydi, şeylerdi... Yavaşça perdeye doğru yöneldim. Ellerimi titriyordu. Tuttuğum gibi çektim perdeyi. Gördüğüm manzara karşısında şok’a uğramıştım.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Radella Lathonia

Şu an Muggle'sınız. Lütfen bir rütbe edinin.Şu an Muggle'sınız. Lütfen bir rütbe edinin.
Radella Lathonia



Mücadele Tarafı : Dünyadaki Ahurai ve Ehrimeni düzeni bozmak, dünyanın da düzenini bozmaktır.

Cefakâr Geceye Hapsedilenler Empty
MesajKonu: Geri: Cefakâr Geceye Hapsedilenler   Cefakâr Geceye Hapsedilenler EmptySalı Şub. 02, 2010 9:30 pm

Yağmur. Bereketin ve umudun gözyaşları. Belki de kaçış, belki umut, belki de sadece hoşluk demekti bu damlalar. Ancak gecenin sonsuz karanlığı ve ürkütücü sessizliğe başa çıkmayan çalışan Radella için sadece biraz daha soğuk demekti. Şafağın kızıl kubbesinde uyanıp, pek çok karmaşık işle alakadar olduktan sonra, ayın süzgün ışıklarında tek başına kalmak, ruhunun incecik boğazına dolanan belalı ve kalın bir zincirden başka ne demekti ki? Siyah, ayak bileklerine kadar uzanan pek de sıcak tutmayan cübbesine biraz daha sarınarak, kimsenin geçmeye cesaret edemeyeceği sokaklardan geçti. Yer yer bozulmuş taş kaldırımlarda, kırmızı ve yüksek ökçeli ayakkabılarının izin verdiği ölçüde dengeli bir şekilde ilerlemeye çalışırken, aslında bu sıkıntının binde birini bile çekmek zorunda olmadığının farkındaydı. İstediği zaman, dudaklarının arasından dökülecek birkaç kelime ile istediği yere anında, istediği yere zahmetsizce ulaşabilirdi. Lakin genç kadın hiçbir zaman bu konuda kolaya kaçmamıştı. Ona göre yürümek, bir çeşit kendi kendini tedaviydi. Amaç güderek yahut gütmeyerek bir yere varmak için çabalarken, hiçbir şey düşünemezdi insan. Sadece gitmek istenilen yer ve yaya vardır. Hızlı adımlara iştirak eden o çabalama, ruhtaki bütün sorunları bir kenara itme sebebiydi. Radella bunu yıllar önce keşfetmişti. Anneannesi Cordithia'nın malikanesindeyken, karşılaştığı her sıkıntı verici hadisede bunu yapardı. O zamanlardan kalan alışkanlığı, şimdi bağımlısı olduğu bir tedavi yöntemi olmuştu. Yağmurda ıslansa da, soğuktan titrese de ruhu bunu belki bir parça hissedebiliyordu, o kadar. Cübbesinin pelerininden içeri su girdiğini fark ettiğinde , ince parmaklarını cübbesini kapişonuna götürdü ve tamamen çekip çıkardı. Nasıl olsa ıslanmıyor muydu? Genç kadın serin damlalarla adeta yıkanırken, bu huzurlu anlar bir anda yok oldu. Önüne geldiği kapı, yolculuğunun bittiğinin işaretiydi. Obsidyen taşından yapılmış topuzu - harika bir İssoria işi - sola çevirdi ve içeri girdi. Bu kadın güvenlik nedir bilmiyordu, diye düşünürdü evine gelenler ancak kim bilecekti ki, Radella'nın izi sürülemeyen bir kara büyüyü bütün evin güvenliğinden sorumlu kıldığını? Yüzünde çarpık bir gülümseme ile içeri girdiğinde, şömineden gelen yumuşak bir sıcaklık, neredeyse buz tutmuş teninde tatlı bir sıcaklığın dalgalanmasına vesile olmuştu. Topuklu ayakkabılarının hoş tıkırtıları ile odaları gezmeye başladı. Kardeşine asla direkt olarak seslenmezdi. Nedense, onu el yordamıyla bulmak daha çok hoşuna gidiyordu. Ama bir terslik vardı; bu gece dışarıda olmayacağını söyleyen İssoria evde değildi. Kalbinde hafif bir merak dolaşmaya başlarken, onun kocaman bir kadın olduğunu aklına getirdi. Ona bir şey olmazdı. Hem şu an onu düşünmeyi de pek istemiyordu. Salondaki zümrüt yeşili kadife kumaşla kaplanmış ve ufak yeşim taşlarıyla süslenmiş kanepeye uzanırken, tek düşündüğü şey ne kadar yorgun olduğuydu...

"Uyan benim sevgili kızım! Kardeşin ezeli karanlığın diyarına yolculuk ederken sana uyumak düşmez. Git ve onu bul, ruhunun küllere karışmasına izin verme. " Radella'nın yeşil gözleri korkuyla açıldı. Sol eli, hızla atan kalbini sakinleştirmek istercesine göğsüne kapanmıştı. Rüyasında O'nu görmüştü. Muhteşemler Muhteşemi Ceres'i. Kanın ve geleceğin hülyalarının Tanrıçası, kadim rahibesi olduğuna yemin ettiği Tanrıça! Bir şeyler oluyordu. Evet, kesinlikle bir şeyler oluyordu. Bacaklarını yere sarkıtırken, kendini toparlamak adına kendine bir iki saniye avans tanıdı. Bu sırada firuze renkli gözleri, nerede olduğunu anlamaya çalışan genç kadına yardım ediyordu. Salonda uyuyakalmıştı. Şöminenin ateşi sönmüş, geriye sadece bir yığın kül kalmıştı. Zihni hala gördüğü rüyanın etkisindeydi. Ayakkabılarını hemen ayağına geçirerek son bir defa bütün odasını dolaştı. Yoktu. Gelmemişti. Kalbinin gürültüsü dışında hiçbir şey duyamıyordu. Birden aklına, sadece saygıdan dolayı girme izni olsa da girmediği tek yer geldi. Çalışma odası. Bir karayel edasıyla odanın önüne geldiğinde, hala kararsızdı. Yapsa mıydı? Kardeşinin mahremiyetiydi sonuçta. Ancak Ceres gözünü fazlasıyla korkutmuştu. Hala üzerinde olan cübbesinin iç cebinden çıkardığı asası ile sessizce, uzun bir büyü mırıldandı. Kardeşinin kapısını basit bir kilit açma büyüsü açamazdı ne de olsa. Her zaman düzenli olduğunu bildiği odaya ilk defa girdiği için biraz bocalasa da, düzeni bozan o tek şey hemen dikkatini çekmişti. Bir kağıt... Hemencecik kağıdı eline alıp incelerken, bilmeyen biri için bu çok sıradan bir çizim eskizi olabilirdi. Hafifçe karalanmış, biraz da buruşmuş olan kağıtta bir kilise vardı ve Radella'dan daha iyi kimse bilemezdi burayı. Anneannesi ona İsa'yı ve Hristiyanlığı anlatırken onu buraya sürüklemişti. San Pietro Kilisesi... Karanlık ruhların, kanla sıvadığı mabed... Radella bu resim karşısında, bir an için bütün soğukkanlılığını kaybedecekken hemen kendini toparladı. Çok geç kalmadan...

Bir ya da bir buçuk saat sonra, Radella karanlığın arasında bile içinde barındırdığı ruhların etkisiyle aydınlanan mabedin önüne gelmişti. Klasik barok tarzının iç sıkıcı hatları ile Orta Çağ'ın bütün özelliklerini amiyane tabir ile kusan binanın önüne geldiğinde, genç kadın üzerindeki vişne çürüğü, kapişonunun uçlarına minik kuvars taşlar yerleştirilmiş ve kesinlikle daha kalın cübbesinin cebinde tuttuğu ellerini dışarı çıkardı. Buraya sık sık gelmesinin avantajlarını sonuna kadar kullanmak zorundaydı. Bu kilise günün yirmi dört saati Tanrı dostlarına açık tutulmazdı. Yakın Çağ'da olsalar da Orta Çağ zihniyetini sonuna dek yaşatan Vatikan'dan sonra tek yer burasıydı. Kilise ulaşılmaz olmalıydı, halk ona uzanmaya çalışmalıydı. Tabi bu durum Radella'yı zerre kadar ilgilendirmiyordu. Çok eskilerden kalan ve şu an sadece başrahibin bilebileceği gizli bir geçitten içeri süzülürken, kalibi saran heyecanı yenmeye çalışıyordu. Radella kardeşine benzemezdi, o her zaman sakin ve aklı başında durmayı başarmıştı. Birkaç dakika içinde eskisi kadar sakinleşirken, bir yandan da İssoria'nın neden burada olduğunu çok merak ediyordu. Amacı ne olabilirdi? Burada olabilecek şeyleri aklına bile getirmekten korkuyordu. Birkaç sadece birkaç saniye sonra, dizlerinin bağı çözüldüğünde ne olabileceğini kati olarak anlamıştı. Lanet... Burada olan şey kesinlikle bir lanetti. Genç kadın zorlukla ayağa kalkarken, dudakları kıpır kıpırdı. "Ceres Anam, beni kardeşime ulaştır. Ezeli karanlığın ruhuna ulaşmak üzere, biliyorum. Ona zarar gelmesine izin verme. " Genç kadın kendinde bulduğu son güçle yürümeye başladı ve karanlıkta, kalın bir perdenin örttüğü bir yer gördü. Burayı daha önce görmemişti. İçinden bir ses oraya gitmesini isterken, o da bu isteğe uydu. Zaman bir yerden sonra akmamaya başlamıştı sanki. Karanlık bir girdabın uğultusu çınlıyordu kulağında. Zorlukla perdeyi kaldırdığında İssoria duvara dayanmıştı ve biraz ilerisinde de cam bir kutu vardı. Ve yedi parşömen... Radella bütün parçaları zihninde oturtmuştu şimdi. Bütün gücü tükenmişti ama hala dimdik durmaya çabalıyordu. Son bir güçle dudaklarından dökülen tek kelime. "İssoria."
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Caja Lyhne

Şu an Muggle'sınız. Lütfen bir rütbe edinin.Şu an Muggle'sınız. Lütfen bir rütbe edinin.
Caja Lyhne



Mücadele Tarafı : Mantığı
Kan Durumu : Safkan

Cefakâr Geceye Hapsedilenler Empty
MesajKonu: Geri: Cefakâr Geceye Hapsedilenler   Cefakâr Geceye Hapsedilenler EmptyÇarş. Şub. 03, 2010 3:49 pm

Boynunu hafifçe kuzeybatıya çevirdiğinde kaslarından gelen gergin sesin, kulak zarına belli belirsiz çarpışını duyumsadı. Güneş doğmadan önce biraz daha izlemek istediği adama baktı yanı başında. Her şeyden habersiz akışına devam eden zaman, kapılar açıp kapatıyordu birbiri ardına. Yatağındaki saten örtü teninden kaydığında, önündeki ilk kapıyı açtı Caja. Soyut gerçeklikten geçerken bıraktığı, omuzlarından düşen bir parça kıyafet oldu. Ay ışığına doymayan bedeni, evinin bahçesinde huzur bulacağına inanarak ilerledi. Her anı dava ediyordu beyninde. Daha da uzamadıkları için. En derinlerde gizlemeyi bir türlü başaramadığı doyumsuzluğunu tatmin adına, dolunayın karşısında durdu. Bahçeye minik pırıltılar halinde inen huzmelerin tenine vurması için kollarını iki yana açtı. Kutsal suyla yıkanır, yeniden vaftiz edilir gibi serinliyordu nefesi. Gecenin çiyi düşmeye yaklaşırken yapraklara, ıslaklığın uzun süredir tutmakta olduğu gözyaşlarından mütevellit olduğunu fısıldıyordu kendine. ‘’ Bırakma kendini, bırakma.’’ Nefes almak, yaşamak kadar doğal bazı ihtiyaçlarını ve haklarını görmezden gelerek saatlerini geçirdiği adamın yukarda uyuyan bedenini anılarından çıkarmak için fazla uğraşmadı. En güçlü aşığına döndüğü yüzü, soğuk ışıkla aydınlanırken, yüz hatlarının altına düşen gölgeler, gecenin sonuna yaklaşan günle, büyüyordu. Mırıldanarak olduğu yerde döndü bir kez. Koskoca bahçede kendini yapayalnız ve daha güçlü hissediyordu. Bir an için sınırlarını kontrol ettiği yapının ihtişamını görmezden geldi. ‘’ Niçin daha büyük değil? ‘’

Yürümeye başladı biraz daha fazlasını görebilmek için. Ayaklarının altında ezilen çimenlerin yumuşaklığına aldırmadı. Kurak havasına rağmen oldukları yerde yetişen bitkilerine hayrandı. Yol yorgunluğu yapacak ve nefes nefese bırakacak kadar uzun bir mesafe kat ettikten sonra durdu. Duvarın, önünde acımasız ve ifadesiz bir muhafız gibi yükselişine baktı. Birkaç boy yükseğinde biten yapıya tırmanmayacaktı elbette. Ufak bir büyü mırıldanmaya başladı atalarının dilinde. Hafifçe yükseldi yanık tenli bedeni. Görebildiği engin kum denizine baktı. Hemen ötesinde başlayan bir başka verimli alanda birkaç kanguru faresi gördü. Yüzünü buruşturarak aşağı inerken, planlarından vazgeçişine mantıklı bir sebep bulmaktan ötürü mutlu hissediyordu.

Yavaş yavaş geçtiği bahçesinde biriken eşyalara, bitkilere ve daha işine yaramayacak düzinelerce maddi ve fani şeye bakıyordu. Büyüyen yığınlarla içinde yükselen ateşin biraz olsun dindiğini hissediyordu. Artık uyumak zamanı geldiğini belli eden yorgun bedenini şımartmak adına eve girdiğinde, tezgahına yöneldi. Büyük bir bardağı sevdiklerinden biriyle doldurdu. Keskin içkiyi dudaklarına götürmeden önce, son kez baktığı bardağı taşacak kadar doldurmaya başladı. Damlalar şeffaf bardağın kenarlarından inmeye başlarken gülümsüyordu. Rahatlar gibi aldığı derin nefesleri minik iniltilerle veriyordu. Elini uzattığı tabaktan aldığı birkaç şekerlemeyi avuçlarının içerisinde sıktı. Parmaklarını aromalara boyayan tadı bitirdiğinde, hala bir şeylerle eğlenmek istediğini biliyordu. Uyuması ve kendisini hazırlaması gerektiği yeni bir gün olduğunu düşünerek üst kata tırmandı merdivenlerinden.

Osiris kadar kudretsiz bulduğu adamı yatağından kovmadan önce, rahat bir uyku çekmeye kara vererek yanına kıvrıldı. Sıcağa rağmen sıcaklığın tadını çıkardığı kaşmir çarşaflar arasında, ve hırıltıyla karışık bir nefes verdi. Gözlerini yummadan önce, saçlarını sol eliyle alıp yastığın üzerine yaydı. Durgunlaşan kadın, yavaş yavaş kumaşın dokunuşuyla bilmediği bir başka gökyüzüne savruldu.

Hafifçe aralanan pencerelerin birinden damlayan berrak sıvıya baktı. Ay ışığıyla parlayan damlalara değdiğinde, ayak parmakları irkildi. Zamanla karanlığa alışan gözleri, buzlar ülkesinin keskin gerçekliğiyle karşı karşıya gibi hissettiren soğuk havayla yüz yüze getirdi onu. Cadı, ellerinde keskin bir hançerin dokunuşu gibi hissettiği soğuğu savuşturmak adına nefesini üfledi parmaklarına. Nereye gittiğini bilmeden yürürken biraz ilerisinde beliren parşömene takıldı bakışları. Kimse olup olmadığını anlamak için seslendiğinde, sesi başının içinde yankılandı. Rahatsızlıkla bir ümit, parşömene ulaşmak için yürüdü. Parmakları kağıda değdiği anda, yanmaya başlayan soluk parşömen, gittikçe büyüyen karanlık bir alev topu halini aldı. Kenarlarından yayılan sıcağın etkisiyle erimeye başlayan zemin, kağıttan son bir parça kalana dek bir an olsun durmadı. Kasıklarından beline yükselen buz gibi suda donmuştu bedeni. Çivilere bürünen teni kaslarına veremiyordu hareketlerini. Kaderine razı olur gibi nefesini tuttu sertçe. Uğultuyla yankılanan ses, göz bebeklerini büyüttü. ‘’ Yeniden doğuşuna yaklaş Caja. Varlığını anlamlandıran gerçeğin ‘’ daha fazlasıyla’’ yüzleş. Uyan! ‘’

Hırlayarak kalktığı yatakta bileklerinin üzerinde duruyordu vücudu. Bacaklarını aceleyle yere indirdiğinde algılaması birkaç saniye süren adama baktı. Kendisine bakıyordu sorgulayan gözlerle. Tek kelime etmeden giyindi birkaç hareketiyle. Merdivenlerden inmeden önce can düşmanıymış gibi baktığı aşığına fısıldadı. ‘’ Ben gelmeden defol.’’ Bütün kuvvetini topladı. Yapabildiği kadar konsantre oldu. Dişlerini sıktı ve ardından kendini bıraktığında bulunduğu yerden silindi. Nereye gideceğini çok önceden bilen bilinçaltına uydu. Gözlerini açtığında, mide bulantısını bastırmaya çalışan yüzü buruşmuştu. Gözlerini kıstı yaklaştığı kapıdaki dağınıklığa baktığında. Sorgulamak için vakti olmadığına inandığından, koşmaya başladı. Belli belirsiz silüetler arasından geçen ayak sesleri, aradığı boşluğu gördü. Karanlıkta el yordamıyla düşe kalka ilerledi. Beklemediği basamakla yüzüyle zemin arasındaki uzaklık azalsa da, çarpmadı. Hırıltılar içinde dokunduğu perdeye yüz sürdü. Merakını bastırmayı bir an olsun denemeden biraz daha fazlasını anlamak ve görmek için çektiği perdeyi bıraktı. Odadaki ışığın saçları ve omuzlarına yoğun olarak vurduğu üç bedene baktı. Ritmik hareketlerle inip kalkan göğsü, endişesini ve hırsını ele veriyordu
.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Lucrezia Morena

GezginGezgin
Lucrezia Morena



Mücadele Tarafı : Boynu.

Cefakâr Geceye Hapsedilenler Empty
MesajKonu: Geri: Cefakâr Geceye Hapsedilenler   Cefakâr Geceye Hapsedilenler EmptyÇarş. Şub. 03, 2010 4:47 pm

• Tutte le strade portano a Roma.
- Bütün yollar Roma'ya çıkar.


Roma'nın loş sokakları geceye teslim olmuş gibiydi. Lacivert pelerinini dalgalandıran rüzgâra eşlik ederek yürüyordu Lucrezia. Bu geceyi diğer gecelerden ayıran bir şeyler vardı. Onu, Napoli'deki sıcacık yatağından kaldırıp, şehrin kilometrelerce güneyine getiren özel bir güç. Lucrezia, gördüğü rüyalara anlam yüklemezdi hiçbir zaman. Ama bu rüya, küçümsenemezdi. Onu bazı şeyler Roma'ya, Katolik merkezinin tam ortasına çekiyordu. Lucrezia’yı bekleyen öyle bir şeydi ki adeta …’ mağazasında gördüğü o ihtişamlı kırmızı ayakkabıları dilediği gibi San Pietro Kilise’sinde onu yanına çağıran özel armağanı da delice ister olmuştu. Her adımında içindeki kıskançlık duygusunun da büyüdüğünü hisseder olmuştu. Kız, gereğinden fazla kıskançtı. Öyle bi’ kıskançlık ki yıllar öncesinde en yakın arkadaşının ölümüne neden olabilmişti. Cinayet işleyebilmişti. Hem de elini kana bulamasına bile gerek kalmadan. O, özel biriydi hem de çok özel…

Ne kadar süredir yürüdüğünü bilmiyordu. Dakikalar, belki de saatler geçmişti. Eklemlerini sızlatacak, acı dolu bir yürüyüş olmuştu hiç şüphesiz. Fakat San Pietro Kilise’sinin büyüleyici matemi tüm acılarına merhem olmuştu. Meydanda bulunan her insanın kendini önemsiz hissedeceği kadar heybetli kilise, içinde büyüyen günahları kapatmaya çabalıyordu. Fakat kilisenin mükemmel mimarisi günahlarını örtmeye yetmeyecekti. Bu gece her şey değişecek, kilise kendi içinde bir yıkıma uğrayacaktı. Sonucunda lanet kırılmış ve günahlar serbest kalmış olacaktı. Buna kim engel olabilecekti peki? Katolik babasının ruhu mu yoksa kendilerini Tanrı’ya adamış, hayatlarını sınırlandıran zayıf insanlar mı? O sırada kiliseden yükselen ilahi sesleri kulaklarını doldurdu. Bundan her zaman nefret etmişti. Babası deli gibi Tanrı hayranıyken, kendi kızına da yüce varlığın gücünü aşılamaya çalışmıştı her zaman. Ama şimdi görüldüğü üzere hiçbir şey babasının istediği gibi olmamıştı. Lucrezia gözlerini güç bürümüşken ne Tanrı ne de onun varlığını hissedebilirdi ki bunu da istemiyordu zaten.

Kiliseye girdiğinde bazı şeyler değişmiş gibiydi. Kilise insanlara huzur vermeliydi, korku değil. Belli ki bu büyük güce karşı koyamıyorlardı. Herkes inanan, inanmayan sonlarını beklemekten başka yapacak bir şey bulamıyordu. Zavallılar… Hepsi acınacak haldeydi. O an babasının ölmüş olduğuna gerçekten sevinebildi. Yaşlı ihtiyarın, bu anı görmesindense ölmeyi yeğleyeceğini biliyordu. Taş kesilmiş kalbi acıdan yoksundu. Babasının öldüğü gün koruduğu metanetini şimdi de koruyordu. Roma’daki kiliselerin her şekilde Tanrı’nın gücüyle sarıp sarmalandığı söylenirdi. Bu kiliselerde öyle bir mimari kullanılmıştır ki bu insanları Tanrı’nın olağanüstü gücüne inandırmaya itmiştir. Yağmur yağdığında açık kubbeden tek bir damla aşağıya düşmemesinin hikâyesi bu durumu yalanlamaya yetmiştir. Babası gibi bazı Tanrı taparlar ise onun gücünün bir göstergesi olduğuna inanmaya devam etmişlerse de Lucrezia bunu yetenekli mimarların zehir gibi akıllarının bir eseri olduğunu anlamıştı.

Yol boyunca pelerinin cebinde taşıdığı parşömen parçası ağırlaşmaya başlamıştı. Belli ki o da kız kadar sabırsızdı. Rüyada gördüğü, kilisenin içinde bir yerlerdeki gücün büyüklüğünün göstergesiydi bu. Çünkü kızın bacakları da bedenini taşıyamaz hale gelmişti. Kilisenin soğuk taşları üzerinde kendine bir yer bulup dinlenebilirdi aslında ama onun daha iyi bir fikri vardı. Bu iş bittikten sonra güzel bi’ alışveriş yapacaktı. Böylece bu gecenin yorgunluğu uçup gitmiş olacaktı. Aslında onca güzel kıyafetinin içinde kendini hayal ettiğinde gerçekten de daha iyi hissetmişti kendini. Tam anlamıyla kilisenin mimarisini düşünmeyi bıraktığı anda rüyasında gördüğü perdeyi görmüştü. Lacivert, değişik figürlerle süslenmiş perdeyi. Kalbi heyecandan yerinde duramaz hale gelmişti. Perdenin arkasında ne olduğunu görmeyi istiyordu. Daha fazla beklemenin bir manası olmadığını fark ederek perdeye uzandı ve usulca kaldırdı. Gördüğü manzara tarif edilemezdi. Güç uğruna hapsedilmiş gençler. Odada bulunan bireylerden çok bulunduğu yeri incelemeye koyulmuştu. Penceresiz, meşalelerle aydınlanan, huzurdan söz edilemeyecek kadar karamsar bir oda. Buna rağmen orada bulunan üç genç de, gücün büyüsüyle sarmalanmış ve gayet huzurlu gözüküyordu. Fakat biri vardı ki o bu manzaraya tiksinen gözlerle bakıyor ve inanılmaz derecede tedirgin hissediyordu. Kızın tedirginliği neredeyse tüm odayı kaplamıştı. Bu kızın sonradan yollarına taş koyacağı ortadaydı ama aynı şekilde başaramayacağı da bariz bir şekilde gözüküyordu. Umarım aramızdan kimsenin klostrofobisi yoktur.

• Dopo aver terminato il gioco, la pedina del re si trova nella stessa casella.
- Oyun bitince, şah da piyon da aynı kutuya konur.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cornelia Sofie Isis

Şu an Muggle'sınız. Lütfen bir rütbe edinin.Şu an Muggle'sınız. Lütfen bir rütbe edinin.
Cornelia Sofie Isis



Mücadele Tarafı : Golgi cisimciği.

Cefakâr Geceye Hapsedilenler Empty
MesajKonu: Geri: Cefakâr Geceye Hapsedilenler   Cefakâr Geceye Hapsedilenler EmptyÇarş. Şub. 03, 2010 6:39 pm

İrlanda'nın tam göbeği, merkezi Dublin'den çıkmıştı yola. Nitekim ilk defa Roma'ya gidiyordu ancak tarihli yoğrulmuş bu kentin her köşesi ona öylesine tanıdık geliyordu ki... Malesef bu sadece tanıdık gelmekle kalıyordu, coğrafya bilgisi çok harika sayılmadığından dolayı şu an sürdürdüğü yolculuğun ne kadar süreceği konusunda en ufak bir fikri yoktu. Ayakları onu nereye götürürse o doğrultuda ilerlemeye devam ediyordu sadece. Yolculuğunun ne kadar süreceği umrunda da değildi aslında, umurunda olan tek şey gideceği istikamete bir an önce varıp güçlerine kavuşmaktı. Bunu var olduğuna dair içinde ufacık bir umut kırıntısı bile taşımayan kalbiyle, tüm kalbiyle dilemeye çalışıyordu. Bu anı daha önce görmüştü, görmese bile hissetmişti bir şekilde. Her şey gittikçe daha da tuhaflaşırken Arlene sadece gördüğü bu kısacık anı tekrar gözlerinde canlandırmaya çalışıyordu.

Sadece karanlık değildi, zifiri karanlıktı hatta alacakaranlıktı. İhtişamlı, görkemli bir binanın üzerinden tüm şehri ve olacak her şeyi ayrıntılarıyla beraber görebiliyordu. Uyumuyordu, yaşadığı şehir ayaklarının altındayken daha, daha fazlasını arzuluyordu. Tam o sırada sanki yıllar öncesinde yaşanıp, hayatının tozlu raflarına kaldırılan bir anıymış gibi çıka geldi. Görüyordu, Roma'da, San Pietro Kilise'sinde nefesini tutmuş ilerliyordu. Neyi nasıl yapması gerektiğine dair hiçbir fikri yoktu, sadece deli gibi atan gördüğü her şeyi arzulayan kalbinin sesini dinliyordu. En azından dinlemeye çalışıyordu. Elinde bir harita yoktu, resmi bir dayanağı bile yoktu ve o an kendini o kadar aciz hissetti ki ilk defa geldiği şehri, rehbersiz keşfe çıkan bir aptal gibi hissediyordu kendini. Ancak hesaba katmadığı bir şey vardı, rehberi ruhunun derinliklerinde barınan şehvetinin gücüydü.

Kaybolmamıştı. Aradığı yeri bulmuştu, onu çağıran gücün derinliğini ruhunda hissediyordu. İlk defa mantığıyla değil, kalbiyle ona çağıran şehvetin gücüne doğru ilerlemeye başladı tekrardan, yenik düşmüştü. Kilisenin içine girdiğinde ruhunun derinliklerine kadar donduğunu hissetti birden, soğuk onun ruhundaki şehveti harekete geçirmeye yetiyordu. Bazı şeyler değişikti, içinde Tanrı'ya dair çok bir şey olmasa bile bir kilisenin insana hüzün ve korku vermesi normal değildi. Ancak buna çok da fazla şaşırdığı söylenemezdi, korku onun hayatının sadece küçük bir kısmınıı kapsıyordu. Dudaklarından birkaç mırıltının çıkmasına kendisi de engel olamamıştı, sessizce masmavi gözlerini Tanrı'nın yaratırken çok da uğraşmamış olduğunu düşündüğü şeylere dikti. İçeride oyalanmanın ve aval aval çevreye bakınmanın yeterince yersiz olduğunu düşündüğü o sırada kendini tekrar ruhuna bıraktı ve olacakları büyük bir isteksizlikle beklemeye koyuldu. Elleriyle cebini yokladı ve orada olması gereken ancak daha önce pekçok kez lanet ettiği parşomen parçasının hala orada olduğunu teyit ettikten sonra bugün o parşomen parçasının cebinde çok daha ağır olduğunu fark etti.

Bu kilise sandığından çok daha büyük olmalıydı ve çok daha fazla gücü barındırıyor olsa gerekti. Kiliseyi aydınlatan tek şey küçük bir mumun ışığıydı, en azından Arlene öyle görüyordu. O an kiliseyi aydınlatan tek yapay ışık kaynağı olan mumu söndürmek gibi bir istekle başa çıkmaya çalışıyordu ancak bu işlemi yaparsa doğru yolda ilerlemeye devam edeceğini düşünerek hızlı adımlarla mumun yanına doğru ilerledi. Ona kısacık gelen bir yürüyüşün ardından, mumun yanına vardığında nefesinin dörte birini önündeki küçük muma harcama gereği duymuştu. Gözlerinin önündeki sarı ve kırmızı ışık kümesinin yok oluşuna tanık olduğunda tanık olabileceği türlü şeylerin aynı anda ve yavaşça gözüne çarpması ona yeterince ilginç gelmesi gerekirken bu olaya oldukça tepkisiz kalabildiğini fark etti. İşte o anda daha önce de gördüğünü sandığı tüm gerçekliğiyle gözlerinin önünde duran perdeye çarptı gözleri. Heyecanlanmıştı, tarif edilemez bir heyecandı bu. Fazla beklemeyi sevmediğinden ve sıkılmaya başladığından perdeyi tek bir hamleyle araladı ve birkaç adım atıp duraksadı. O an gördüğü şeyi anlatması için uygun kelimelere sahip olduğunu sanmıyordu; Cefakâr Geceye Hapsedilenler! Kapkaranlık bir odaya hapsedilen birkaç tane çaresiz beden...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Mei Hirase

GezginGezgin
Mei Hirase



Mücadele Tarafı : ~~

Cefakâr Geceye Hapsedilenler Empty
MesajKonu: Geri: Cefakâr Geceye Hapsedilenler   Cefakâr Geceye Hapsedilenler EmptyPerş. Şub. 04, 2010 3:00 pm

Belki ilerlemiş saatten, belki de insanların asosyalliğinden sokaklar oldukça boştu. Ayın bile ışığını esirgediği bu şehir, herkesin aksine Mei’nin hoşuna gitmemişti. O her zaman Tokyo’da en cana yakın kısım olarak gördüğü Shinjuku’nun kalabalık ve sıcak sokaklarında yaşamaya alışmıştı. Tabii o sokakları bile çok tanıdığı söylenemezdi; sayılı olan arkadaşlarıyla hiç arşınlamamıştı o yolları. Yemek, temizlik ve benzeri ihtiyaçları karşılamak için çıktığı alışverişler dışında, Budist tapınağının yakınlarındaki evinden ayrıldığı görülmüş bir olay değildi. Ama o gece, evinden Roma’ya cisimlenip eski bir kiliseyi bulmak için bir muggledan araba kiralamasının amacı, doğruluğuna sonsuz güvendiği rüyalarından biriydi. Dinine oldukça bağlı bir insan olarak rüyasında bir kiliseyi görmesi oldukça ilginçti. İlginç olan bir başka şey ise yaşamaya bile erinen bu kızın sıcak yatağından kalkıp hiç bilmediği bir ülkeye gelmesiydi.

Gecenin soğuk rüzgârları Roma’yı etkilediği kadar, sokakları yavaş yavaş geçen eski, beyaz bir arabanın içindeki kızı da etkiliyordu. Gördüğü kilisenin nerede olduğu hakkında hiçbir fikri yoktu, tamamen cebine sıkıştırdığı parşömenin içine doldurduğu hislerle hareket ediyordu. Bir süre sonra, karşısına çıkan heybetli yapı, büyük ihtimalle aradığı yerdi. Daha önce benzerine rastlamadığı kadar güzeldi bina, öyle ki bir an yeşilliklerin içindeki tapınağını unutuvermişti. Arabayı bir kenarda durdurup soğuk eceye ilk adımını attı ve hayran olmuş karamel rengi gözlerle binayı daha yakından incelemeye başları. “Kami-sama… Totemo kirei da…” Kendi kendine konuşma alışkanlığı şaşkınlığı yüzünden kendini açığa çıkarmıştı. Oldukça etkilenmişti, öyle ki olduğu yerde durup en ince ayrıntısına kadar gözleriyle taradı binayı. Daha sonra parşömenin neredeyse bir taş kadar ağırlaşmasıyla tembel adımlarını o etkilendiği binanın basamaklarına yönlendirdi.

Daha önce hiç bulunmadığı bir yer bulunmak, bir de üstüne Hristiyanların kutsal mekânı sayılan bir kiliseye girmek ne kadar doğru bilmiyordu, ancak içindeki merak giderek büyüyordu. Kahverengi saçlarını savurarak açık kapılardan hızlı bir şekilde karanlığa girdi. Çocukluğundan beri içinde taşıdığı karanlık korkusuna aldırmadan, parşömenin kendisini götürdüğü yere el yordamıyla sürükleniyordu yavaş yavaş. Rahiplerin kulaklarına kadar gelen gürültülerine kıyasla neredeyse ses bile çıkarmıyordu. Bir an için küçük bir aralıktan içeri girdi. Tamam… Yeter artık. Buraya kadar. Daha fazla yoramam kendimi saçma şeylere. Genç kız arkasını dönse de, parşömen kontrolü tekrar eline alıyor ve onu ilerletmeye başlıyordu. Adımlarını her zamankinden yavaş bir şekilde artık canını sıkan karanlıkta ilerletti. Oflaya puflaya artık sonunun olmadığını düşündüğü yolda kendisinden beklenmeyen bir sabırla yürüdü. Sonunda ayağı bir basamağa değince – yine kendisinden beklenmeyen bir çeviklikle – düşmekten son anda kurtuldu. Bu sefer basamağa çıkıp karşısındaki perdeye dikti karamel gözlerini. Karanlığa alışmıştı, bu yüzden lacivert rengini seçebiliyordu. Ama artık ne olduğunu öğrenmek üzerine büyüyen merak, onu hırçınlaştırmıştı. Sertçe perdeyi çekti ve meşalelerle aydınlatılan odaya girdi. Yalnız değildi, hayatında daha önce görmediği – büyük ihtimal hepsi Avrupalıydı – altı insan vardı. Bir başka yeniliğe daha hazır olmasını kendi kendine tekrarlayarak neredeyse unutmak üzere olduğu İngilizcesini gözden geçirdi. Neden zamanında İngilizce derslerine devam etmedim ki?
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 

Cefakâr Geceye Hapsedilenler

Önceki başlık Sonraki başlık Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 3 sayfasıSayfaya git : 1, 2, 3  Sonraki

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Kurgular Sayfası-