AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  
Son Konular
Konu
Tarih
Yazan
Yabani Otlar
Bir Kulüp Mü Kuruluyormuş | Bir Tıkla Bakalım!
- Duyuru Panosu -
Işık Tapınağı
Model Değiştirme
Model Başvuruları
Debbie'nin Grafik Galerisi *yeni
' Cuteness s i g n a t u r e s.
La Révolte
Özel Model Başvuruları
Salı Mart 15, 2016 10:01 pm
Ptsi Şub. 22, 2016 12:43 am
C.tesi Ekim 02, 2010 11:08 am
Perş. Eyl. 30, 2010 11:07 pm
Perş. Eyl. 30, 2010 10:04 pm
Perş. Eyl. 30, 2010 6:40 pm
Çarş. Eyl. 29, 2010 8:37 pm
Çarş. Eyl. 29, 2010 8:25 pm
Çarş. Eyl. 29, 2010 6:13 pm
Çarş. Eyl. 29, 2010 4:35 pm












Paylaş
 

 Sonun Başlangıcı

Önceki başlık Sonraki başlık Aşağa gitmek 
Sayfaya git : Önceki  1, 2
YazarMesaj
Tristan der Ivanëxt

VII. SınıfVII. Sınıf
Tristan der Ivanëxt



Mücadele Tarafı : SD.
Rp Sevgilisi : Olivia
Kan Durumu : Melez.
Patronus : Dağ Aslanı

Sonun Başlangıcı - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Sonun Başlangıcı   Sonun Başlangıcı - Sayfa 2 EmptyC.tesi Ağus. 15, 2009 2:00 pm


Neye uğradığına şaşıran Tristan kendini Olivia’dan ayrı bulmuştu. Kim yapmıştı bu büyüyü ve neden yapmıştı? Boğazından hırlama sesleri yükselerek etrafını aramaya başladı. Bulduğu anda da yeniden bir şok yaşadı. Karşısında Profesör Ursula vardı. Gözlerini kısarak ona bakmayı sürdürdü. Profesör’ün bakışları çok sert ve aşağılayıcıydı. Yerinden kalkarak sevgilisinin yanına gitti. Yeniden ellerini ona dolamıştı fakat gözleri Profesör’ün üzerindeydi. Ne işi vardı bu cadının burada? Kim söylemişti, onların burada olduklarını? Aklındaki sorularla boğuşurken Profesör’ün çene kasları gerildi ve konuşmaya başladı.

“Eğer kız da tek bir yara görürsem Tristan seni farelerle besleri! Anladın mı beni? Şimdi uzaklaşın!”


Ne diyordu bu cadı böyle? Ne yarası? Tristan, Olivia’ya zarar vermek ister miydi hiç? Boğazındaki hırıltı yeniden yükselmişti. Gözlerini iyicene kısmış ve sinirli bir tavrı vardı. Demek Tristan’ı farelerle besleyecekti. Neydi Tristan bir hayvan mı? Hayır, havan değildi. Onlardan farkı aklını kullanması ve içgüdülerine yenilmemesiydi. Ama bu cadı onu bir hayvan olarak görüyordu; bu haksızlıktı. Eğer Olivia yanında olmasaydı; ona ne yapacağını gayet iyi biliyordu; ama şimdi yapamazdı. Sevgilisin yanında bir canavara dönüşemezdi.

“Hala buradasınız? Cezanızı iki katına mı çıkarmak istiyorsunuz?”

Bu cadı ceza vermek için mi yaratılmıştı? Neydi bu cezalardan çektikleri? Tristan ellerini Olivia’nın başına getirdi ve yüzünü okşayarak çenesinde durdurdu, elini hafifçe kaldırarak göz göze geldiler. Tristan’ın sinirli hali onun yüzünü gördüğünde tamamiyle kayboldu ve gülümsemeye başladı. Ardından ona göz kırptı ve dudaklarını onun kulaklarına yaklaştırdı.

“Sevgilim, buradan kaçmamız gerek, üçe kadar sayacağım ve ellerini boynuma dolayıp sırtıma geçeceksin. Anladın değil mi? Bu cadının yanından kaçıyoruz!”


Cadı daha fazla işkillenmeden yerinden kalktı ve elini Olivia’ya uzatarak yerinden kaldırdı. Olivia kalkerken başının sallaması Tristan’a uyacağı anlamına gelmişti. Cadı kuşkulu gözlerle genç ikiliye bakıyordu. Tristan onu dinlermiş gibi yapıp, vampirlik özelliğini kullanarak kayalıklara doğru kaçacaktı. Tristan, Olivia’ya bir bakış attıktan sonra konuşmaya başladı.

“Peki sayın Profesör, dediğinizi yapacağız, kimse cezanın iki katına çıkmak istemez. Ama sizden bir ricam var… Bir, iki, üç…”


Tristan üç demesiyle birlikte Olivia sırtına atlamış ve hızla koşmaya başlamıştı. Profesör şaşkınlık içersinde ikiliye bakarken aldığı sert darbeyle yere yığılmıştı. Şimdi cadıdan kurtulmuştu ama daha önemli bir sorunla karşı karşıya kalmışlardı. Arkalarında bir trol onları kovalıyordu. Trollere büyü işlemediğinden dolayı, asaları pek işe yaramıyordu. Tristan onu kendi güçleriyle yenmek zorundaydı. Ama ilk önce Olivia’yı güvenli bir yere bırakmalıydı…

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Olivia Scarlett Isis

VII. SınıfVII. Sınıf
Olivia Scarlett Isis



Mücadele Tarafı : Arspegus
Rp Sevgilisi : Tristan
Kan Durumu : Safkan
Patronus : Golden Dog (Rottweiler)

Sonun Başlangıcı - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Sonun Başlangıcı   Sonun Başlangıcı - Sayfa 2 EmptyC.tesi Ağus. 15, 2009 2:45 pm


Birden bire yükselen o tanıdık haykırışla beraber Tristan benden ayrılmıştı. Neydi bu? Ne oluyordu? İleriye doğru baktığım sırada Prf. Glenn'le karşılaşan gözlerim bin kat yerin dibine girmeme sebep oldu. Profesörü ilk defa böyle görüyordum, o öfkeli bakışları onun bir canavar olduğunu düşündürtsede o da oldukça harika biriydi ve bu düşüncelerimi kanıtlayan görüntüsüne hayran kaldım. Sinirli ve yiyecekmiş gibi bakan profesör, Tristan'ın tekrar bana yaklaşması ile beraber gerginliğini kat ve kat artırdı. Bizim burada olduğumuzu nereden biliyordu acabağa? Kafam oldukça karışmışken Profesör o kızgın sesi ile ipeksi geceliğinin içinden konuşmaya başladı.

“Eğer kız da tek bir yara görürsem Tristan seni farelerle besleri! Anladın mı beni? Şimdi uzaklaşın!”

Tristan bana zarar vermezdi, bundan adım gibi emindim. '' O bana böyle bir şey yapmaz profesör.! '' sesim çok çıkmıştı sanırım. Profesör ne demek istemişti böyle, onu farelerle beslemek onun kalbini kırmış olacaktı ki yüzünde bir asılma belirdi. Bunun ardından benim yüzümde asılmıştı. Başkaları belkide onun duygusuz bir yaratık olduğunu düşünüyordu ama benim için öyle değildi. O hayatımda tanıdığım en duygulu, kibar ve zararsız kişiydi. Evet, zararsız. Bir vampir için bu kelimeyi kullanmaktan hiçte gocunmuyordum. Peki neden yatakhaneye dönmemizi ya da ceza için onunla gelmemizi istememişti? Profesörün kalpsiz olduğunu düşünenler haklıydı sanırım, bu ormanın içinde mi kalacaktık? Saçma sapan düşünceler kurmak benim en çok yaptığım şeydi belkide ama yerimde kim olsa aynı şeyi düşüneceğinden emindim. Sadece Tristan'ın kırılan kalbine üzülüyordum. Kimse ona öyle diyemezdi. Yüzünde oluşan '' Ben sana gösterirdim gününü... '' ifadesi beni korkutuyordu. Hava alacakaranlıkken profesör bize uzaklaşmamızı söylemişti ve yine konuşmaya devam etmek için dudaklarını kıpırdattı.

“Hala buradasınız? Cezanızı iki katına mı çıkarmak istiyorsunuz?''

Bayan Glenn beni şaşırtmaya devam ederken yüzündeki sinir artıyordu. Artık patlayacak gibiydi. Bir ceza alacağımız kesindi ama neden uzaklaştırıyordu bizi? Bayan Glenn'den hoşlanmam belkide onun bu acımasızlığı sebebindendi. Tristan'ın fısıltısını işittiğimde gözlerim hala Ursula'daydı.

“Sevgilim, buradan kaçmamız gerek, üçe kadar sayacağım ve ellerini boynuma dolayıp sırtıma geçeceksin. Anladın değil mi? Bu cadının yanından kaçıyoruz!”

Evet anlamında başımı salladığımda elini uzatarak olduğum yerden kalkmamı sağlayana Tristan beni bu korku dolu oyunlara alet ediyordu. Normalde buraya gelmek aklımın ucundan bile geçmezdi, okuduğumuz Muggle türü romanlarda olduğunu ve sadece kitapta kaldığını düşündüğüm aşk gerçek olmuştu. Artık herşey değişebilirdi ki burada olmamda bu değişimin başlangıcıydı. Bana bir bakış atarak sesini incelten sevgilim Ursula'ya oynayacağı oyunun sonuçlarını hiç düşünmüyordu belkide. Artık benimde umrumda değildi. Sadece onun üç demesini bekliyordum. Ursula tedirgin ve şaşkın bir şekilde bize bakıyordu, gözlerinden öfke fışkırırken onu tutmak imkansız gibi geliyordu.

“Peki sayın Profesör, dediğinizi yapacağız, kimse cezanın iki katına çıkmak istemez. Ama sizden bir ricam var… Bir, iki, üç…”

Tristan'ın ''üç'' demesi ile dediğini yaparak sırtına çıkmıştım. Ursula şaşkın bir şekilde bize bakıyordu. Birden hız trenlerinde olduğundan daha hızlı bir şekilde ilerlemeye başladık. Gözlerimi kapatmıştım. Arkamızdan bizi bir şeyin takip ettiğini hissedebiliyordum. Korkarak gözlerimi kapalı tutmaya devam ettim.

Tristan durduğunda gözlerimi açmıştım.Kayalıklara gelmiştik. Arkamızdan gelen şey bir troldü. Beni kayaların arkasına geçmemi söyleyerek yere indirdikten sonra onun tek kalmasını istemiyordum. Hala kayaların önündeydim. Bu trol çok değişikti, kocaman ve bir o kadarda güzel bir yüzü vardı. Kim bilir üzerinde ne deneyler yapılmıştı. Kayaların arkasına geçmemekte ısrar ediyordum.

'' Seni onunla tek bırakmam! '' dediğimde kendimi trolün o kocaman elinin arasında bulmuştum. Tristan'ın yüzünde yeniden beliren o yırtıcılık beni korkutuyor, trolün sıkı sıkı tuttuğu eli canımı acıtıyordu. Tris'in sivri dişleri belirginleşmişti. Onu böyle görmek bana hiçte anormal gelmemişti, neler oluyordu bana. Trolün elinin içinden kurtulmak için kıvranırken trol git gide daha da sıkıyordu beni. Tristan'ın gözlerindeki ateşi görebiliyordum.

Ona saldırmıştı. Diğer eline de Tristan'ı almayı planlıyordu büyük ihtimalle. Kollarım morarmaya başlarken nefesim kesiliyordu. Artık biri bir şeyler yapmalıydı.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Tristan der Ivanëxt

VII. SınıfVII. Sınıf
Tristan der Ivanëxt



Mücadele Tarafı : SD.
Rp Sevgilisi : Olivia
Kan Durumu : Melez.
Patronus : Dağ Aslanı

Sonun Başlangıcı - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Sonun Başlangıcı   Sonun Başlangıcı - Sayfa 2 EmptyPaz Ağus. 16, 2009 2:01 am


Olivia’ya güvenli bir yer ararken arkalarındaki Trol hiç vazgeçmeden onları kovalamaya devam ediyordu. Önündeki ağaçları bir çırpıda yere devirmeye başaran bu trolü nasıl atlatabileceklerdi. Tristan’ın bunları düşünmesi vakti değildi, şimdi sevgilisi için güvenli bir yer bulmalıydı. Bu düşünceye yoğunlaştığı anda gözlerine ilerdeki bir mağara ilişti ve hızla oraya yöneldi. Mağara bir dağın eteklerindeydi ve güvenli bir yere benziyordu. Olivia orada güvenli bir şekilde dururken, Tristan ise trolle kapışacaktı. Olivia’yı mağaranın içinde bıraktı ve yüzünü okşayarak onun o yumuşak dudaklarına ufak bir öpücük kondurdu ve geri dönerek mağaranın dışına yöneldi. Tam mağaradan çıkacakken arkasında Olivia’nın bedenini hissetti ve tatlı sesiyle konuşmaya başladı.

“Seni onunla tek bırakmam!”


Tristan deliye dönmüştü. Nasıl böyle bir şey diyebilirdi? Tam konuşmaya başlamasına ramak kalmışken onu susturmayı başarmıştı. Olivia ne olursa olsun burada kalmalıydı. Tristan boğazında küçük bir hırıldamayla Olivia’ya bakıyordu. Boynundaki kolye kıpkırmızı rengiyle karanlık mağarayı aydınlatıyordu. Tehlikede oldukları kolyeden de anlaşılabiliyordu. Birden bir el Olivia’yı kapmış ve mağaranın dışına sürüklüyordu. Tristan ne yapacağını şaşırmıştı. Boğazındaki hırıltı kulakları acıtacak kadar şiddetliydi. Yerinden ok gibi fırladı ve mağaranın giriş yerinden ormana çıktı. Gördüğü manzara şarkısında şok geçirten Tristan’ın gözleri büyümüştü. Trol elleriyle sevgilisini öldürecek gibi sıkıyordu ve diğer eliyle Tristan’ı yakalamaya çalışıyordu. “HAYIRR!!!!” diyerek bağıran Tristan Trolün etrafında dönmeye başladı. Bildiğine göre trollerin akılları pek çalışmaz ve düz mantıkla işlerini hallederdi. İlk olarak Olivia’yı o elden kurtarmalıydı. Büyü işlemeyen bu trole ne yapması gerekiyordu? Tristan trolün çevresinde dönmeye başlamıştı. Birden yerinden zıpladı ve Olivia’yı tutan ellerinin üstüne kondu. “Sevgilim özür diliyorum!” dedi ve dişerini hiç olmadığı kadar belirginleştirerek ortaya çıkardı. Ağzını açtıktan sonra sert ve keskin dişlerini trolün eline geçirdi. Geçirmesiyle birlikte elini silkelemeye başlayan trol elini gevşetti ve Olivia o gevşemeden yararlanarak trolün elini açmaya çalıştı. İki sevgili birlikte çalışıyordu. Tristan ısırdığı et parçasını daha da sıkarak ısırmaya devam ediyordu. Az sonra trolün elinden kocaman bir parça kopacaktı. Elinin açılmasıyla birlikte Olivia aşağı düşmeye başladı. Tristan trol kanının hiç lezzetli olamadığını farkına vardı ve aniden bırakarak aşağı ok gibi indi ve kollarını açarak Olivia’yı yakaladı. “İyi misin aşkım?” diyerek gözlerini onun bedeninde gezdirdi. Herhangi bir kırık ya da kanama yoktu. Bu iyiye işaretti. Trol sinirlenmişti ve çevresindeki ağaçları devirmeye başladı.

“Canım, sana dediğimi yap ve git mağaraya saklan, ben bu koca bebeğin çaresine bakarım.”


Olivia, Tristan’ın dediğini onaylayarak onun sırtına atladı. Tristan olduğu yerden fırladı ve saniyenin dörtte biri kadar bir zaman dilimiyle Olivia’yı mağara bıraktı ve dışarı çıktı. Şimdi oynatılması gereken koca bir bebek vardı. “Hey, koca bebek hadi gel buradayım!” diyerek yerinden yavaşça hareketlendi. Bu hareket trolün dikkatini çekti ve onu takip etmeye başladı. Trol Olivia’dan uzaklaşıyordu. Onun için herhangi bir tehlike kalmamıştı. Ama burası Yasak Orman’dı. Her an herhangi bir şey olabilirdi. Yeterince uzaklaştıktan sonra olduğu yerde durdu ve trolle karşı kaşıya kaldı. Boğazında hırıltı sesi yükseldi ve hızla trole saldırmak için yerinden zıpladı. İndiğinde trolün omuzlarının üzerindeydi. Çıkarttığı dişleri onun kafasına ve boynuna geçirmeye başladı. Can havliyle bağıran trol, elleriyle Tristan’ı yakalamaya çalışıyor; ama bir türlü tutamıyordu. Boynundan ve kafasından kanlar boşalıyordu. Koca bebeğe bu kadar hasar yeterliydi. Omuzlarından atlayarak toprağa yumuşak bir iniş yaptı. “Hey seni pislik buradayım hadi gel, ne duruyorsun!” diyerek onun ilgisini kendisine çekti. Sinirden deliye dönen trol hızla Tristan’a doğru koştu. Yerinden ok gibi fırlayan Tristan, hızla koşmaya başladı. Trolü ormanın derinliklerine doğru götürmeye başladı. Hızını arttırarak arasındaki mesafeyi arttırdı. Boynundaki kanamadan dolayı güç kaybeden trolden eser kalmamıştı. Trolü atlatmayı başarmıştı. Şimdi sevgilisinin yanına dönebilirdi. Hızla geldiği yoldan doksan derece sağ yaparak ilerlemeye başladı… Kısa bir süre sonra sevgilisini bıraktığı mağaraya geldi ve hızla içeriye girdi. Olivia oradaydı ve hala Tristan’ı bekliyordu. Hızla ona yaklaştı ve onun yumuşak dudaklarına yapıştı. Kısa bir süre sonra dudaklarını onunkinden ayırdı ve konuşmaya başladı.

“Sevgilim, iyi misin? Seni çok merak ettim!”

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Olivia Scarlett Isis

VII. SınıfVII. Sınıf
Olivia Scarlett Isis



Mücadele Tarafı : Arspegus
Rp Sevgilisi : Tristan
Kan Durumu : Safkan
Patronus : Golden Dog (Rottweiler)

Sonun Başlangıcı - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Sonun Başlangıcı   Sonun Başlangıcı - Sayfa 2 EmptyPaz Ağus. 16, 2009 3:52 am


Sevgilimin boğazından yükselen hırlamalar beni oldukça korkutmaya başlamıştı. “HAYIRR!!!!” diye bağırıyordu.Kendimi korku filmlerinde gibi hissediyordum, daha da sıkı sıkıya sıkan bu trol oldukça ölüme doğru itiyordu beni. Kollarımdaki morluklar gitgide artıyordu. Nefes alamıyordum, gözlerimin önünden sadece bir film şeridi gibi geçen yaşamımın farkındaydım ve Tristan'la yaşadığımız dakikaların. Yüzü gözlerimin önünde kalan son görüntüydü. O sırada hırlamayı hemen yanı başımda hissetim. Bu Tristan'dı ve trolün eline çıkmıştı. Üzgün bir sesle gözlerimin içine bakarak ''Sevgilim özür diliyorum!” dedi. Artık özrü düşünebilecek bir halde değildim, yalnızca beni buradan kurtarmasını ve tekrar kollarına almasını istiyordum. Profesörden ümidimi kesmeye başlamıştım. Dişlerini sivrilterek trolün elini ısırmaya başlayan Tristan bir kaç saniye içerisinde elini biraz açmasını sağlamıştı ama hala kıvranıp durmaktan başka bir şeye yaramıyordu. Saniyeler içinde trolün tamamen açılan elinden aşağıya doğru düştüğümü hissetmiştim. Gözlerimi kapatmakla yetinerek yere düştüğümde çekeceğim acıyı düşünüyordum ki birden bile kendimi Tris'in kucağında buldum. Zamanlaması harikaydı. ''İyi misin aşkım?”dedi ve gözlerini üzerimde gezdirdi. Bir yerimde kan vs. yoktu. İyi görünüyordum sanırım ki bana tekrar üzgün ve panikli karışık bir ses tonu ile sözcükler sarfetmeye başladı. Ben artık onun arkasına geçmiştim. Belkide onunla gelmek iyi bir fikir değildi, onuda zora sokmuştum ve burnumu herşeye sokmaya devam etmemem gerektiğinin farkına vardığım sırada devrilen ağaçlardan çıkan gümbürtülerle irkildim. Trol sinirlenmişti anlaşılan, tüm ağaçları savuruyor ve olduğu yerde adeta tepiniyordu.

“Canım, sana dediğimi yap ve git mağaraya saklan, ben bu koca bebeğin çaresine bakarım.”

Bunun üzerine artık karışmamam gerektiğini başımı sallayarak kabul etmiştim. Sırtına atladığımda salise kadar sürede mağaraya gitmiştik. Gözümü açıp kapamama varmadan Tristan ortalardan kaybolmuştu. Uzun bekleyiş başlamıştı. Elimi koluma götürerek moraran yeri elledim. Ellememle beraber tüm bedenimi bir sızlama kaplamıştı. Oldukça acı veriyordu, nasıl bir canlıydı bu? Anlaşılan herkes insanlar kadar olamıyordu, bir trolden ne bekliyordum ki? Mosmor olmuş kollarım hareket ettirirken ağrı sınırımı zorluyordu. Gözlerim açıkken koridorda yürüyordum, gözlerimi kapadığımda Tris'le çarpıştım ve tekrar gözlerimi açtığımda işte buradaydım. Up uzun film şeridi gözlerimin önünden kayıp gidiyordu. Tristan'ın sadece koca bebek lafını kullandığını duyabiliyordum. Bedenim oldukça güçsüz ve kırılgandı, ruhumda öyle. Şimdi ise gözlerim kararmaya başlamıştı. Alacakaranlığın içerisinde bir de kendimi kaybediyordum. Nereden nereye gelmiştik...
Çok sürmeden trolün can çekiş seslerini duymaya başlamıştım, korku içerisinde kulaklarımı kapadıktan sonra o hızlı trol adımları duyulmaya başladı. Artık ormanın derinlerine doğru gidiyordu sanırım. Kulaklarımı açarak Tristan'ın nerede olduğuna bakınmak için mağaranın dışına adımımı attım. Ortalıkta yoktu. Neredeydi? Seside çıkmıyordu. Saniyeler içerisinde de trolün sesleri büyük bir '' DAN! '' sesi ile kaybolmuştu. Sanırım trol artık ibşah olmuştu. Tekrar içeriye girerek Tristan'ı beklemeye başladım. Aklımdan türlü türlü şeyler geçiyordu. Kollarıma bakıyor ve acımı unutmaya çalışıyordum. Artık bakmayacaktım çünkü baktıkça daha da artıyordu bu eziyet. Birden içeriye giren sevgilimi dudaklarımda bulmuştum. Kısa bir süre böyle kaldıktan sonra geri çekilerek o kadifemsi ses tonuyla konuşmaya başladı.

“Sevgilim, iyi misin? Seni çok merak ettim!”

İyiydim, Tristan'ın gelmesi ile kollarıma bakmayı bırakmış, bunu ona belli etmemeye çalışıyordum. Bayan Glenn neredeydi? Ursula'ya bir şey mi olmuştu yoksa? Gözlerimi kapadığım sırada hiç bir şeye dikkat etmemiştim. Şimdiye kadar bizi çoktan bulmuş olması ve öfke savurması gerekirdi ve ceza listemizi hazırlaması. Sarılmak için yaklaşan Tristan'ın eli artık belimdeydi. '' İyiyim, merak etme. Özür dilerim aptallığım için. Ben olmasaydım şimdi bunlar olmayacaktı. '' diyerek sağ elimi onun sivri dişlerine götürmek için kolumu kaldırdığım sırada yüzümdeki bozulma ile beraber kaldırmaya devam ettim. Ona belli etmemeliydim. O kadar güçsüz değildim, acı elbet geçecekti ama çok morarmış olan kollarımla beraber kaslarımda acıyordu. '' Tekrar özür dilerim aşkım. '' derken başımın arkasında sızlamakta olan yere elimi götürdüm. Elimi çekerken hissettiğim sıcaklığın sebebi, gözlerimin önüne gelen kanla anlaşılmıştı. Tristan'ın gözleri dönmüş gibiydi, derince bir nefes aldı ve boğazından hırlamalar tekrar yükselmeye başladı. Gözlerim korku dolu bir şekilde ona bakarken o sanki yemeğiyle oyun oynarmışcasına yavaş yavaş üzerime geliyordu. Artık gidecek yerim kalmamıştı, geriye attığım adımlardan sonra adım atacak yer kalmaması sebebiyle sırtımı mağaranın duvarına çarpmıştım. O ise yüzünde yakalamanın gururunu taşıyan çarpık bir gülüşle üzerime gelmeye devam etti. Attığı her adımda başını yana doğru eğiyor ve '' Yoksa avım korkmuş mu? '' dercesine acıyan bir ifadeyle bana bakıyordu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Tristan der Ivanëxt

VII. SınıfVII. Sınıf
Tristan der Ivanëxt



Mücadele Tarafı : SD.
Rp Sevgilisi : Olivia
Kan Durumu : Melez.
Patronus : Dağ Aslanı

Sonun Başlangıcı - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Sonun Başlangıcı   Sonun Başlangıcı - Sayfa 2 EmptyPerş. Ağus. 20, 2009 3:14 am


Meraklı gözlerle ona bakmayı sürdürüyordu. Vücudunda çok önemli bir şey yoktu; ama kollarındaki o kızarmalar ve akyalarında oluşan soluk mor renkleri giderek artıyordu. Trol, Tristan’ın sevgilisine ne yapmıştı böyle? Tristan kurtarmak için geç mi kalmıştı? Biraz daha çabuk davranmalıydı. Trol’ü hızla etkisiz hale getirmeliydi. İçgüdülerine yenilip onunla oyun oynamıştı. Kendi içinde verdiği savaş sürecinde Olivia’ya olan olmuştu. Tristan, boğazında nefret dolu bir hırıltı yükselti. İçindeki canavardan nefret ediyordu. Neden normal bir insan olamamıştı? Bu durumların hiçbirini yaşamak istemiyordu. Sevgilisine normal bir insan şeklinde davranamıyordu. Ona her an zarar verebilirdi ve bu şu anda olabilir. Ama içgüdülerine yenilmemek için büyük bir çaba harcayacaktı. Trol’le olan oyunda içgüdülerini fazlasıyla kullanmıştı ve bu yüzden sivri dişleri belirginleşmişti. Onları dudaklarını arkasında sıkıca tutacaktı. Gözleri Olivia’nın badem şeklindeki gözleriyle buluştu.

“İyiyim, merak etme. Özür dilerim aptallığım için. Ben olmasaydım şimdi bunlar olmayacaktı.”

Ne diyordu Olivia? Nasıl “Ben olmasaydım bunlar olmayacaktı.” diyebilirdi. Eğer Olivia olmasaydı; Tristan, aşık olamazdı ve mutlu günlerine kavuşamazdı. Olivia, Tristan için hayat kaynağıydı. Bu sonsuz ömründe bulduğu kişi onun yarı ölü kalbini canlandırmıştı. Ama sevdiği pişmanlık duyuyordu. Tristan ile geçirdiği o güzel dakikalar için pişman mıydı? O olmasaydı, gerçek Tristan da olmazdı. Hayattaki amacı; avlanmak, avlanmak ve yine avlanmak olarak kalacaktı. Şimdi onu bulmuştu ve kaybetmemek için elinden geleni yapacaktı. Olivia, sağ elini Tristan’ın belirginleşmiş sivri dişlerine doğru götürüyordu. Ne yapıyordu böyle? Tristan’ı mı sınıyordu? Ama bunu şu anda yapamazdı, şimdi olmadı. İçgüdülerini yeni sakinleştirmiş olsa da henüz uyutamamıştı. Boğazından yükselen o hırıltılar onu hiç korkutmuyor muydu? Belki de korkmuyordu ama Tristan kendinden korkmaya başladı. Sakinleşen içgüdüleri yeniden harekete geçiyordu. İçgüdülerini zorla da olsa sakin tutmaya çalışmaya başladı.

“Tekrar özür dilerim aşkım.”
“Aşkım, sevgilim, bir tanem, neler diyorsun sen böyle; nasıl ben olmasaydım bunlar olmazdı? Seninle tanışmadan önce kalbim ölü gibiydi. Sen şimdi o yarı ölü kalbi canlandırdın ve yeniden çalışmasını sağladın. Beni umursamaz, kendi için yaşayan biri olmaktan kurtardın. Seninle geçirdiğim vakitler için hiçbir zaman pişmanlık duymayacağım ve sen de duyma. Biliyorsun ben normal değilim ve seninle geçirdiğimiz vakitlerin çok azı normal olacak, buna alışmalısın. Ama sana söz veriyorum, senin kılına bile zarar vermeyeceğim. Sana dokunurken bile kendimden korkuyorum… Aşkım, kokuyu alıyor musun? Çok hoş bir koku geldi burnuma...”

Tristan son cümlesini bitirmesiyle Olivia’nın başından gözlerine akan kandamlasıydı. Tristan, onu görür görmez kendini arkadaki duvara fırlattı. Boğazında o bilindik alevler oluşmaya başladı ve zehri ağzını doldurdu. Neden her şey üst üste gelmek zorundaydı. Henüz yeni sakinleşen içgüdüleri hırçın bir aslan gibi kükrüyordu. Artık içgüdüsüyle olan savaşı başlamıştı. Başlamadan bir sıfır gerideydi. Trolle olan mücadelesinde güçlerini fazla kullanmıştı ve kendini yatıştırmak için herhangi bir şey yapmamıştı. Olivia’nın akan kandamlaları Tristan için zor durumlar oluşturuyordu. Kan kokusu içgüdülerini cezp ediyor ve güçlenmesini neden oluyordu. Kendisine nasıl hakim olacaktı? Yavaş yavaş kontrolünü kaybediyordu. Bir adım atarak ona yaklaştı ama anında kendisini geri çekti. O kokuyu burnundan aldığı derin bir nefesle ciğerlerine doldurdu ve o hoş koku sayesinde kendinden geçti. Yeniden bir adım attı ve biraz bekledikten sonra ikinci adım. Ardından gelen üçüncü adımla arasında kısa bir mesafe kaldı. Zorla da olsa kendini kontrol etmeyi başardı ve konuşmak için ağzından nefes aldı.

“Aşkım, kaç kaç, kendimi kontrol edemiyorum. İçimdeki canavar çok güçlü kontrol ede-“

Cümlesini bitir bitirmez Olivia’ya yaklaştı ve onun vücudunu duvara yapıştırdı. Kollarını ellerinin arasında aldı ve yukarda tutmaya başladı. Gözleri kararan ve boğazından çıkan hırıltılar yükselmişti. O siyah gözleri Tristan’ın değildi. İçinde tuttuğu canavarın esiri olmuştu. Hiçbir şey yapamıyordu. Aşkım, hayır olamaz, kaç kaç diyordu içinden. Ama canavar bunu yansıtmıyordu. Yüzündeki o bakışlar sanki avlanmaya yeni başlamış yeni bir vampire benziyordu. Kanını içmeden önce avıyla oynamaya başladı. Başını onun saçında ve teninde gezdiriyordu. O harika kokuyu içine çekerek daha da istekli bir hale bürünüyordu. Olivia’nın iki elini şimdi tek eliyle tutuyordu. Diğer elini onun elbisesinde gezdirmeye başladı. “Artık benimsin ve kokun beni çılgına çeviriyor. Ne o korkuyor musun? Sakın korkma hiç acımayacak. Dayanamıyorum artık, bunca zaman sana nasıl karşı koyabildim, anlamıyorum” Bu konuşan Tristan değildi. İçindeki canavar kafesini parçalamıştı ve serbetçe geziniyordu. Elini boğazında durdurdu ve küçük bir güç sarf ederek yırttı. Yırtmasıyla birlikte Olivia’nın boynunda takılı olan kolye gözüktü. O kolyenin ortasındaki taş hiç olmadı kadar kızarmıştı. Olivia gerçekten tehlike içindeydi. Canavar yeniden bir hırıltı yükselti. Tristan, evet, evet işte bu, hadi bebeğim, hadi biraz daha parla diyordu. Ona verdiği kolye daha da kızarmaya başladı. Canavar gözlerini o kolyeden alamaz oldu ve kendini başka bir yerde gördü.

Tristan kendini yeşilliklerle dolu bir yerde buldu. Etrafında siyah giyinmiş baylar ve bayanlar olduğunu gördü. Neredeydi Tristan? Neler oluyordu? Neden herkes yas tutar gibi siyah giyinmişti. Gözleri ilerideki topluluğa ilişti ve o yöne doğru yürümeye başladı. Topluluğun yanına geldiğinde şaşkınlık içinde onlara baktı. Kendisi bir mezarlıktaydı ve bir kişi gömülüyordu. Kimdi o, gömülen kimdi? Gözlerini ağlayanların içinde gezdirdi ve Olivia’nın en yakın arkadaşı Alexis’e ilişti. Alexis ona baktı ve sinirli bir şekilde Tristan’a yaklaştı.

“Hey, Alexis neler oluyor burada?”
“Neler mi oluyor, hadi yapma Tristan bunu bildiğine eminim!”
“Bana söyler misin lütfen?”
“O tabutun içinde yatan kişi kim sence?”
“Kim, hiçbir bilgim yok”
“Olivia, Tristan, Olivia”
“Hayır, hayır, bu olamaz… Şaka yapıyorsun değil mi Alexis?”
“Şaka yapar gibi bir halim var mı? Hem onun kimin bu hale getirdiğini biliyorum”
“Kim yaptı bunu kimm?”
“Sen Tristan sen… Senin o sadist yanın yaptı bunu, o iğrenç yaratık Olivia’yı bu hale getirdi. Git buradan seni ucube gittt!”
“Hayırrrr!!!”

Tristan olduğu yerden fırladı ve Olivia’nın yattığı tabutta buldu. Kollarını tabutun üzerine doladı ve bağırmaya başladı. Bunu kendi mi yapmıştı? Ona nasıl zarar vermişti, kendisine söz vermemiş miydi? Onun kılına bile zarar vermeyecekti. Ama ne olmuştu da Olivia o tabutta yatıyordu. Artık onun o güzel güzü ve o ahenkle dans eden saçları yoktu. Utanmasıyla yüzü kızaran kız yoktu. Onsuz nasıl yaşayacaktı? Yaşam kaynağını kaybetmişti. Neşeli kız artık yoktu. Bu olamazdı. Tristan buna katlanamazdı. Alexis’in söylediklerinde beyninde yankılanmaya başladı. “Sen yaptın bunu, senin o sadist yönün yaptı. Git buradan seni ucube gittt!” Tristan bir ucube değildi. Sevdiği için yapamayacağı iş yoktu. Ama artık sevgilisi de yoktu. Tabutun yanında duran aynayı aldı ve ellerinin arasında ikiye ayırdı. Aynada kendi yansımasına baktı ve kendinden iğrenerek aynayı kalbine götürdü. Gözleri tabutta gezindi ve aynanın soğuk parçası Tristan’ın göğsünde gezindi. Elbiselerini parçalayarak aniden kalbine sapladı.

Gözlerini açtığında Olivia orada kollarının arasında duruyordu. Olivia ölmemişti, hala yaşıyordu. Gördükleri neydi öyle? Ölmediğine çok sevinmişti. Ama şimdi ne yapıyordu. Olivia’nın kollarının arasında ne işi vardı. Gözlerinden neden damlalar akıyordu? Yüzündeki o korkmuş ifade neden vardı? Gözünden akan damlalar gözyaşı değildi. Kandamlalarıydı onlar… Şimdi her bütün parçalar yerine oturmuştu. Elini gevşeterek, Olivia’nın kolunu serbest bıraktı. Vücudunu onun teninden çekti ve arasında güvenli bir mesafe bırakana kadar durmadı. Şimdi çıkışın oradaydı ve Olivia ile en az on beş adım aralık vardı. Kendinden nefret ediyordu, nasıl bu duruma gelebilmişti. İçindeki canavar nasıl serbest kalmıştı. Şimdi daha kontrollüydü. Kolye, evet kolye sayesinde kendine gelmişti. İkisinin sevgisinden güç alan kolye kurtarmıştı. Sakinleşmesini sağlayan tek şey o ve Olivia’nın sevgisiydi. Kendinden iğrenerek konuşmaya başladı.

“Özür dilerim, aşkım. Be-ben kendimi kaybettim, özür dilerim!, sakın sakın yaklaşma, kendimi kaybetmekten korkuyorum”


Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Olivia Scarlett Isis

VII. SınıfVII. Sınıf
Olivia Scarlett Isis



Mücadele Tarafı : Arspegus
Rp Sevgilisi : Tristan
Kan Durumu : Safkan
Patronus : Golden Dog (Rottweiler)

Sonun Başlangıcı - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Sonun Başlangıcı   Sonun Başlangıcı - Sayfa 2 EmptyCuma Ağus. 21, 2009 11:19 am


Bana bakan o gözler sevgilimin değildi, canavarcasına niyetler taşıyan bu eller, bu tavırlar...

“Aşkım, kaç kaç, kendimi kontrol edemiyorum. İçimdeki canavar çok güçlü kontrol ede-“

İşte bu Tristan'dı ama çok kısa bir süre için. Korku dolu bakışlarla yaptıklarına tepki veremiyordum, orada olan saliseler içerisinde bir canavardı. Bu yanını ilk kez böyle görmüyordum, trolün yanındaykende görmüştüm. Oysa ki o zaman biraz bile olsa sevgi vardı gözlerinde, şimdi ise sade ve sadece istek. Kana olan tutku. Herşeyi bunun uğrunda yapardı şuan. Boğazındaki hırıltılar ondan daha da korkmamı sağlarken birden bire yukarıya kaldırdığı kollarımla beraber bende hareket edemez hale geldim. Başını saçlarımda ve üzerimde gezdirirken kokumu içine dolduruyordu, sanki avıyla oynar gibi. Kendimi bir kedinin elinde can vermemek adına çırpınan bir fare gibi hissediyordum. Bir an için çektiği elleri beni bırakacağını sanmama sebebiyet vermişti oysa ki salise içerisinde ellerimi tek eliyle tuttu ve diğer elini elbisemde gezdirmeye başladı. Korkuyordum, titreyen bedenime engel olamazken karşımdakinin Tristan olmayışı pes etmeme sebebiyet veriyordu. Artık sadece olanları izleyecektim, ne de olsa bundan sonra yapacağım hiç bir şey işe yaramayacaktı. Yüzümdeki ifade '' Şu dakikadan sonra ne olursa olsun, artık bir şey farketmeyecek. Pek ne kadar acı çekeceğim'' ifadesiydi.

Gözleri dönmüş halde konuşmaya başlamıştı. “Artık benimsin ve kokun beni çılgına çeviriyor. Ne o korkuyor musun? Sakın korkma hiç acımayacak. Dayanamıyorum artık, bunca zaman sana nasıl karşı koyabildim, anlamıyorum” Bu sözler Tristan'ın olamazdı, bunu bana yapamazdı. Ama içindeki canavar yapıyordu, ölecekken bile yanımda Tristan'ın olmaması beni ürkütüyordu. Şimdi ise boynumdaki kısmını parçalamıştı ve bu onun için oldukça kolaydı. Artık umutsuzca ona bakıyordum, gözümden sadece Tristan'la yaşadıklarımız geçiyordu. İşte bir son daha, mutlu bir başlangıç sandığımız bir son... Birden bire o aşırı derecede kızarmış kolyenin mağarayı bir Güneş gibi aydınlatan ışığı ile tekrar canlanan umutlarım onun kolyeye bakmasıyla sonucu beklememe sebep olmuştu. Kabus görüyor gibi bir ifadesi vardı yüzünde. Bekliyordum, bekliyor ve umutediyordum. Onun Tristan olmasını ve o korkunç canavarın kaybolmasını. Onu bu halde görmek istemiyordum, kendim için endişelenmeyi bırakmış onun için endişeleniyordum. Biz bir bütündük ve bir yarım giderse kalan yarım hiç bir şey değildi, olmayacaktı. Bir mucize istiyordum sadece, bir mucize... Tristan'ın ''HAYIR!'' çığlığı ile açtığı gözleri tekrar Tristan'ın kiler gibiydi. İnsandı... Beni bırakmış, kendini oldukça geriye çekmişti. Mağaranın çıkışındaydı artık. Onun yanına yaklaşmak istiyordum. Ama o aniden başladığı cümlesiyle bu isteğimi geri çevirmiş, ölmeyi dilememi sağlamıştı. Cümlelerinde kendinden nefret eden bir ses tonu vardı. “Özür dilerim, aşkım. Be-ben kendimi kaybettim, özür dilerim!, sakın sakın yaklaşma, kendimi kaybetmekten korkuyorum ... ”

Evet olduğum yerde kalmam gerekiyordu. O ise çoktan mağaradan gitmişti bile. Kendime hakim olamayarak yere oturmuştum, sırtımı mağaranın duvarına yaslayarak ağlamaya başladım. Neden bunlar bizi buluyordu? Neden hiç bir şey kolay değildi? Sanırım hala lanetliydim, dikkatsizce Tristan'a çarpmasaydım şimdi bunlar olmayacaktı. Gözlerimden akan yaşlara hakim olamıyordum. Kendimden nefret ediyordum, tüm bunlar benim yüzümdendi ve eğer onun için iyi olacaksa ben bir vampir olmak istiyordum. Evet, bunu gerçekten istiyordum, yoksa istemiyor muydum? Kafamda o kadar düşünce vardı ki neyi istediğimi bile çözemiyordum. O anda kendi kendime konuşmaya başladım. '' Neden biz? Neden ben? ... Neden mafettim onun hayatını, ben yokken daha iyi olduğuna emindim. Neden ha? NEDEEN!!! '' Kendimden geçmiş bir şekilde ağlıyordum. O sırada Tristan geri gelmiş, hala benden bir kaç adım uzakta duruyordu. Yerimden kalkmamıştım, onun tekrar kendini kaybetmesini istemiyordum sadece titreyen sesimle '' Tristan ben... Bende senin gibi olmak istiyorum. '' diyebildim. Bunu istemediğimden yüzde yüz emindim ama onun için bu gerekliydi. Dalga geçer gibi attığı bakışla beraber neden hemen geriye geldiği anlaşılmıştı. Bize doğru yaklaşan ayak sesleri Prf. Glenn'den geliyordu. Çok geçmeden yüzü mağaranın girişinde belirmişti. Cezamızı vermeye hazır olduğu yüzünden belliydi. Of, işte şimdi hiç zamanı değildi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Zosia Silimauré

Büyüceşura Baş HakimiBüyüceşura Baş Hakimi
Zosia Silimauré



Patronus : Gergedan

Sonun Başlangıcı - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Sonun Başlangıcı   Sonun Başlangıcı - Sayfa 2 EmptyC.tesi Ağus. 22, 2009 8:24 am

Ursula kafasındaki ağırının etkisiyle zorla ayağa kalkmıştı. İçinden lanetler yağdırarak ikilinin gittiği kayalıklara doğru ilerlemeye başladı. Kızgınlığı tüm bedeninde belli oluyordu, sinirle seğiren gözü, kasılan çenesi bunun en büyük belirtisiydi. Tristan ve Olivia’nın beynine ulaştığında bir kez daha lanet etmişti. Trolden kurtulmuşlardı fakat çılgın çocuğun vampirlik yanı onu tamamen sarmalamıştı. Gözlerinde gördüğü kan tutkusuydu ve karşısındaki saf kızda kaçacağına Romeo ve Juliet’in aşkına özenmiş bir şekilde onunla konuşmaya çalışıyordu. Ursula bir kez daha içinden sessizce küfür etti bu öğrenciler gerçekten geleceği kurtarabilecek ve şekillendirebilecek miydi, bundan şüphe duyuyordu.
Mağaranın girişine geldiğinde ikiliyi gördü karşılıklıydılar ve biri diğerini öldürmek üzereydi, bu gece bu ikili için hiç iyi bitmeyecekti yaptıkları yanlışlar bölümlerine ve onlara kötü yansıyacaktı. Hele ki Olivia’nın bir Ravenclaw’lu olduğunu düşünecek olursa çok kötü yansıtacaktı bunu ona. Bu Ursula’nın kişiliğiydi kuralları en sert ve acımasız şekilde belirlerdi. Trisata’nın hırıltısı canını sıkmıştı buz gibi mavi gözlerinin bir bakışıyla tüm zihnini ele geçirmişti çocuğun. Yere çöken bedene yaklaşmak isteyen Olivia’ya sert bir şekilde;

“Olduğun yerde kal Isis bu sana pahalıya mahal olmasın!”

Kızın korkuyla büyüyen gözlerini görmezden geldi ve Tristan’a yaklaştı Olivia’nın yersiz haykırışını duymazdan geldi ve çocuğun önünde eğilip bir iki saniye buz gibi gözleriyle ona baktı. Yavaşça onun sakinleşmesine bekledi, Tristan kendine geldiğinde de çöktüğü yerden ayağa kalkıp tepeden bakarak konuştu

“Tristan bu yaptığınla bölümüne yirmi puan kaybettirdin ve sen Olivia sende on puna kaybettirdin. Sizin ikinizi uzun bir süre görmek istemiyorum. Davranışınızın sorumsuzluğu sayesinde olabilecekleri bir düşünün ve gerekli cezayı okul yönetiminin vermesini isteyeceğim çünkü benim vereceğim ceza çok sert olabilir!”

İki gencin acıyla kasılan yüzlerini aldırmaksızın konuşmasına devam etti;

“Şimdi Tristan kalk ayağı ve önümüze geç, Olivia yanıma gel, hemen!”

Kızın itaatkâr bir şekilde yanına gelmesi bile onu sakinleştirememişti, Tristan’nın hırıltısı da umurunda değildi, sırtının acısı yeterince kötüydü zaten. Çocuğun arsızlaşmasına katlanabilmek durumda değildi bu yüzden acımazsız ve sert gözlerle verdiği karşılık Tristan’ı iyice kendine getirmişti. Hogwarts’ın yolunda sessizce ilerlemişlerdi ve okulun önüne gelince;

“Yarın ikinizi de Müdür yardımcısının odasında görmek istiyorum anlaşıldı mı? Size gerekli not gelecektir ve sen Olivia bundan sonra nefes alırken bile bana rapor vereceksin bölüm adına, arkadaşlarına yaptığın büyük bir haksızlık bunu unutma kendi zevkin için…”

Kınayan gözlerle iki öğrenciye baktı ve devam etti

“Sen genç adam demek kendine bu kadar güveniyorsun yarın odama uğra bu cesaretinin yarayabileceği yerler ve görevler seni bekliyor olacak.”

İkisine de başıyla selam verdi ve Olivia’ya önden gitmesi için bir hareket yaptı o merdivenleri çıkıp yatakhaneye girdiğinde kapıya kimsenin fark edemeyeceği bir büyü koydu. Bu sayede bölümünün sevgili öğrencilerini kontrol altında tutabilecekti. Tristana dönüp sıra sende der gibi bir baş işareti yaptı ve kendi odasının bulunduğu yere yürümeye başladı. Şuanda sırtına acil bir müdahale yapmazsa sabaha çok feci olacaktı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 

Sonun Başlangıcı

Önceki başlık Sonraki başlık Sayfa başına dön 
2 sayfadaki 2 sayfasıSayfaya git : Önceki  1, 2

 Similar topics

-

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Kurgular Sayfası-