AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  
Son Konular
Konu
Tarih
Yazan
Yabani Otlar
Bir Kulüp Mü Kuruluyormuş | Bir Tıkla Bakalım!
- Duyuru Panosu -
Işık Tapınağı
Model Değiştirme
Model Başvuruları
Debbie'nin Grafik Galerisi *yeni
' Cuteness s i g n a t u r e s.
La Révolte
Özel Model Başvuruları
Salı Mart 15, 2016 10:01 pm
Ptsi Şub. 22, 2016 12:43 am
C.tesi Ekim 02, 2010 11:08 am
Perş. Eyl. 30, 2010 11:07 pm
Perş. Eyl. 30, 2010 10:04 pm
Perş. Eyl. 30, 2010 6:40 pm
Çarş. Eyl. 29, 2010 8:37 pm
Çarş. Eyl. 29, 2010 8:25 pm
Çarş. Eyl. 29, 2010 6:13 pm
Çarş. Eyl. 29, 2010 4:35 pm












Paylaş
 

 ~ Yakarış ~

Önceki başlık Sonraki başlık Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Myleen Julia Crowle

Şu an Muggle'sınız. Lütfen bir rütbe edinin.Şu an Muggle'sınız. Lütfen bir rütbe edinin.
Myleen Julia Crowle



Mücadele Tarafı : Hiçbirşey.
Rp Sevgilisi : -
Kan Durumu : Safkan

~ Yakarış ~ Empty
MesajKonu: ~ Yakarış ~   ~ Yakarış ~ EmptyPaz Tem. 18, 2010 7:50 pm

| Kişiler |
Adriana Julia Swan, Hector Telis, Adrian Lucas Grenier


|
Zaman |
On yıl önce, On İki Temmuz akşamı...

|
Kurgu |
Bir nefesi kaybetmenin tüm soğukluğuyla dokunduğu bir hayat... Ardından ölümün umarsızca istenmesini sağlayan yakarışlar... Ve bir kurtarıcı gelir, her şey için çok geç kalınmıştır oysa... Asla unutulmayacak acılar, bir kızın geleceğini çoktan kuşatmıştır tüm gerçekliğiyle...





En son Adriana Julia Swan tarafından Paz Tem. 18, 2010 8:18 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 2 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Myleen Julia Crowle

Şu an Muggle'sınız. Lütfen bir rütbe edinin.Şu an Muggle'sınız. Lütfen bir rütbe edinin.
Myleen Julia Crowle



Mücadele Tarafı : Hiçbirşey.
Rp Sevgilisi : -
Kan Durumu : Safkan

~ Yakarış ~ Empty
MesajKonu: Geri: ~ Yakarış ~   ~ Yakarış ~ EmptyPaz Tem. 18, 2010 7:54 pm

Gün ağarmıştı yine. Hayat tüm cilvesiyle merhaba diye fısıldadı genç cadının kulağına. Ağlamaktan şişen gözlerini Londra'nın soğuk caddelerinde gezdirdi. Adriana, bakışlarına ilişen bunalmışlığı, merakıyla törpülerken anlamaya çalıştı, insanların ne gördüklerini kendi kalabalıklarında. Daha kaybı o kadar tazeydi ki... Tüm dünyasını yasına boğarken, birilerinin kahkahalarla gülümsemesi kanına dokunuyordu hala. Buna rağmen, hislerine gem vurup, onların gördüklerine baktı bir an. Onların kırmızıları, pembeleri saydamlaşmıştı yavaş yavaş. Kahkahaları bir bir silinirken, usulca köşesine çekilmişti sabah sohbetleri. Ve tüm kalabalıkta, yalınzlığıyla baş başa kalıncaya kadar, dinmedi korkunun tınısı. Korku mu? Korku muydu hissettiği gerçektende? Yoksa genç cadı, kendi önüne fark etmeden koyduğu tabuları isimlendirirken, sırf gözyaşına bulaşmasın kimse diye özenle mi seçiyordu onları? sorular sorular sorular... Her cevap arayışında bir soru daha üşüşüyordu aklına. Bitsin dedikçe daha da karmaşıklaşıyordu her şey... Yoksa yanlış şeyi mi istiyordu genç cadı? Ama tüm yollar denenmemiş miydi zaten? Konuşulmamış birkaç şey haricinde, canını acıtan ne varsa anlatılmamış mıydı ki? Deli gibi savaşmamış mıydı kendisiyle? Devam edebileceğinden emin olmadığı halde, yürümüyor muydu hala? Ve bedeni inatla çaresizliğe sokulurken, hisleri benliğine ihanet edercesine sıkıca tutunurken çığlıklarına susmamış mıydı? Ve susmuyor muydu hala? Oysa hala anlatacak birçok şey varken, kaçışları çözüm olmak istercesine yakasına yapışınca, kelimelere küsmemiş miydi? Ah, evet... Olağanca gücüyle direnmişti genç cadı kendi nefesine. Tüketmişti yorgunluğu... Ama her sorun, bir soru daha doğurmuştu ve sanki her soruda biraz daha gömülmüştü tükettiklerine... Ve en acı yanıysa, hayat bu sabah da 'Günaydın' dediğinde, bezginliği doldurup sesinin tınısına fısıldamıştı usulca genç cadı. 'Yoruldum, uğraşma benimle.'

***
İlkbahar... Genç cadı asla haz almadığı ılık havanın gölgesinden sıyırdı bedenini. Düşüncelerinin soğukluğundan arınıp, babasıyla buluşmak için, kararlaştırdıkları yere doğru hızlı adımlarla ilerliyordu şimdi. Yaptığının saçma olduğunu düşünse de, annesinin ölümü ardından tutunacak başka hiçbir şeyi de kalmamıştı şüphesiz. Saçmalıklarına tutunmak... Adriana halsizce gülümsedi aklından geçenlere. Yaşanılan onca acıdan sonra, tutunabileceği tek şeyin, saçmalıkları olması ne kadar da garipti... Küstürmüştü gözyaşlarını zamanla. Ve çoktan katili olmuştu bu, gizlerinin. Yalnızlığını koymuştu ruhuna. Sonra yalnızlık bile sinmişti köşesine, hissizleşmişti zamanla. Gülmeyi bile unutmuştu artık. Aynadaki yabancıya bakar olmuştu, çehresine yapışan maskeyle. Tanımadığı bir ses, artık yerle bir olan gururuna haykırırken, susmuştu sadece... Tanımadığı birinin hayatını yaşar olmuştu bir süre sonra. Yabancıların aşklarında özlemi tadarken, umudunu çalmıştı şehrin kuytusundaki kimsesizlerin... Köhne sarhoşların tebessümlerine ortak olmuştu. Ve en kötüsü de; artık kendi acını bile unutup, başkalarının acısını hissetmeye başlamıştı. Acısını bile kaybetmişti zamanla. Genç cadı düşünceleriyle savaşırken, yavaş yavaş kararan havanın gölgelediği parka ulaşmış ve şaşkınlığından sıyrılıp duraksamıştı bir an. Acıyı özler miydi insan? Özlüyormuş işte... Bunu fark ettiği ansa, tabularıyla baş başa kalırmış insan. Lanetler yağdırdığın gururun ve dimdik bir duruş... O sırada çiselemeye başlayan yağmursa, genç cadının tüm dikkatini dağıtmaya yetmişti. Tek kaşını kaldırıp odaklandı; kendine yakarmak çözüm değildi şimdi. Yıllardır uzağında olan duygusuz babasının karşısında, o her şeyin sebebi dediği gururu rafa kaldırılacak ve hiçbir zaman dile gelmeyen hisler bir bir sıralanacaktı. Ve artık karar verildiğine göre, bastıran karanlığın büyüse bırakabilirdi bedenini. Evet , şimdi olmuştu işte...

Hızlanan yağmurun vücuduna dokunmasıyla ürperen genç cadı, karanlığın gizlediği bir siluete odaklandı. Kalbi göğsünü zorlarken kafasında belirginleşen soru gün yüzüne çıktı; gelen O olabilir miydi? Verdiği sözleri tutmamasına alışkın olduğun adam , -ki gelende sadece hayır diyerek geçiştirmekti yaptığı- şimdi burada olabilir miydi? Tamam, planlanılan buydu elbette ama, Adriana tereddütlerini siğnesine çekmemişti Londra'ya gelirken. Ki ayrıca; yokluğuna alıştığı bir adama nasıl
merhaba diyeceğini bile bilmiyordu şimdi. Aptal cadı! Düşünmemişti hiç bu açıdan. Yaşanılan onca şeyden sonra 'Baba, ben geldim.'mi diyecekti yani? Ne kadar salaktı genç cadı! O ruhsuz herifin kendisinden başka hiçbir şeyi umursamayacağını nasıl göz ardı edebilmişti ki? Sadece bundan ibaretti her şey. Asla fazlası değil… Şimdiden pişmanlığın kollarında salınmaya başlamışken, nasıl söyleyebilirdi ki düşüncelerini. 'Lanet olsun.'

Gitgide belirginleşen siluetin babasına ait olduğundan emin olunca dudaklarını araladı genç cadı. Elini ayağını nereye koyacağını bilmiyordu. Tom'la konuşma fikri git gide saçmalaşırken düşüncelerinde, gözlerini devirmekle yetinmişti sadece. Acaba hala vazgeçebilir miydi ki? Sırtını dönüp gitse ve bu aptallığını, ona lanetler yağdırarak silse hafızasından olmaz mıydı? Lanet olsun, babasının yanına gelme fikri nerden çıkmıştı? Delirmiş olmalıydı genç cadı. Evet, bunun başka mantıklı bir açıklaması olamazdı. O'na hep kıçını dönen birine tutunabileceğini düşünmesi, bunun kanıtıydı işte!
'Neden sen gebermedin ki Tom! Annemin yerine neden sen gitmedin ki!' Nefreti ruhunu zehriyle sararken susturdu düşüncelerini. Zaten göz göze geldiklerinde artık bunun için geç olduğunu da anlamıştı Adriana. Çehresine yerleşen soğukluk ve kaskatı kesilen bakışlarla süzdü karşısında umursamazlığıyla dikilen adamı. Heyecanı nefesini boğarken dudaklarından dökülen soğukluk yağmurun kulak doyuran tınısında kaybolmuştu. 'Merhaba.'


En son Adriana Julia Swan tarafından Çarş. Tem. 21, 2010 10:03 am tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Carina Lilian Welsh

GezginGezgin
Carina Lilian Welsh



Mücadele Tarafı : Aydınlık
Kan Durumu : Melez
Patronus : Okapi

~ Yakarış ~ Empty
MesajKonu: Geri: ~ Yakarış ~   ~ Yakarış ~ EmptyÇarş. Tem. 21, 2010 8:17 am

Vücudundaki damarlardan usul usul sızarak varlığını tamamen unuttuğu yerde toparlanan ve göğsüne gereğinden fazla bir baskı yapan soğukluk havadan mı kaynaklanıyordu, yoksa düşüncelerinden mi süzülüyordu, emin olamıyordu Hector. Tek bildiği şey, içinde bulunduğu lanet olası durumdan bir çıkış yolu bulması gerektiğiydi. Ne olursa olsun, hangi lanet pisliğe güvenmek zorunda kalırsa kalsın. Denize düşen yılana sarılırdı. Kendisinin ne kadar büyük bir çıngıraklı yılana sarıldığına inanmakta güçlük çekiyordu. Sabırsızca ve hızla tuttuğu nefesi verdi ve adımlarını sıklaştırarak, sadece üç hafta öncesine kadar en güvendiği yandaşlarından biri olan pisliğin evinin olduğu sokağa döndü. İçindeki öfke o kadar büyümüş ve benliğini sarmıştı ki, hareketleri her zamankinden daha keskin ve daha şiddetli olmaya başlamıştı. Evin kapısının önüne geldiğinde hışımla asasını çekip kapıya doğrulttu. 'Bombarda!' Kapı hızla geriye doğru savrulduğunda hafifçe gülmeden edemedi. İçerden koşuşturma sesleri geldiğini duyunca elini dudaklarının üzerinden geçirdi ve 'İşte başlıyoruz,' diye mırıldandı ses tonuna fazlasıyla yansıyan bir lezzet tınısıyla. Geniş adımlarla, koşarcasına arşınladı evin geniş holünü ve hafif seslerin onu yönlendirdiği odaya daldı vahşi bir hırsla. Önündeki dangalak herif, üç haftanın ondan hiçbir şey çalmadığı herif, toparlanma işinin ortasındayken donakaldı ve iri, hala parıltısını koruyan yeşil gözlerini adama çevirdi. Lanet herifin saçından tek tel eksilmediğine emindi. Asasını kavramamış olan eli istem dışı bir hareketle tel tel kalmış olan saçlarına gitti. Üç hafta... Sadece üç hafta onun üzerinde etkisini göstermeye başlamıştı bile. Kıskançlığının ve öfkesinin verdiği ton sesinin titremesinde belirginleşirken, asasına biraz daha sıkıca sarıldı Hector. 'Bu ne acele, Tom? Korkuyor musun? Eski bir dost böyle mi karşılanır?' Yükselen ses tonu dengesini bozmuştu adeta, şöyle bir savurduğu asası, geçtiği yeri darmadağın ederek ve toz duman içinde bırakarak adamın hislerini etrafına yansıttı. Korunmak istercesine kollarını başının tepesine kaldıran salağa bakarak kahkahayla güldü. 'Yapma ama Tom! Gören de seni öldürmek istiyorum sanır. Kalkmana yardım edeyim.' Dudağından kabaca dökülen iki büyülü söz, karşısındaki adamın, sanki görünmeyen iplerle bağlıymış gibi ayağa dikilmesine neden oldu. Ahmak... Asasını bile almamıştı eline. Tehditvari bir havayla ona iyice yaklaşan Hector, adamın yüzüne büyük bir nefretle bakıyordu. Bir süre, sanki onun yüz hatlarını ezberlemek istiyormuşçasına süzdü Tom'u sadece. 'Fareler gemiyi ilk terkedenlerdir. Senin de küçük, korkak bir fareden hiç farkın yok, değil mi Tom? Baskında da kendi kıçını kurtarmak için defolup giden sen oldun, şimdi de sana yardım için gelen birini dinlemeye bile tenezzül etmiyorsun. Beni!' dedi abartılı bir masumiyet gösterisiyle ellerini iki yana açarak. Keyifle sırıtmaya başladı tekrar, ah... bu işten zevk alıyordu. Tom'un dudaklarını araladığını görünce, sahte bir merak ve ilgiyle bakışlarını adamın üzerinde kilitledi. 'Hala buraya gelebilecek kadar salak olmana inanamıyorum, Hector. Seherbazlar her yerde seni arıyor ve sen elini kolunu sallaya sallaya eski suç ortağının evine girebileceğini sanıyorsun! Ha!' Bütün aciz haline rağmen ona gülmesi, Hector'un iyice öfkelenmesine yol açıyordu. Gözlerinin kısıldığını hissetti. 'Seninle birlikte dibe sürüklenmeye hiç niyetim yok.' Sözlerini bitiren herif, ona doğru tükürdü. Bir an için gözlerini kapatan Hector, olabildiğince sabırlı bir ifadeyle yüzündeki pisliği parmak uçlarıyla aldı. 'Pekala. Bunu zor yoldan halledeceğiz. Crucio!' Tom hissettiği acının pençesinde çığlıklarla yırtarken havayı, adama diktiği gözlerine sadece tiksintinin nazarı dokunabiliyordu. O sırada kanatların çıkardığı hafif ses dikkatini dağıttı ve arkasına dönmesine neden oldu. Açık pencerelerden birinden giren biçimsiz, eciş bücüş baykuşu görünce yüzünün buruşmasına engel olamadı. Asasını yanına indirerek kuşa doğru ilerledi, büyünün üzerinden kalktığı adamın çığlıklarını kesmesinden oluşan sessizlik yankılanıyordu evin içinde. Baykuşun bacağına bağlanmış olan kağıdı çekip alan Hector, mektubu silkeleyerek açtıktan sonra şöyle bir göz gezdirdi. 'Dudaklarımdan dökülmemek için ısrarla direnen sözcük, çaresizliğimin zulmüne boyun eğmiş durumda. Geleceğimi sahiplenebilmek için, ortak geçmişimizle yüzleşmem gerekiyor. Saat dokuzda benimle Londra'daki Old Gween Parkı'nda buluşmanızı ve geçmişi pürüzlemeden yanınızda getirmenizi rica ediyorum. Adriana.' Gülmeye başladı. Yazanın kaleminden dökülen duyguların aksine, tamamen insanlıktan arınmış bir kahkahaydı bu. Adriana... Beyni hayal meyal, Tom'un bir kızı olduğunu hatırlıyordu. Dudaklarındaki pis sırıtış bütün yüzüne yayılırken elinde tuttuğu paçavrayı küçük parçalara böldü, belki de bu işten sıyrılmanın bir yolu vardı. Kesik kesik soluk alıp veren adama çevirdi bakışlarını. 'Aklıma daha iyi bir fikir geldi, gerizekalı. Selamlarını ileteceğim kızına.' Gerçi bu herifin kızını bir dakika için bile umursadığını düşünmemişti hiç. Tom'a bir adım daha yaklaştı ve asasını tutmayan elini kaldırdığı gibi, sanki Azkaban'da kaldığı zamanın acısını çıkarıyorcasına, saçlarından bir tutamı kavradı ve sertçe çekti. Son derece ağır davranarak, cebinden çıkarttığı küçük bir şişenin içine attı saçları. Şişedeki sıvının koyu gri bir renge dönüşmesini izledi tiksintiyle. Sonra asasını tekrar adama doğrulttu. 'Asan nerede?' Tom çenesini sıkarak dik dik ona bakmakla yetindi. Hector'un sabrı tükenmişti. Tom'dan geriye çekilerek asasını tekrar kaldırdı ve adamın bacaklarına doğrulttu. 'Sectumsempra.' Tom'un attığı dehşet verici çığlık, Hector'un neşeli bir kahkaha atmasına neden oldu. Adamın, sanki kılıçla kesilmiş gibi yarılan dizlerinden etrafa sıçrayan kan, hevesini körüklemişti. Onun çığlıkları kesildiğinde, kendisinin de kahkahası durdu ve yüzünde son derece ciddi bir ifadeyle, bir kez daha sordu. 'Asan nerede?' Adam sıktığı dişlerinin arasından zorlukla cevap verebiliyordu. 'Yan odada, lanet olası! Yan odada!' Hector başını salladı. 'İşte böyle, Tom.' Tam adama arkasını dönüp kapıya doğru ilerlemeye başlamıştı ki, aklına bir şey gelmiş gibi durdu. 'Bir şey daha.' Asasını son bir kez öfkeyle adama doğrulttuğunda, hedefi karnıydı bu defa. 'Sectumsempra!' Ve Tom'un haykırışlarına bir kez daha kulaklarını tıkayarak kendi asasını, oluşan kan gölünün içine fırlattı.

Beş dakika sonra, eski yandaşının kimliğine tamamen bürünmüş bir halde Old Gween Parkı'na cisimlenmişti bile. Kendisinin olmayan asa, sanki onu reddediyormuşçasına hafifçe titriyordu elinde. Sanki yeterince sorunu olmadığını düşünerek gözlerini devirdi ve bakışlarını, daha önce hiç gelmediği parkta odakladı. Gecenin puslu karanlığı, normalde belki de güzel sayılabilecek parkı bulanıklaştırıyor, kasvetli bir havaya büründürüyordu. Tam da ona göre. Atıştırmaya başlamış olan yağmurun içinden gözlerini kısarak şöyle bir çevresini süzdü Hector, sisin arasından birilerini görebilmek için çabalıyordu. İleride, karanlığın tam ortasında, belli belirsiz bir silüet duruyordu. Etrafa bir kez daha göz gezdirip parkta onlardan başka kimse olmadığını görünce, karşısındaki figürün, babasına çaresizce ulaşmaya çalışan kız olduğunu anlamıştı. Ağır adımlarla ilerlemeye başladı kıza doğru, ne beklemesi gerektiğini bilmiyordu, pek umrunda olduğu da söylenemezdi. Her zamanki gibi, umursadığı tek şey kendi çıkarlarıydı. Küçük bir aptalın çaresiz vızıltıları... Sadece komik geliyordu ona. Kıza iyice yaklaştığında yüzündeki ifadeye dikkat etmeye başladı. Öfke, burukluk... Belki bir parça da şaşkınlık. Konuştuğunda bunlardan hiç birini sesine yansıtmaması, Hector'u şaşırtmıştı. Bir tahminde bulunması gerekse, duygusuz olduğunu söylerdi duyduğu sesin. 'Merhaba.' Gözlerini devirmemek için kendini zor tutuyordu. Kendisi de Tom'un boğuk sesini elinden geldiğince kayıtsız tutmaya çalışarak soğuk bir edayla süzdü önündeki genç kızı. 'Ne var, Adriana? Benden ne istiyorsun?' dedi başından savarmış gibi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Myleen Julia Crowle

Şu an Muggle'sınız. Lütfen bir rütbe edinin.Şu an Muggle'sınız. Lütfen bir rütbe edinin.
Myleen Julia Crowle



Mücadele Tarafı : Hiçbirşey.
Rp Sevgilisi : -
Kan Durumu : Safkan

~ Yakarış ~ Empty
MesajKonu: Geri: ~ Yakarış ~   ~ Yakarış ~ EmptyÇarş. Tem. 21, 2010 10:03 pm

'Ne var, Adriana? Benden ne istiyorsun?'

Yalnızlık... Bu adamın Adriana'ya varlığıyla bile hissettirebildiği tek şey buydu şüphesiz. Genç cadı ruhuna dokunan bu hissinin son zamanlarda aklına sıkça takıldığını hatırladı bir an. Yalnız hissediyordu artık kendini. Yokluklardan soyutlanıp, tutunmak istediği her şey, sadece yalnızlığı getiriyordu beraberinde cadının şehrine. Nedenlerini sorgulamıyordu artık. Hesap sormuyordu aslında. Kızmıyordu kimseye. Gerçi umursamıyordu bile. Kırık tebessümlerinin arkasına gizlenip, yağmuru dinliyordu sessizce. Gözlerini kapatıp yağmayan yağmurlarının altında ıslanıyordu. Ruhu üşürken, Adriana bunu umursamıyordu yine... Sonra susuyordu kelimeler. Avuçlarının arasına ılık bir özlem ilişirken, görmezden geliyordu bunu pervasızca. Kulağına çalınıyordu bir ses. Soğukluğu ürpertisi olurken, kendi çıkmazlarında gizleniyordu usulca. Sonra yine susuyordu. Genç cadı, sessizliğinde sevmeyi öğrenmişti herşeyi. Acısını bile sever olmuştu zamanla. Yorulmuştu şüphesiz... Ama onu da umursamıyordu artık. Sonra dizleri tartamaz oluyordu bedenini. Adriana, ruhunun titrekliği tüm bedenini sarmalarken usulca uzanıyordu siyah bulutlarının üzerine. Bunu gizlemek için sarfedilen onca çabanın ardından, hala ayakta duruyor olması, şaşırtıyordu O'nu... Şaşkınlığından sıyrılıp, tüm çıplaklığıyla gözler önüne serilen acılarına bakıyordu sonra. Sonra sokakları boşalıyordu yavaşca... Sahteleşen dostlar bir bir terk ediyordu genç cadının şehrini. Gökyüzü ağlıyordu sonra! Ve sonra bir şeyler ölüyordu içinde genç cadının. Ve çığlık çığlığa ağlaması gerekirken, mühürleniyordu dudakları yine! Yine susuyordu! Sonra fark etti genç cadı. Düşüncelerinin ağırlığından sıyrılıp, babasına baktı dik dik. O kadar çok susmuşken, şimdi anlatsa kim dinlerdi ki? Bomboş kalan gökyüzü mü? Elbette hayır... Kim dinlerdi başka? Tüm duyarsızlığıyla karanlığında boğulan bu pislik herif mi? 'Hiç sanmıyorum!'

Genç cadı öfkesinin iliştiği fısıltısının sancısıyla buruşturdu yüzünü. 'Ne mi var? Ben varım lanet herif! Kızın var! Görmezden gelmeyi birkaç saniyeliğine kesip dinlemeyi deneyemez misin?' Bedenine esir alan öfkeyi bastırmak istercesine duraksadı; derin bir nefes aldı. Genç cadı yaptığı şeyin saçmalığını idrak ettikçe kendine kızıyordu. Bu herif ne zaman önemsemişti ki kızını? Ah, yanlış pencereden bakıyordu elbette! Bu pislik, kendi kıçından başka neye önem veriyordu ki kızına versin? Çıkarı olmadan ne yapmıştı bugüne kadar? Lanet olsun... Saçmalıktı tüm bunlar. Genç cadı bir an duraksayıp düşündü; en çok neye kızıyordu acaba? Herşeye rağmen değer verdiği bu pisliğin soğukluğuna mı, yoksa bu soğukluğa, sevgiiszliğe hala alışamayışına mı? Oysa alıştım diyordu hep. gururuna yediremediğinden, kendini kandırıyordu belki de sahte düşlerle... İnanmış mıydı cidden kendi yalanına? Bu kadar mı saflaşmıştı genç cadı?

Hayal kırıklığı yüzüne sertçe vururken gülümsedi usulca. Acısını gizleyip gözyaşlarına, gözyaşlarını tıkıştırıp yalanlarına, hislerini usulca rafa kaldırdı. Babasının asla anlayamayacağı duygularını gözler önüne serip, daha da fazla kanayama tahammül edemeyeceğini biliyordu çünkü. 'Umursamadığın kızının, gözünde sütrük olmaktan öteye gidemeyen annesini kaybedişini bile umursamayacak kadar pislikleşmeyi nasıl başardın b-' Genç cadı boğazında düğümlenen kelimeyi zoraki yuttu. Baba mı? Karşısında tüm soğukluyla dikilen adama, baba mı diyecekti? Hiç tanımadığı, hiç yanında olmayan ve bu durumda bile umursamazlığıyla genç cadıyı çileden çıkaran bu adama mı baba diyordu şimdi? Aptallığına lanetler savurarak araladı dudaklarını öfkenin belirginleştiği bir tınıyla. 'Bak, buraya tartışmaya yada umursamazlığının tahammül sınırlarımı zorlamasına izin vermeye gelmedim. Yardımda istemiyorum. Sadece, devam edebilmek için, geçmişimi sindirmem lazım.'

Öfkesinden sıyrılmıştı istemsizce. Bakışlarında çaresizlik buğulaşırken, yanaklarına düşen bir damla gözyaşında acısı vardı Adriana'nın. Buraya geliş amacı bunlar değildi şüphesiz, ama donup kalmıştı sanki. Sözcükler sessizce köşelerine çekiliyordu sanki. Sanki, yarım kalmışlık ruhuna dokunup sustuyordu umutlarını. Umut mu? Ne kadarda yabancıydı beklentileri benliğine? 'Baba, hiç mi sevmedin beni?' İstemsizce söylenmişti bu sözler. Sevgisine daima özlem duyduğu bu adamın, soğuk çehresine yalvarırcasına bakıyordu şimdi. Fısıltısı rüzgara karışırken, alacağı cevabın acımasızlığıyla kahrolcağını bile bile yanıt beklemeye başlamıştı. Hani bir ihtimal olur ya hep... Yada yalanlara tutunup yabancılaşmak istersin ya, gerçekçiliğin keskin yakarışından sıyrılıp? Şimdi aptallıktı yaptığı şüphesiz ama, yıllarca kimsesizliğe mahkum edilen kırgınlığı, tüm tabularını yıkıp dikilmişti karşısına şimdi. Susturamadı gizlediği özlemini genç cadı... Sonuçlarının canını yakacağından emindi elbette. Ama sıkıca tutundu yalanlar duyma umuduna. Ve sıkıca tutundu kendi yalanlarına, yalan olduklarını bildiği halde...

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Carina Lilian Welsh

GezginGezgin
Carina Lilian Welsh



Mücadele Tarafı : Aydınlık
Kan Durumu : Melez
Patronus : Okapi

~ Yakarış ~ Empty
MesajKonu: Geri: ~ Yakarış ~   ~ Yakarış ~ EmptyPerş. Tem. 29, 2010 2:14 am

Zayıflık... Karşısında umarsızca, utanmadan çırpınan genç kıza bakarken, gördüğü manzaraya başka bir kelime yakıştıramıyordu Hector. Gözleri tarif edilemez bir tiksintiyle ince bir çizgi halini alırken, hayal kırıklığı ve nefretle süzdü karşısındaki genç ve salak cadıyı. Kızın yarım ağızla anlatmaya çalıştığı şeyleri dinlemeye çalışmamıştı bile. Dinlese de ne yapabilirdi sanki? Dudakları çarpık bir gülümsemeyle hafifçe yukarıya kıvrıldı, aklına yerleşen düşünce keyfinin az da olsa yerine gelmesine neden olmuştu. 'Meydana getirebildiğinin en iyisi bu mu gerçekten, Tom?' diye hafifçe mırıldandı kendi kendine, karşısındaki kız duymasın diye sesini yağmurun ve rüzgarın uğultusuna uydurmuştu. Paçasını kurtarabilmek için bu küçük sürtüğe ihtiyacı olacaktı. Duygularını sadece yalnızlığının gölgesine hapsedebilen, hayattaki bazı oyunların nasıl oynanacağını bilemeyecek kadar saf olan, okuldan ancak mezun olmuş gibi görünen küçük bir sürtüğe. Lanet olsun. Bu duruma kendini bulaştırmayı nasıl başarmıştı? Kasları, düşüncelerinin ritmine ayak uydurmaya başladığında elleri de sıkı bir yumruk haline gelmişti. Bu işten bir şekilde kurtulabilirse, babası olmadığını anladığında Adriana'nın yüzünde belirecek ifadeyi hayal etmeye çalışarak kendini eğlendirmeyi amaçladıysa da, pek başarılı olamadı. Kızın usulca söylediği bir çift laf kulaklarına çalınmıştı o sırada.

'Baba, hiç mi sevmedin beni?' Hayal gücünün ona sunabileceği her ne varsa, budala kızın bu sözleriyle yerle bir olmuştu. Üzüntü mü? Yo, yo, yo... Hector'un bedeninin herhangi bir bölümünde, insani duyguların varlığına dair en ufak bir kıpırtı bile yokken, hiç tanımadığı birine karşı böyle hissedemezdi. Kızgınlık belki? Ah, evet. Gördükleri itibara zerre kadar değmeyen pisliklere bel bağlamak zorunda kaldığı için yaşamak zorunda kaldığı her şeye karşı tarif olunamaz ve önlenemez bir öfke dalgası. Gökyüzünde bir şimşek çaktığında, bunun ışığı altında aydınlanmış olan genç kızın yüzüne doğru hırladı öfkesini bütün canlılığıyla. 'Sevmek ha? Seni ne masallarla büyüttüler küçük kız? Ha? Söyle bana. Fahişe bir annenin kızına öğrettiği masum bağlar ve hep mutlu sonla biten kucaklaşmalar mıydı?' Sesi biraz daha kısılarak neredeyse bir fısıltı tınısını almıştı. 'Sana haberlerim var, ufaklık, o sandığın şeyler gerçek olsaydı, anneni bin kişi becermezdi. Kendi saçmalıklarıyla doldurmuş o ufacık beynini. Aslında merak ediyorum, cidden benim misin sen? Hayır, eğer öyleyse, acıdım kendime. Soyumu sürdürcek olan tek kişi, kıçı kırık bir fahişenin aptal iyilik meleği sürtüğü mü olacak yani? Saçma. Sen benim kızım olamayacak kadar zayıfsın, zavallısın.' Son söylediği lafı özellikle, Adriana'nın canını yakmak istediği için vurgulamıştı. Umutlarının boşa çıkması onu deli gibi öfkelendirmişti. 'Daha kötülerini duymak istiyor musun? Gerçekleri?' diye devam etti acımasızca, sözler ağzından inanılmaz bir hızla çıkıyordu. 'Senin inandığın her şey deli saçması, küçük ukala cadı. Annene benzemeliydin, bu kadar zavallı olup hiçbir şeye yaramayacağına annen gibi bir fahişe olmalıydın. En azından tahammül edebilirlerdi insanlar sana.' Buz gibi bir tiksintiyle donuklaşmış olan bakışlarını, yağmurdan yüzünü ve ifadesini tam olarak seçemediği kızın silüetinden uzaklaştırdı ve sırtını döndü. 'Dünyaya hoşgeldin, pislik. Gerçek anlamda yaşamaya tam şu anda başlamış bulunuyorsun. Masum periyi oynamayı kes. Sen aptal bir Muggle kerhanesinde doğdun, seni salak! Gerçekleri, ne olduğunu gör artık, beş para etmez bir fahişenin kızısın sen! Şimdi bir daha sor istersen? Seni, aptal bir fahişenin kızını sevebilmiş miyimdir acaba?' Kahkahalarla gülmeye başladı. Öfkeli bir ifadeyle kıza geri döndüğünde, kontrol edemediği nefreti, vücudunda başlamış olan değişiklikleri hissetmesine engel olmuştu. Sert ve emreden bir ses tonuyla, 'Şimdi bir işe yaramak istiyorsan çeneni kapa ve dediklerimi yapmayı dene!' diye bağırdı hızını artıran yağmurun içinden.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Myleen Julia Crowle

Şu an Muggle'sınız. Lütfen bir rütbe edinin.Şu an Muggle'sınız. Lütfen bir rütbe edinin.
Myleen Julia Crowle



Mücadele Tarafı : Hiçbirşey.
Rp Sevgilisi : -
Kan Durumu : Safkan

~ Yakarış ~ Empty
MesajKonu: Geri: ~ Yakarış ~   ~ Yakarış ~ EmptySalı Ağus. 03, 2010 2:13 pm

'Sevmek ha? Seni ne masallarla büyüttüler küçük kız ha? Söyle bana, fahişe bir annenin kızına öğrettiği masum bağlar ve hep mutlu sonla biten kucaklaşmalar mıydı?' Genç cadı kulağına çalınan zehrin, kalbine doldurduğu hüznüne karışmasını izledi bir süre. Hayal kırıklığı mıydı şimdi hissedilen? Elbette hayır. Zaten bilmiyor muydu bu pislik herifin ne kadar iğrençleşebileceğini? Ama yine de, ufacık bir umut ilişmişti kalbine Adriana'nın. Kızgındı şimdi, kırgındı. Ama babasından ziyade, kendi saflığınaydı tüm sitemi. Nasıl sorabilmişti bunu? Sevgiden ne anlardı ki bu herif? Bilmiyor muydu sanki genç cadı bunları? 'Aptal kafam.' 'Sana haberlerim var, ufaklık, o sandığın şeyler gerçek olsaydı, anneni bin kişi becermezdi.' Ne demekti bu? Bu kadar iğrençleşebilmiş miydi gerçekten de babası? Genç cadı şaşkınlıkla olduğu yere mıhlanmış, gözyaşları yanaklarını yalayıp, rüzgarın mahoş tınısına ilişirken sadece susup dinlemişti söylenenleri. 'Kendi saçmalıklarıyla doldurmuş o ufacık beynini. Aslında merak ediyorum, cidden benim misin sen? Hayır, eğer öyleyse, acıdım kendime. Soyumu sürdürcek olan tek kişi, kıçı kırık bir fahişenin aptal iyilik meleği sürtüğü mü olacak yani? Saçma. Sen benim kızım olamayacak kadar zayıfsın, zavallısın.' 'Sen ne di-' Adriana öfkeyle çıkışmak istemişti ama acısı boğazında düğümlemişti sözcüklerini. Ne diyebilirdi ki artık? Söyleyeceklerinin anlaşılmayacağını, umursanmayacağını bile bile, neden söyleyecekti ki kafasındakileri? Daha kendi karmaşasından sıyrılamamışken, tekrar aralandı Tom'un dudakları nefretle.

'Daha kötülerini duymak istiyor musun? Gerçekleri?''Hayır.' demek istedi genç cadı. Duymak istemiyordu çünkü. Hatıralarının bu pislik tarafından daha fazla kirletilmesini istemiyordu. Ama sessizliği yararcasına hırlayan adam, konuşmaya devam ediyordu şimdi. 'Senin inandığın her şey deli saçması, küçük ukala cadı. Annene benzemeliydin, bu kadar zavallı olup hiçbir şeye yaramayacağına annen gibi bir fahişe olmalıydın. En azından tahammül edebilirlerdi insanlar sana.' 'Baba, ne demek bunlar? Sen bana, kendi kızına bunları nasıl-' Fısıltısı, hıçkırıklarının ardında kaybolmuştu usulca. Titreyen bedenini dizginleyemiyordu artık Adriana. Bunlar gerçek miydi yani? Kendi babası, cidden bunları söylüyor muydu kızına şimdi? Hayır, kötü bir kabus olmalıydı bunlar... Tom ne kadar umursamaz olsa da, bunları söyleyecek kadar kalpsizleşemezdi. 'Dünyaya hoşgeldin, pislik. Gerçek anlamda yaşamaya tam şu anda başlamış bulunuyorsun. Masum periyi oynamayı kes. Sen aptal bir Muggle kerhanesinde doğdun, seni salak! Gerçekleri, ne olduğunu gör artık, beş para etmez bir fahişenin kızısın sen! Şimdi bir daha sor istersen? Seni, aptal bir fahişenin kızını sevebilmiş miyimdir acaba?' Adriana, gerçeğin acımasızlığını derin derin solurken, çehresine yapışan hayal kırıklığını gölgede bırakan nefretle kucaklaşmıştı yavaş yavaş. Hayır, daha fazla dinlemeyecekti bu saçmalıkları. Bu kadar iğrenç bir adamın, aptal düşüncelerine daha fazla tahammül edemeyecekti. Yağmurun ıslattığı saçlarını eliyle rüzgara savurdu genç cadı, donup kalmıştı duyduklarıyla birlikte. Havada asılı kalan sözcükler, kulaklarında çınlıyordu hala.

Gözyaşlarını beceriksizce silip bakışlarını sabitledi karşısında tüm soğukluğuyla dikilen adama. İçine işleyen karanlığın hakimiyetine bıraktı bedenini usulca. Nerdeydi şimdi? Kimindi bu karanlık? Yalnızlığa itilen ruhu, neden suskundu artık? Neden susmuştu hisleri? Bu körpe uçurumda, alıkoyuyordu, içindeki umuda tutunan tüm hayallerini. Genç cadının kalbi, isyan ediyordu şimdi sessiz çığlıklarıyla. Kimsesizliğin sancısı, tüm geceyi yarıp, dokunuyordu ruhuna yavaşça. Sessiz bir gemi daha uzaklaşıyordu limandan ve tüm umutlarını da peşi sıra sürüklüyordu sanki giderken. Genç cadı duraksadı düşüncelerinin ağırlığıyla, tizden bir yakarış tüm benliğini kaplarken. Gözyaşları kalbine batıyor ve ruhu, çığlık çığlığa ağlıyordu şimdi! Kaybetmekten nefret ediyordu genç cadı. Bedenini saran yağmur ürpertmişti Adriana'yı. Bakışlarını göğe devirdi usulca ve yağmurun gölgelediği bir tınıyla mırıldandı. 'Bu fırtına bana fazla, kaldıramıyorum.'

'Şimdi bir işe yaramak istiyorsan çeneni kapa ve dediklerimi yapmayı dene!' Düşüncelerinden sıyrılıp, olduğu yere geri dönmesini sağlayan şey, Tom'un soğuk haykırışıydı. Genç cadının çığ gibi büyüyen hayal kırıklığı, yarım yamalak tebessümlerini siliyordu ruhundan. Savaşmak vardı şimdi hepsiyle, tüm bu olanlarla... Ama gücü yoktu ki genç cadının! Kucak dolusu yalnızlık, kara bulutlarını doldurup avuçlarına, çat kapı sokulmuştu benliğine. Bedenine sinmişti kokusu sanki, yosun tutmuş çaresizliğin. Annesinin gidişiyle ruhuna sokulan ölümü, yavaş yavaş hissediyordu artık iliklerinde. Kucaklamıştı soğukluğunu kesilen nefeslerin. Ama şimdi karşısına dikilen bu adam, tüm yaşananları görmezden gelip nefretini kusuyordu genç cadıya. Umursamıyordu kızının hislerini...

'Tom N. Swan'dan inciler ha?' Hayal kırıklığının süzülüdğü tınıyla yükseltmişti ses tonunu Adriana. Hayır, anlaşılamayacaktı asla ve bunu bile bile, duygularını bu adama malzeme yapmayacaktı. Gözyaşlarını sildi ve çehresine yapışan nefretle tekrar araladı dudaklarını. 'Kalın kafanın asla almayacağını biliyordum bunları. Ve bile bile sana gelmem, benim aptallığımdı şüphesiz.' Umursamaz tavırlarla burun kıvırdı dudaklarından dökülenlere ve adım adım yaklaştı babasına, nefreti çehresinde iyiden iyiye belirginleşirken devam etti konuşmaya. 'Ama biliyor musun Tom? Umrumda değil saçmalıkların. Senin kanın dolaşıyor bu damarlarda ve sen, gerçekleri kabullenemeyecek kadar körsün. Senin tabirinle bulanık fahişenin birinden peydahladığın küçük sürtğün kabul etmek istemesen de, senin parçan piç kurusu! O kuş beynini az zorla ve biliyorum senin için oldukça zor ama, insan olmayı dene.' Babasıyla burun buruna geldiğinde tekrar araladı dudaklarını. 'Ha onu da beceremezsen, en azından taklit yap Tom. Midemi bulandırmayı kes artık.' Meydan okurcasına süzdü nefesi yüzüne çalınan adamı ve gözlerini devirip arkasını döndü hızla. Anlamıyormuşcasına omuz silkip uzaklaşırken mırıldandı, Tom'un da rahatlıkla duyabilceği bir tınıyla. 'Anlamıyorum kendimi bazen. Her şeye rağmen nasıl ihtimal verebildim senin beni anlayacağına. Umarım Azkaban'da çürürsün pislik herif.'
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 

~ Yakarış ~

Önceki başlık Sonraki başlık Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Kurgular Sayfası-